Siyaset Sahnesi ve Milli Gücün Muhasebesi

5 Temmuz 2019
Okuyucu

Bir devlet için gerekli çok temel bir soruyu soruyoruz, Türkiye’nin Milli Güç unsurlarından Politik Gücü olmasın mı? Bu ülke Politik Güce sahip olduğu ve Milli Gücü ile etrafına karşı etkinlik sağladığı zaman neyle karşı karşıya kalmakta? Burada Siyaset Bilimi konusunda bir analiz yaparak, içinde bulunulan durumun hem olgusal hem de kavramsal manada anlaşılmasına ve buradan hareketle farkındalığın artırılmasına gayret edeceğim.

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan Uzak Doğu seyahatinden döndü. ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi ümit vericiydi. Türkiye, S-400 ile ilgili tutumundan dolayı egemen bir ülke olduğu konusunu en iyi şekilde vurguladı. G20 boyunca Türkiye dikkatleri üzerinde topladı. Japonya ve Çin ile önemli görüşmeler yapıldı. Özellikle Japonya Başbakanı ile görüşmelerden de anlaşıldığı üzere, Türkiye’nin bölgesel barış ve istikrar için temel bir güç olduğunu onaylattı. Muhataplarla konuşulanlar arasında savunma ve ekonomik konular da vardı. Şunu söyleyebiliriz, Türkiye verilecek her mesajını verdi.

ABD ve İsrail gibi ülkeler Politik Gücü olan ve gerekli unsurlarını kullanarak Güç Mücadelesi içinde ilerleyen örnek ülkelerdir.

Jeopolitik uygulamaya bakalım. ABD’nin ve İsrail’in politikaları aslında Türkiye’yi ön plana çıkarmaktadır. ABD kaotik, çok coğrafyaya dokunan, meseleleri sürekli soruna çeviren, anlaşmaları bozan, bilinen sorunları tekrar kaşımanın yanı sıra yenilerini açan bir hareket tarzı içindedir. İsrail ise Ortadoğu coğrafyasında küçük Amerika gibi politikalar üretmektedir. Şımarık ve söz dinlemeyen kardeş görüntüsü içindedir. ABD iç siyaseti sanki İsrail’in her yapıp ettiğinin üstünü örtmekten sorumluluk duymaktadır.

Gelelim karşı tarafına, Türkiye bütün bu ABD ve İsrail kaynaklı küresel ve bölgesel kaotik sorunların göbeğinde yer almaktadır. Gerek ilkelerini seslendirme biçimi ve gerekse sınırlarına tırmanmaya çalışan sorunlardan dolayı, şartlar Türkiye’yi inisiyatif alan ülke konumuna getirmektedir. İnisiyatif almak, sorumluluk duymak ama yapılacaklar için ise ülkenin kendisine güvenmek zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum Türkiye’yi daha karakter sahibi bir ülke konumuna getirmektedir. ABD ve İsrail ile bunların kaotik denklemlerine kapılıp giden başka fırsatçı ülkelere karşı Türkiye sağlam duruş gösterdikçe, birçok dünya lideri tarafından çözüm ve denge unsuru olarak görülmüştür. Bu bakımdan başta Suriye, Irak, İran, Filistin, gibi pek çok örneği vermek mümkündür.

Milli Güç unsurları sıralanırken, Politik Güç diye bir konu başlığı vardır. Politik Güç en kısa ifadeyle, başkalarını açıkça ya da üstü kapalı olarak, kendi iradesini yerine getirmeleri için zorlama kapasitesidir. Politik Gücün, Bilim ve Teknolojik, Coğrafi, Psiko-sosyal, Ekonomik, Ulaştırma ve İletişim veya Askeri Güç gibi işlerliği söz konusudur. Anlaşılan o ki bugün dünya Türkiye’nin büyüyen gücünü inkar etmemektedir. Elbette Uluslararası Güç Mücadelesi kavramının gereği, Türkiye’nin böylesi güçlü liderliğinden rahatsızlık çekenler olacaktır. En başta İsrail, ABD’deki ve Avrupa’daki bazı unsurlar ile Arap Ülkeleri’nden bazılarını sayabiliriz.

Uluslararası Güç Mücadelesi

Bu ülkeler ve güçler, Türkiye’nin rakibi gibi davranmak istiyorlarsa, kendilerine göre öncelikle Yumuşak Güç unsurlarını ve imkanları dahilinde olan taşeron örgütleri, siyasi oluşumları ve uluslararası baskı unsurlarını kullanarak, belli karşı atakları yapacaklardır. Hatta Türkiye’de iç siyaset bakımından demokratik yolları istismar edecek etkileşimleri sağlayacaklardır. Çünkü dünya böyle bir yerdir. İç politikada çalışan bir sistem, güvenilirlik ve şuurlu bir millet olmak bundan dolayı önemlidir.

Uluslararası Güç Mücadelesi dışında kalmak mümkün değildir. Hele Türkiye coğrafyası böyle bir boşluğa asla izin vermez. Karşı Güç Unsurları (Ülkeler -ki her birinin az çok kendi güç unsurları vardır- , Bazı Şirketler, Çıkar Grupları, İşbirlikçiler, Küresel Güçler, Anonim örgütler) hasmına Yumuşak Güç ile aslında kolay dokunuşlar yaparlar. Kamuoyunu etkilerler, siyasetçileri yönlendirirler, bir alanda verirken, diğer alanda konuyu riskli hale getirirler. Siyasetçiye, “Çöz bakalım, senin işin bu,” derken, arkadan başka sorunlar ekleyerek, onun muhtaç kalma oranını artırırlar. Bu oyunu bilmeyenler çocukla isteklerle gelip, “ben de ben de…” derler! Siyaset çocuk oyuncağı değildir; sanattır, plandır, projedir, güçtür, liderliktir, stratejidir…

Eğer bütün bunlar bilinerek siyaset yapılıyorsa bunun belli bir anlamı vardır, yapılmıyorsa da. Siyaseti anlamaya çalışan biri varsa ne yapmalı? Dönemleri incelemeli, değişimleri görmeli, değerlendirmesini buna göre yapmalıdır. Yirmibirinci asrın şartlarında her şeyin en başından itibaren mükemmel olmasını beklemek güçtür. Önemsenen kısım kişiden kişiye değişse de vatan, millet gibi ciddi konularda tercihler birleştirilerek okunur. Kültürün gelişmesi, ülkü birliğinin sağlanması, toplumsal değerlerin korunması, vs. noktalara öncelik verilir.

Bugünlerde yabancı basında kasıtlı biçimde Türkiye’nin iç siyasi meselelerinin tartışmaları yapılıyor ve daha da yapılsın isteniyor. Neden yabancı basın Türkiye’de internet gazeteciliğinde birden hamle yapma ihtiyacı duydu? Bu da dikkat çeken bir emaredir, anlamı vardır. Ancak burada politikadaki olgulara bakarak ilerleyelim. İç meselelerin tartışılmasının geri planında basında kasıtlı yazıların çıkmasına kaynaklık eden güçlü politik beklentilerin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Hatta Batı kaynaklı haberlerin devamında da gördük ki, Türkiye’de yeni bir parti kurulması çalışmaları uzunca süredir sürdürülmekteymiş ve bu konu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin hemen akabinde yüksek sesle konuşulur hale getirilmiş. Ayrıca vatandaşın oyu ile kabul görmüş Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini bütünüyle tartışmaya açmak istemektedirler. Bir de TBMM’de bir konuşma oldu, ki kabul edilemez ittifaklar, suçlamalar, terörle ilişkili açıklamalar alenen yapıldı. Devleti ve vatandaşı hedef alan sorumsuzca yapılmış bu tür işler için siyasi bir olumsuzluk, kriz çıkarmak isteyenler var. Oturulup konuşulacak, muhabbetle ve samimiyetle yapılabilecek işlerde yabancıların siyasete el uzatmaları alenen kasıtlı bir durumdur.

İlginç hadiseler cereyan ediyor. Örneğin HDP’li bir Milletvekili Meclis’te “PKK” (aslında buna PKK/KCK Terör Örgütü demek gerekiyor,) sözcüğüne sempatiyle sarf ediyor. Aynı zaman diliminde, ABD’nin başına 4 milyon dolar koyduğu terör örgütünün sözde yöneticilerinden birinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kastedecek biçimdeki açıklamalarını küresel basında meşhur bir gazetede yayımlanmasına imkan veriyor. Yine yakın zaman içinde Birleşmiş Milletler’den (BM) bir yetkili (Virginia Gamba) Cenevre’de kırmızı bültenle aranan bir teröristle (Mazlum Kobani) oturup resmi görüşme yapıyor, Çocuk Anlaşması konulu bir belgeye imza atıyor. Öte yandan ABD yetkilileri YPG/PKK terör örgütüne Kuzey Suriye’de maaş vermeye devam ediyor, eğitim yaptırıyor, silahlandırıyor. ABD Türkiye’ye dönüp, sizle Güvenli Bölge konusunu görüşeceğiz, diyor. Ama bu konularda duyarlılık gösteren taraflar sadece devlet ve vatandaş oluyor.

İç siyasette mesele yine Güç Mücadelesi şeklinde cereyan eder. Bunun adı iktidar olma mücadelesidir. İç siyasette meşru partiler ülke meselelerini, sorumluluklarını, ilkelerini, hedeflerini açıkça ifade etmelidirler. Politik bakış açıları, açıklamaları veya parti tüzüğü içi boş ifadelerle, sadece usulü yerine getirir türden olmamalıdır. Fiiliyata karşılık gelen karakteristik noktaları içermelidir.

Siyasetin doğası gereği ilgi bekleyen konular nelerdir? Vatandaşa karşı yerine getirilmesi gereken sorumlulukla birlikte, uluslararası alandaki sorunlara karşı fiili sorumluluklar da ilgi bekler. Bu cümleden, iktidar kadar muhalefet de veya bürokrasi kadar sivil toplum kuruluşları da devlet olma bilinciyle hareket ederler ve bu hem içeriye hem de dışarıya karşı bir güçlülük hali oluşturur. Tersi durum zafiyettir, zayıflıktır, istismara açıklıktır.

İç siyasetteki aktörlerden bazıları dünyada hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorsa bunun bir anlamı vardır. Bunlar riske girip kendilerini yıpratmaktan kaçınıyorlardır, işin başındayken saf dışı kalmaktan korkuyorlardır. Bu gibi aktörlerin ilgilendiği alan daha çok içerideki yapılanmalar, retorik, popülizm olur. İç siyaset başka, dış siyaset başka, derler. O koltuğa oturunca durumu inceleyeceğiz, derler. Her şey bir yana, onlar kendi siyasi rakiplerinin aleyhine olan konulara odaklanırlar. Zira kısır ve başkalarının gücüne bağımlı siyasetçiler için dışarıdakilerden daha çok konuşulabilecek olan çok kolay konular vardır; o şunu dedi, bu şunu yaptı…

Ne Medeniyetler Savaşı, ne İslamofobi, ne enerji savaşı, ne BOP, ne Filistin’in İsrail tarafından yok sayılması, ne ABD ve İsrail’in hazırladığı Yeni Yüzyıl Planı, ne Suriye, ne Fırat’ın Doğusu, ne Doğu Akdeniz’in paylaşımı, ne Münhasır Ekonomik Bölge, ne dolar, ne petrol sorunları, ne Rusya ile nükleer güç santrali inşası, ne S-400, ne egemenlik tartışması, ne terör, ne FETÖ/PDY, ne PKK/KCK, ne IŞİD, ne de başka şeyler… Bütün bunlar sanki çok kolay konular, zor olan ise vatandaşın oyunun alınması.

Demokrasi adına vatandaşın ve devletin yapması gereken bir iş var. Vatandaş ve devlet olarak bizlerin siyasileri, partileri, programlarını test etme imkanımızın olması gerekiyor. Parti ve seçim yasalarında egemenlik üzerine belli kriterlerin vatandaşın ve devletin lehine ve alî menfaatlerine dönük belirlenmiş olması bundan dolayı çok önemlidir.

Vatandaşın hakkını ve sorumluluğunu dolaylı bir biçimde devlet üslenir. Örneğin yeni bir parti kuracakların hazırlayacakları dosyanın vatandaşla pek ilgisi olmuyor ise bunun anlamı nedir, diye sorulmalıdır. Devlet, vatandaş adına bunu temin ettiğinden emin olmak zorundadır. Yeterlilik testini vatandaş adına anayasa ve ilgili kanunlar gereği hukukçular yapıyorlar (yargı erki) ise bu yetmeyebilir. Hukukçuların mevzuatı çerçevesinde, anayasal düzlemde siyasi kurumlarca hazırlanan dosyanın usullere uygunluğuna bakılıyor. Bunun bir ilerisinde, dosya içeriğinde bu devletin, milletin, belirlenmiş hedeflerin, beklentilerin, coğrafi riskleri aşmanın yöntemlerinin açıklanmış olmasının açıkça ifadesi yer almalı mı, almamalı mı? Kurulmakta olan bir şirket, dernek veya vakıf değildir. Yapılan iş, vatan, millet, bayrak, gibi değerlerin korunması için bir teminattır, sözleşmedir, anttır. Asıl konu politika ise vatandaş ve devlet için önemi hayati olan refah ve güvenlik üzerine yeterlilik kriterlerinin bir şekilde aranması gerekir.

Gelişmiş demokrasilerde vatandaşın yeri ve ona duyulan sorumluluk önemlidir. Vatandaş, devlet ve demokratik kurumların yükünü omuzlayan olmak zorunda kalmamalı, ezilmemelidir. Anayasal düzen tüm erkleriyle beraber her şeyi vatandaşı için yapmak zorundadır.

Politik Sistem

En azından vatandaş bilmek ister, bu ülkenin zor zahmet geçirdiği zamanlar var. Dünya ölçeğinde rakip ülke ve uluslararası kurumlarla ve hatta terör örgütleriyle mücadele ederken vatandaş vergi verdi, can verdi, ter akıttı… Bu ülke bu noktaya bir bedelle geldi. Bu noktada belli çıkar gruplarının tayin ettiği ihtiyaca binaen siyaset sahnesi tartışmalı hale gelir ise bunu önce vatandaş bilmek ve test etmek zorunda değil mi? İşte demokratik olarak yapılması gereken ilk iş, vatandaş adına hukuki düzenlemeyi öne alacak bu ülkenin kuruluş ilkelerine ve geleceğine karşılık gelen politik yeterlilikleri arayacak sistemin kurulmasıdır.

Dünyada Politik Güç konusuna büyük güçlerin büyük projeleri etki edebilir. Örneğin Soğuk Savaş’ta ABD’nin hasmı SSCB’yi dağıtmak amaç olarak belirlendi ise bu bir projedir, hedefleri ele geçirmek için bütçesi bile vardır. Nasıl caydırıcılık, silahlanma, vs. etkiler sağlanıyorsa, bunlara ilişkin projeler yönetiliyorsa, politik olarak da projeler yapılır ve yönetilir.

Yakın tarihimizde çok olayla karşı karşıya kalındı. Soğuk Savaş devam ediyordu, Jimmy Carter döneminde ABD’nin Yeşil Kuşak Stratejisi vardı. Sonra George Bush döneminde, Sonsuz Savaş veya Uzun Savaş stratejisine geçti ve hedefe (resmen dokümanlarında böyle) İslam’ı, radikal küresel terör örgütlerini koydu. Condoleezza Rice BOP’u ilan etti. Küresel ve uluslararası ekonomik sistem Büyük veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni ortaya koymuş ve yıllardır bu coğrafyada ve hemen etrafında bu konuda gelişmelere sebebiyet vermiştir. Politik pek çok değişim de buna göre gelişmiştir. Savaşlar, Turuncu Devrimleri ve Arap Baharı dahil çeşitli uygulamalar yaşanmıştır. Bu süreçlerden etkilenmemek mümkün değildir!

ABD askerleri tarafından Kuzey Irak’ta askerimizin başına çuval geçirildi. ABD’nin bölgemizdeki politikası değişti. Obama döneminde vekillerle ve terörle işbirliği halinde coğrafyanın ABD ve İsrail menfaatlerine göre düzenlenmesi yoluna gidildi. 2009’da İsrail Doğu Akdeniz’de yeraltı zenginliklerine sahip olacağını anlayınca bütün politikası değişti. Ben buna İsrail’in Levant Politikası diyorum. Sonra, “One Minute” ve Mavi Marmara olayları yaşandı ve İsrail ile karşı karşıya gelindi. Bu süreden sonra politik eksende daha çok milliyetçi bir çizgiye yaklaşıldı.

Yaklaşık kırk yıldır PKK/KCK terör örgütü dış güçlerce hep desteklenen bir taşeron idi. Buna FETÖ/PDY de eklendi. Asker üzerine kumpaslar örüldü, askeri güce saldırılar yapıldı. MİT Tırları diye bilinen olay ve PKK/KCK ile ilgili Oslo hadisesi gündeme geldi. PKK/KCK terör örgütüne silah bırak dendi, gittiler, Güneydoğu’da kentlerde hendekler açıp (çoğu yerel belediyelerin imkanlarıyla yapılmışlardı) sözde kurtarılmış bölgeler ilanına yeltendiler. Resmen ülkeyi bölmekle ilgili fiili tehditleri vuku buldu. Suriye’de Ayn el Arab’ı (kasıtlı olarak buraya Kobani dediler) IŞİD bahanesine dayandırarak işgal ettiler ve bu arada Türkiye’yi iç siyasette de zora düşürecek oyunlara tevessül ettiler.

Önemli istihbarat olayları oldu. 17-25 Aralık ile taraflar belirlendi. 15 Temmuz hain darbe girişimi sürecine gelindi. Terör ileri düzeyde öne çıktı. Hemen her hafta ülkede PKK/KCK terör örgütü, IŞİD ve DHKP-C gibi örgütlerin kanlı eylemi oluyordu. Terör sebebiyle sadece 2016’da (28 büyük terör olayı) yüzlerce (590) insanımız öldü/şehit oldu, sayısız insanımız (3.709) yaralandı/gazi oldu. Kim düşürdü bu ülkeyi bu küresel terör kıskacına? Sadece iç siyasetle açıklanamayacak konularla ilgilidir bütün bunlar. Ortadoğu’da dönen dolaplarla, büyük planla ilişkilidir. Eğer başka türlü açıklanmaya kalkılırsa yanlış olur. Zira ortalık adeta savaş alanı gibiydi. Bir savaş varsa düşman da vardır.

Bitmedi, Rusya ile Uçak Krizi yaşandı. Ankara’da Rus Büyükelçisi Karlov’a suikast yapıldı. Yaşanan bu olanları aklıma geldiği gibi yazdım, kronolojiye dizilse neden-sonuç ilişkisi daha rahat kurulabilir kanaatindeyim.

Bütün bunlar oldu, örneğin iktidar önce PKK/KCK terörü konusunda ihaneti görüp politikasını netleştirdi, peşinden, FETÖ/PDY hakkında zafiyet içinde olduklarını kabul etti, “Allah affetsin,” dedi. Bir de Obama politikalarına aldanarak Stratejik Derinlik bahsinden hareketle Suriye’de yanlış politikalara imza atan Ahmet Davutoğlu’nu Başbakanlık’tan uzaklaştırdı. Sonra Suriye stratejisini değiştirdi. Karşısına doğrudan terör örgütlerini alacaktı ama önemlisi, sadece Suriye veya Irak değil, dolaylı olarak ABD ve İsrail’in bölge politikalarını, bazı Avrupalı fırsatçı ülkeleri alacağını bilerek, inisiyatifle hareket etmeye ve askeriyle terörle mücadeleyi Suriye derinliklerinde gerçekleştirmeye başladı. Başka bir ifade ile bir yerden sonra Türkiye bölgesel çapta Politik Güç oluşturma konusunda proje üretip uygulama noktasına geldi. Hatta somut dış politik adımlar attı. Rusya ile Astana Süreci, Türk Akımı ve Akkuyu Nükleer Güç Santrali ve silahlanma projeleri ile belli bir hareket üretti. Bu hareketle dış politikadaki dengeleri etkiledi.

Çok bilinen bir söylem vardır, “Ne yaparsan yap, ama Amerika’nın dolarına elleme!” diye. Bunun bir izahı vardır, kabul edilsin veya edilmesin. Zira küresel sistemin yarattığı bir anlayış var ve aslında her şeyin başı para, buradaki adı ise ekonomik sistem oluyor. O halde küresel ve uluslararası ekonomik sisteme karşı gelen mi var, diye sormak gerekiyor.

Türkiye’de yerleşmiş politik merkezde daha ziyade milliyetçi-muhafazakâr taban vardır. Milliyetçi-muhafazakâr kanat zaman içinde söylemlerini şöyle belirginleştirdi: “Yerli ve milli”, “modern Haçlı Ordusu saldırıyor ve Türkiye bunlara karşı direnç göstermeye muktedir tek ülke”, “Çanakkale Savaşı’ndan sonra emperyalizme karşı ikinci büyük milli direniş”, “eğilmek yok”, “dik durulacak ama bu millet dikleşmeyecek”, “herkesin hesabı varsa, onların üstünde Yaratan’ın da bir hesabı vardır”, “Türkiye egemen bir ülkedir, kimse yapacaklarına karışamaz”, “beka”, “bizim köklü bir medeniyetimiz var, bizim bir iddiamız var”, “Dünya beşten büyüktür”, “Medeniyetler Çatışmasına karşı Medeniyetler İttifakı”, “Bizim Rabia’mız; tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet”…

Batı, Ortadoğu’da Şii-Sünni gerginliğinden (Mezhep veya Din Savaşları’ndan) kendine politik çıkar elde etme yolunu seçmişti. Sünni bloğu ise yine içinde bölmek istedi. Bu nedenle ABD Suudi Arabistan, Mısır ve bazı Körfez ülkelerini bir yere topladı. Bunlar aynı zamanda OPEC içinde söz sahibiydiler. Türkiye her defasında İslam ülkelerinin resmî kurumlarını, yapılan yanlışlar üzerine göreve çağırdığında, bundan Batı bloğunun rahatsız olması şöyle dursun, ABD’nin çizgisindeki ülkeler bile başlarını başka taraflara çevirdiler. Demek ki ortada ABD’nin (ve İsrail’in) Ortadoğu’daki çıkarları gereği bir sorun yumağı vardı. Türkiye, dolar konusundakine benzer şekilde, ABD’nin üzerinde hassasiyetle durduğu petrol ve enerji yolları konusuna karşı duruş göstermiş oluyordu. Bu ikinci önemli konuydu.

Eski tabirle gizli el, ama günümüzde demokratik, şeffaflık, dijital devrimlerin de etkisiyle yerleşik küresel kültür, dijital medya, sosyal medya, popüler diplomasi, popülizm, gibi kavram ve aparatlarla pek de gizli olmayan biçimlerde ülke içindeki düzenlemelere bir biçimde iştirak eden konular vardır. Bundan dolayı bazı çevreler bu güce bir muhalif baskı aracı gibi bakarlar. Özellikle son günlerde siyasette yaşananlara bakılırsa yine böyle bir durum söz konusu gibi, hem de demokratik yolları izleyen biçimde. Bu durumda küreselleşme olgusunun gereği, iktidara karşı muhalefet, aslında uçları içeride olan ama diğer ucu dışarılara uzanan küresel ve uluslararası sistemdir.

Aslında açıkça ifade etmese de Türkiye, kendine yönelik saldırıları bir tür karşı duruş olarak görmeye başladı. Ortakların birbirine yapmayacaklarının bir bir yapıldığını gördü. En azından millet bunun farkındaydı. Azınlık mertebesindeki bir kesim bu tür konuların yapay olduğunu düşünmekteydi, günlük işlerin, karın doyurmanın, güle oynaya yaşamanın daha önemsenmesi gerektiğinin taraftarıydı. İç politikada tarafların bakış açıları ve söylemleri de bu ayrıma göre düzenlenmekteydi.

Şimdi, vatandaş ve devlet diyecektir ki, ben bu zahmetleri göğüsledim ve ülkeyi bir noktaya gelirken sahiplendim, bütün bunlar boşuna mı?..

Dünya küresel bir köy halindedir. Güçler Mücadelesi sadece dışarıdan değil, içeriden de yapılır hale gelmiştir. Eğer ABD, İsrail ve Avrupa’nın çıkarcı politikalarının bölgede hazırladığı şartlar Türkiye’yi inisiyatif almaya itiyor ise bundan kaçılacak değildir. Kaçma demek bu ülkeyi bölücülere ve yağmacılara teslim etmek ve sorumluluğun idrakinde hareket etmemek demek olur. Her türlü Milli Güç unsurunu bilerek tatbik etmek her şahıs ve kurumun görevidir. Siyaset sahnesini sadece çıkar alanı gibi görmek isteyenlere vatandaş sormaktadır, nasıl dış güçler çıkarı için bazı konuları istismar ediyor ve sizler onlara karşı hareket etmek ihtiyacı duyuyorsanız, benzer şekilde düşünün, sizlere de karşı hareket etmek isteyenler çıkacaktır. Demokrasi bu sistem çarklarıyla işler ve ayarı çok hassastır.

Politika yapıyor olmak Politik Güç sahibi olmak demek değildir! Politik Güç olmak bir kazanımdır, etkisini kullandıkça önemli kazanımlar elde edilir. Türkiye bu tecrübeyi fiilen kullanmaya başlamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin farklı biçimlerde yüzünü gösteren dostu da olacaktır, düşmanı da! Güç Mücadelesini kazanmak demek birlikte hareket etmektir. Ülkece birlik olmak gerekir. Bu durumu anlamayanları ise eğitmek şarttır.

Politika, Milli Güç, Küresel Güç, Jeopolitik sadece genel kavramlar değildir, yaşamın içinde ana unsurlardır. Parti, devlet, demokrasi günlük yaşamın gerçeklerini belirler ama o ana unsurlardan bağımsız değillerdir. Siyaset sahnesindekilerin vatandaşa karşı dürüst olması gerekir ve sorumluluk duyması gerekir. Bu basit bir iş değildir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

kuresel-rekabetin-felsefesi
ÖNCEKİ YAZI

Küresel Rekabetin Felsefesi

tore-lider-millet-olmak
DİĞER YAZI

Töre: Lider Millet Olmak

Politika 'ın son yazıları

80 views

Yerelde Yapısalcılık

Bir olaya bakış yöntemimde felsefe ve tarih olmaz ise ben bunu oldukça eksik görürüm. Hemen herkesin siyaset, seçim, belediye, vs. konuştuğu noktada ben, bu işte temel felsefe ve asıl stratejik açıklama nerede diye arıyorum. Dolayısıyla felsefi yaklaşım ve stratejik bakış tarzı siyaset üstüdür. Benim açıklamalarım bu noktada değerlidir; mevcut yapılanlar gibi değil, başka türlü tartışmaları kapsamaktadır. Açıkça yazayım: Kim kazanacak, iktidar veya muhalefet ne yapacak, türü ifadelerle değil; imar neye göre olmalı, altyapı ve üstyapı nasıl planlanmalı, ülke ekonomisine uyumluluk ne şekilde sağlanmalı, kanunlar ne içerikte olmalı, gibi piramidin üstündeki meseleler önemlidir.
126 views

Emperyalizm

Bugünün anlayışı, küresel imkanlar içinde sahip olunan alanları artırmak ve güçlenmek, değer üretimi rekabetinde gerilerde kalmamak fikri üzerinedir. Ruslar gibi sürekli “kahrolsun emperyalizm” diyeceğinize, “ben hangi değeri üretebiliyorum, hangi büyük pazarda kaça satıyorum,” diye bakın isterim. Bugün ülkeler bazında ABD, İngiltere, Çin, Japonya, Güney Kore, birlik bazında Avrupa Birliği, küresel şirketler bazında sürekli sayısı artan ve yenilik üretenler, esasen bunlar değerleri zorluyorlar ve muhatap alınıyorlar. Daha fazla muhatap alınabilmek için yapılması gerekenler belli! Olan şu: Muhatap alınanların ve değer üreticilerinin daha fazla yayılması fikri!..
137 views

Doku Bozumu

Bu makale Ortadoğu'da kangren olan meseleleri stratejik düzlemde incelemektedir. Mevcut dokuyu bozan yapay düşünceler ile gerçekte olanlar arasındaki farkı bütün çıplaklığıyla dile getirmektedir. Halen bölgede savaş, çatışma, suç, terör, işgal, soykırım, gibi pek çok olumsuzluk yaşanmaktadır. Uluslararası sistem bu olup bitene çare bulamamaktadır. Suriye, Irak, Lübnan, Yemen, Libya, gibi ülkelerin halkları harap ve bitap düşmüş durumdadırlar.
192 views

Devlet-dışı Aktörler

Burada gayet karmaşık, iç içe geçen ve masum insanların istismarına dönük olayları ihtiva eden, bütün gayrimeşru faaliyetleri, politikaları, planları ve operasyonları, terörizmden tutunuz, vekalet savaşlarına, buradan iç savaşlara, gri bölge operasyonlarına, meşru görünse de esasen çıkara hizmet edenlere, meşru siyaset yapmak ve bunu geliştirmek varken, siyaset alanını anti-demokratik yöntemlerle daraltanlara kadar, birçok durumu kısaca da olsa açıklama imkânımız oldu. Meşruluk ile gayrimeşruluk arasındaki perdeyi görmek veya belirlemek çok çok önemlidir. Ben de sizler de hep birlikte bu dünyada birer aktörüz, tıpkı devletler, hükümetler, liderler, şirketler, gibi. Politika, insana has bir yetenek, işlev ve özelliktir. Meşruiyet dahilinde kalabilmek çok önemlidir. İnsanlar, istikrar, barış ve esenlik içinde yaşamayı, gelişmeyi, evlatlarını refah ve güven içinde yetiştirmeyi istemektedir.
127 views

ABD ile Yeni Bir Sayfa mı?

Geleceğe bakıyoruz, öyle değil mi? Mesela NATO’nun genişlemesi yönüyle İsveç’e onay verildi, bunun karşısında F-16 modernizasyonu gerçekleşecek. Hatta şimdiden aradaki başka tıkanıklıkların giderilmesi açısından olumlu açıklamalar yapılıyor, kamuoylarına bilgiler veriliyor, bunların bir anlamı olmalı.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme