Adalar Denizi (Ege) Meselesi

14 Haziran 2022
Okuyucu

Yunanistan’ın dün İngiltere’yi, bugün ise ABD ve AB ülkelerini arkasına aldığı, ısıtıp servis ettiği Adalar Denizi (Ege) provokasyonunu etraflıca bu makalede işleyeceğim. Başta size çok temel bir egemenlik bahsini açarak konuyu anlatacağım. Peşinden Lozan Andlaşması ve hükümlerince bilgilerimizi tazeleyeceğiz. Paris Andlaşması’na gidilen yola doğru olan 12 Adalar meselesini inceleyeceğim. Sonunda istismar edilen hususları ve çıkardığım dersleri sunacağım.

EGEMENLİK KONUSU

Bir coğrafya parçasına nasıl sahip olunur veya bir toprak parçası nasıl alınır? Burada her ne kadar coğrafi bölge veya toprak parçası gibi ifade edilse de aslında o bölgenin (ki bir ada da olabilir) ve içindekilerin, onunla birlikte sağlanabilecek hakların egemenliği yani hakimiyeti alınır. Konuya mülkiyet gibi bakın, mülkiyeti kimin diye bakın meseleye. Çünkü hâkim, malik, egemen, mülkiyetinin sahibi olan, şeklindeki bu aidiyet kavramları çok az farklarla aynı sonuca çıkar, uluslararası hukukta bir coğrafya parçasının sahipliğini işaret eder.

Örneğin, bugünlerde yine Adalar Denizi’nde (Ege’de) Menteşe Adaları olarak bilinen “12 Ada” meselesi konuşuluyor. Buranın egemenliği kimde, diye sorulduğunda, konu tam olarak anlaşılmış olacaktır.

Klasik zamanlardan bu yana belli coğrafyalar istila, işgal veya zapt etme yollarıyla alınabildiği gibi, daha sonraları da örnekleri artarak geldiği şekliyle, birinden diğerine devredilerek de alınabilir. Bu bakımdan o coğrafyanın maliki olmak adına gerekirse savaşılır, gerekirse bir özel anlaşmayla alınır. Ama sonuçta savaş olsa bile savaşanlar bir barış anlaşması yaparlar, bu barış şartları içerisinde “toprak” başlığı da yer alır.

Savaş diyoruz ama modern dönemde savaş kavramı değişken şartları içerir. Örneğin hâkim taraf yaptığı askeri fiile operasyon (harekât) diyebilir. Bugün Rusya, Ukrayna’da yaptığı askeri girişime “Özel Operasyon” derken, Batı dünyası buna savaş demektedir. “Savaş” hukuku ile “operasyon” hukuku bahisleri birbirinden ayrılır. 

Bir ülke bir savaşa nasıl ve hangi şartla girer, bunun bile bir anlaşma ile cereyan ettiği durumlar olabilir. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’na baştan ittifak içerisinde girmek ve tümüyle bu savaşın içerisinde yer almak ile sonradan bir anlaşma ile dar alanda ve belli süre içerisinde askeri operasyonların bir parçası olmak dahi sonuçta fark eden konulardır.

Anlaşma diyoruz ama bu bile içinde belli bir detaya sahiptir. Örneğin savaşan taraflarca bir ateşkes anlaşması yapılır. Ateşkes neyin durdurulması? Eğer savaşın tamamına dair olup bir barış anlaşmasının ön koşulları ile geniş çerçeveli bir ateşkes ise başka, bir operasyonda belli bir süre ve bölge için çatışmaya ara verilmesi başkadır. Diyelim büyük bir savaşa dair ateşkes yapılıyor, bu sonraki barış görüşmelerine basamak teşkil eder demiştim ve eğer ateşkeste “toprak” konusu bir başlık olarak yer aldı ise barış görüşmelerinde de bu bir şart kabul edilir.

Asker askere devir işlemi nasıl olur? Bir ateşkes neticesinde bir tarafın askeri o bölgeden çekileceği durumda rakibine mülkiyeti teslim eder. Burası bir kale ise kolay, kalenin anahtarını verirsiniz olur. Bir ada ise kolay, sınırları bellidir. Bir geniş coğrafya parçası ise burası evvela bir harita üzerine işaretlenir. Sözle tarif edilmesi yanı sıra anlaşmaya ek olarak bir harita koymak zaruridir. Hatta egemenlik hakları için örneğin sosyo-kültürel veya ekonomik değerler üzerine özel şartlar var ise bunlar devirde ekler halinde yazılır. Örneğin bir topluluğun dini hakları, yine bir topluluğa ait ibadethaneler, hatta depolanmış malzemeler, silahlar, fabrikalar, madenler, vs. konular tespit edilir. Sonra dokümanların hepsi imza edilir. Bu bahsettiğin henüz asker askere olan devir idi.

O bölgeye bir geçici idareci atanır. Bu atanan sivil veya asker fark etmez, neticede yapacağı iş, yaşamı normale çevirmek, hak-hukuk ve adalet işlerini tanzim etmek üzere olur. Bu idareci (örneğin vali) neye göre işlem yapar? Ateşkesteki şartlara göre. 

Barış anlaşması ya doğrudan olur ya da önce konferans tertip edilir ve bunu müteakip bir anlaşma ile tamamlanır. Bu görüşmelerde savaş, ateşkes şartları ve idari ortaya çıkan hususlar göz önünde bulundurulur. Eğer bu bir savaş neticesinde varılan barış ise daha ziyade kazanan tarafın çıkarları, tazminatlar gibi hususlarla için belli belirlemeler yapılır. Bu barış görüşmeleri uzun süreli bir barış ve istikrar hali yaratacak nitelikte olmalıdır; eğer değilse müteakip savaş çok erkenden başlayabilir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı sonrası barış doğru düzgün yapılamadığı nedenle İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına asıl etken olmuştur.

Toprak devri konusu çok çeşitli şekillerde cereyan edebilir. Eğer bir savaş gerçekleşti ise bu konu yine kazanan tarafın egemenliği kime vermek istediği şeklinde de gerçekleşebilir. Elbette burada çıkar, hukuk ve istikrar önemlidir ama; bölgedeki sosyolojik ve ekonomik gerçekliklere bakıldığı örnekler de vaki olmaktadır.

Konferans sonrası barış anlaşması ve bağlı anlaşmalar zincirleme halinde yapılabilir. Hatırlanacaktır, SSCB dağılırken veya Soğuk Savaş bittiğinde bazı ülkeler nükleer stoklarını Rusya Federasyonu’na taşıdılar, işte bu gibi silahların özel durumları hep üzerinde imza edilmesi gereken devir meseleleridir. Bu tür özel konular asıl anlaşmaya not edilir ve daha sonra özel anlaşma ile gerçekleştirilir.

LOZAN

Şimdi bu anlattıklarımı, Türkiye ve Yunanistan arasındaki Kurtuluş Savaşı ismini verdiğimiz zamana uygulayın, Mudanya Mütarekesi, Lozan Konferansı, Lozan Andlaşması ve daha sonradan İngilizler ile yapılan Musul-Kerkük konuları gibi anlaşmaları aklınızdan geçirerek düşünün. 

İşte bu gibi anlaşmalar savaşan taraflar ile yapılmıyor, dikkatinizi çekerim, bu iki taraflı bir savaş ama Birinci Dünya Savaşı’nın şartlarına göre iç içe giren mülkiyet, egemenli hakları ile ele alınıyor. 

Bu durumu size çok kısa biçimde şöyle açıklayayım:

Birinci Dünya Savaşı oldu. İngilizlerin başını çektiği ittifak, bu büyük savaşı kazanan taraftı, Osmanlı kaybeden taraf olan Almanya’nın yanındaydı. Büyük savaşta Osmanlı paylaşılacaktı, burada incelenmesi gereken bazı evreler vardır. Bunlar; İtalya’nın Birinci Dünya Savaşı’na katılmasından önceki devre (meşhur Sykes-Picot burada yer alır), İtalya’nın savaş katılmasından itibaren Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkmasına kadarki devre, Rus İhtilali sonrası evredir. Sonuçta Paris Barış Konferansı yapıldı. Peşinden Versailles, Saint Germain, Neuilly, Trianon ve Sevr Andlaşmaları imzalanır. Sevr öncesi savaşı kazananlar Osmanlı’ya karşı birlikte San Remo Anlaşması imzalamışlardı. 

Osmanlı bölgeleri için ateşkes için Mondros Mütarekesi imzalandı (30 Ekim 1918). Ordu terhis edildi ve şu maddeye bakın: “… ihtiyaç halinde stratejik bir mevki işgal edilebilir.” İngilizler İstanbul’u işgal ettiler. Yunanlılar Fransız, İngiliz ve Amerikan savaş gemilerinin himayesinde İzmir’e çıktılar. Diğerlerini saymamayım… İfade ettiğim gibi, Sevr gereği işgal bölgelerine askeri ve sivil idareciler geldiler ve yerleştiler veya yerleşmeden geri çekip gidenler de vardı. Malum Fransızlar ve İtalyanlar Anadolu’da tutunamadılar. Ancak İtalyanların Adalardaki hakları daha sonraki meseleler için bizim tartışacağımız konu oldu. Bu arada geri çekilenlerle bazı karşılıklı mahalli anlaşmalar imzalandı. Burada neyi söylüyorum? Bir coğrafyanın egemenlik hakkı belli tariflerde anlaşmaya varmak kaydıyla imza ile alınır, imza ile devredilir.

Sevr’e kimler imza attı? Bir tarafta Osmanlı Devleti, diğer tarafta ise; İngiltere, Fransa, İtayla, Hicaz, Ermenistan, Lehistan, Romanya, Sırp-Sloven-Hırvat Devletleri.

Sevr’de (10 Ağustos 1920) belirlenen hükümlerden birine bakın: “İzmir ve Ege bölgesinin büyük kısmı ile Ege Adaları (12 Adalar hariç) ve Doğu Trakya’nın bütünü Yunanistan’a verilecek.” 

İşgal Kuvvetleri Komutanlığı, ifade ediğim gibi geçiş aşamasını düzenleyen bir vali şeklinde görev yapmaktadır, Sevr ile kendilerine verilen yerleri teslim almakla kalmayan Yunanlılar, hamisi devletlerin de göz yummasına bağlı şekilde, Megali Idea düşüncesiyle alanını genişletmeye başlıyor. İşte bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bir vatansever örgütlenme söz konusu oluyor, Ankara’da bir meclis (TBMM) kurarak (23 Nisan 1920) hem direnişi örgütlüyor hem de “temsil” hakkını yeni bir isme ve hukuka oturtuyor, buna Türkiye diyor. Savaş, Yunan işgalcilerine karşı kazanılıyor, peşinden bu savaşa ilişkin barış masası ve devamı anlaşmalara geçiliyor; Lozan Konferansı (21 Kasım 1922’de başladı) ve Lozan Andlaşması (24 Temmuz 1923). Şu nokta önemli, anlaşmalar Osmanlı-İngiltere arasında yapılsa idi farklı olurdu, mağlup devlet statüsüyle barış yapılırdı, ama Lozan’daki başarının püf noktası burada, Yunanistan-Türkiye arasında yapıldı ve Türkiye Lozan’a galip devlet statüsüyle oturdu. Bu kendiliğinde veya rastgele olmadı, başta itibaren bilinçli ve diplomatik zekâ ile başarıldı. Sonuçta Dünya Savaşı yorgunu İngiltere de bölgeyi terk etti. 

Bu özeti neden yaptım? İç içe geçen süreçleri anlatabilmek içindi.

Lozan Barış Andlaşması Madde-1: Giriş: “İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri ile Türkiye, 1914 yılından beri Doğu’nun sükununu bozan savaş haline kesin son verme isteğini karşılıklı duyarak ve kendi uluslarının ortak refah ve mutluluğu için gerekli olan dostluk ve ticaret ilişkilerini aralarında yeniden kurma amacıyla ve bu ilişkilerin devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı ilkesine dayanması gerektiğini bilerek, bu hususta bir anlaşma yapmaya karar vermişler…

Bu giriş maddesi benim bugüne kadar savunduğum, “barış ve istikrar” düşüncesinin temelidir. Her kim ne yaparsa yapsın, karşılıklı imzalanan “Lozan’ın ruhu”nu bozmamaya gayret etmekle mükelleftir. Zamanın icaplarına göre bazı uygulamalar üzerine karşılıklı başkaca ek anlaşmalar yapılabilir, ancak bu ruh asla bozulmamalıdır.

LOZAN’DA ADALAR

Madde-12: “İmroz ve Bozca adalarıyla Tavşan adalarından başka Doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17-30 Mayıs 1913 tarihli Atina Andlaşması’nın on beşinci maddeleri hükümleri uygulanarak, 13 Şubat 1914 tarihli Londra Konferansı’nda alınıp, 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümetine tebliğ edilen karar, işbu anlaşmanın İtalya’nın egemenliğine verilen ve on beşinci maddede sayılan adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak şartıyla, tayin edilmiştir. Asya kıyısından üç milden az mesafede bulunan adalar, işbu andlaşmada aksine açıklık bulunmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.

Madde-13: “Barışın korunmasını sağlamak için Yunan Hükümeti Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında aşağıdaki önlemlere uymaya yükümlüdür: 1) Sözü geçen adalarda hiçbir deniz üssü, hiçbir istihkam tesis ve inşa edilmeyecektir. 2) Yunan askeri uçaklarının ve başka hava araçlarının Anadolu kıyı toprakları üzerinde uçması yasaklanacaktır. Karşılığında Türkiye Hükümeti de askeri uçaklarının başka hava araçlarının sözü geçen adalar üstünde uçmasını yasaklayacaktır. 3) Sözü geçen adalarda Yunan askeri kuvvetleri, silah altına alınıp yerinde eğitilebilecek ve yetiştirilebilecek eratın (askerlik çağındakiler) her zamanki miktardan ve bütün Yunan topraklarında mevcut bulunan jandarma ve polis miktarı ile orantılı olacak jandarma ve polis miktarından fazla olmayacaktır.

Madde-14: “Türkiye egemenliği altında kalan İmroz ve Bozca adaları yerel yönetim ile kişilerin ve malların korunması hususunda Müslüman olmayan yerli nüfusa her türlü güvenceyi sağlayan yerli halktan kurulu bir özel yönetim örgütüne kavuşacaktır. Bu adalarda güvenlik ve asayiş yukarıda belirtilen yerel yönetim eliyle yerli halk arasında alınan ve yerel yönetimin emri altında bulunan bir kolluk kurulu aracılığıyla sağlanacaktır. Rum ve Türk ahalinin değişimine ilişkin Türkiye ile Yunanistan arasında kararlaştırılmış veya kararlaştırılacak hükümler İmroz ve Bozca adaları halkına uygulanabilir olmayacaktır.

Madde-15: “Türkiye aşağıda sayılan adalar üzerindeki bütün haklarından ve dayanaklarından İtalya yararına vazgeçer. Bütün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kazos, Piskopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Sömbeki ve İstanköy adaları ile bunların bağlılarından olan adacıklar ve Meis adası.

Madde-16: “Türkiye işbu andlaşmada belirlenen sınırlar dışında bulunan bütün topraklar üzerinde ve topraklarla ilgili ve ayrıca işbu andlaşma ile üzerlerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış olan adalardan başka adalar üzerine -ki bu toprak ve adaların geleceği ilgililer tarafından karara başlanmış veya başlanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun sahip olduğu bütün haklardan ve dayanaklardan vazgeçtiğini bildirir. İşbu maddenin hükümleri, komşu olmak dolayısıyla Türkiye ile sınırdaş ülkeler arasında kararlaştırılmış veya kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmaz.

PARİS’TE 12 ADALAR

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Paris Konferansları 9 Kasım 1945’te başlamış ve sonuncusu 15 Ekim 1946’da sona ermiştir. Üçüncü Konferans Luxemburg Sarayı’nda yapılmıştır. Hâkim Müttefik Devletler: Fransa, İngiltere, ABD, SSCB; diğer yanda ise Mihver Devletler, İtalya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Finlandiya var. 10 Şubat 1947’de Paris Andlaşmaları (beş adettir) imzalandı. Burada İtalya 12 Adaları Yunanistan’a devretti.

Şimdi bu konunun geri planına bakalım. Paris Andlaşması İkinci Dünya Savaşı sonrası iken meselenin gerisindeki olaylar Birinci Dünya Savaşı öncelerine kadar gider.

Şuradan başlayalım, Balkan Savaşı çıkınca Osmanlı Devleti 18 Ekim 1912’de İtalya arasında Uşi Andlaşması (buna Lozan da denmektedir) imza edildi. Ancak Osmanlı Devleti, Trablusgarb ve 12 Adalar’ı İtalyanlara devretmedi. 

Uşi Andlaşması 2. Maddesi: (İlk paragraf) “İşbu muahedenin imzası akabinde hükümeteynden her biri, yani hükümeti Osmaniye, Trablusgarb ile Bingazi’den ve İtalya Hükümeti Adalar Denizinde tahtı işgali bulunan adalardan kendi zabit ve askerleri ile memurin-i mülkiyelerinin celpleri zımmında emir vermeyi taahhüt eder.” (İkinci paragraf) “İtalyan zabitan ve asakiri ile memurin-i mülkiyesi tarafından cezair-i mezkurenin fiilen tahliyesi, Osmanlı zabitan ve asakiri ile memurin-i mülkiyesi tarafından Trablusgarb ve Bingazi’nin tahliyesini müteakip vukubulacaktır.

İkinci paragraf diyor ki; Osmanlı Devleti Trablusgarb ve Bingazi’den son askerini ve memurunu çekmedikçe, İtalya da 12 Adalar’ı Osmanlı’ya teslim etmem.

Bunun anlamı şudur, Osmanlı belirtilen alanlardan asker çekmeyi taahhüt etti, adaları devretmedi. Bu anlaşmada İtalya’ya bir egemenlik hakkı terki söz konusu değildir. Peki ne oldu, İtalyanlar buraları fiilen işgal etmiş oldu. Asker askere devirde aralarında bir mutabakat zaptı yok. Başta ifade ettiğim konuları hatırlıyor musunuz, bu nokta önemlidir. 

Balkan Savaşı (1912-13) derken bazı detayları da hatırlayalım, bu dönemde Adalar Denizi’nde Osmanlı Donanması neredeyse yok denecek vaziyetteyken, Yunanlıların ve İtalyanların donanmaları güçlüydü. Osmanlı Devleti Balkanlarda varlık göstermeyi bile tam başaramayacakken, İtalyanlara ve Yunanlılara karşı 12 Adalar için bir cephe açacak güçte değildi. Bu temel bir gerçek olarak karşımızdadır. Ancak bu 12 Adalar meselesinde neden ısrarcı olunmadı konusuna karşılık gelir, hukuk kapsamındaki durumu tarif etmez. Balkan Savaşı bitince 12 Adalar için fiilen muhatap birken iki oldu; İtalya ve Yunanistan. 

Balkan Savaşı bitti, Osmanlı 12 Adayı istedi, İtalya mazeretler uydurdu, daha sonra da Antakya’da demiryolu yapım işi için taviz istedi. (Bu zamanda İngilizler İzmir-Aydın demiryolunu yapıyordu.) Bu tür talepler olunca işin içine İngiltere de dahil olmaya, en azından gelişmeleri yakından takip etmeye başladı. İngiltere, İtalyanların 12 Adalar’da ne tür bir yol izleyeceğine odaklandı. İngiltere ve Yunanistan, İtalya’ya mektuplarla, “12 Adalar’da bulunman geçicidir ve bölgeden çık” dedi. 

Daha sonra şartlar değişti ve Ağustos 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladı.

Bunun üzerine Londra Andlaşması (26 Nisan 1915) ile neticelenen zeminde Osmanlı ile ilgili konular görüşüldü ve şu kararlar alındı: “1) İngiltere, Fransa ve Rusya, Asya Türkiye’sinin tamamen veya kısmen paylaşılması halinde, İtalya’nın Antalya iline yakın olan Akdeniz bölgesinde adil bir pay almasını genel olarak kabul ederler. Bu bölge, sırası gelince Fransa’nın ve İngiltere’nin çıkarları göz önünde bulundurularak çizilecektir. Osmanlı topraklarının bütünlüğü korunursa ve büyük devletlerin çıkar bölgelerinde değişiklikler yapılırsa, İtalya’nın çıkarları da dikkate alınacaktır. Eğer bu savaş boyunca Fransa, İngiltere ve Rusya, Asya Türkiye’sinde yerler işgal ederlerse, Antalya iline yakın olan yerler İtalya’ya ayrılacaktı ve İtalya isterse burasını işgal edebilecekti. 2) İtalya, Uşi Andlaşması gereğince geçici olarak elinde bulundurduğu 12 Adalar üzerinde tam egemenliğe sahip olacaktır. Ayrıca Trablusgarb’da Osmanlı Devleti’ne ait kalan hak ve ayrıcalıklar İtalya’ya geçecektir.

Bakın bu paylaşma anlaşmalarında Osmanlı Devleti yoktur. Osmanlı’nın işgali söz konusu bu anlaşmaları bugün reddetmesi çok tabiidir. Ancak neticede bu Londra Andlaşması üzerine Sevr Andlaşması gerçekleşmiştir. Bu durumda benim iç içe geçen halleri tarif etmemin nedeni bir kez daha anlaşılmış olmaktadır.

İtalya 1914-1918 arasında 12 Adalar’da fiilen işgalcidir. Mondros ve Sevr düzeninde durum böyledir. Ancak Birinci Dünya Savaşı mağlubu bir Osmanlı Devleti olduğunu da bilelim. 1922’de İtalya’da Faşist Parti iktidarı vardır. Mussolini, Roma İmparatorluğu’nu canlandırmaktan bahsetmekte ve Akdeniz’e, “bizim deniz” demektedir. Sonuçta Türkiye, 1923 Lozan Andlaşması, Madde-15 ile 12 Adalar’ı İtalyanlara resmen vermiş oldu. Müteakiben 1933’lerde Hitler ile Mussolini tabanlı bir Berlin-Roma Mihveri kuruldu. 

İkinci Dünya Savaşı (1939-45) oluyorken Türkiye’ye Almanya ve İngiltere tarafından değişik zamanlarda teklifler gelmeye başladı, savaşa yanlarında katılmak şartıyla 12 Adalar’ın veya içinden bazılarının verilebileceği gündeme getirildi veya tam tersi taraflar ikazda bulundu, sizi karşımıza alırız dendi. Bu yakın döneme ilişkin çok detay ve hatıratlar var, burada bunlara değinmeyeceğim. Zamanın hükümetinin bir barış konferansına davet edildiği hususu hatıratlar ışığında pek net değildir, ancak Dışişleri Bakanlığı Arşivi bu konuyu netleştirebilir, dışarıdan bakarak söyleyebiliriz ki, sonuçta hükümet barış konferansına katılmamıştır ve kısaca, “biz bu savaşa katılmadık, ganimetleri üzerine görüşmemiz de doğru olmaz,” demiştir. Detay için konuyu merak edenler Feridun Cemal Erkin’in hatıratlarına bakabilirler. 

İngiltere Büyükelçisi’nin bir cevabında şu açıklama vardır: “12 Adalar sadece nüfus çoğunluğu esasına dayanılarak Amerika ve Sovyet Birliği Dışişleri Bakanları arasında varılan mutabakat dolayısıyla Yunanistan’a verilmektedir.

Şimdi denebilir ki, bu mutabakatta Türkiye yoktu, o halde yok sayarız. Olur tabii!.. Başta bir işgalci İtalya meselesi vardı, sonra Yunanistan’a devredildiği noktada Türkiye görüşmelerde bulunmamaktaydı. Neden olmasın? Bu husus hukuki mesele olarak ileri sürülebilir. Fakat önemli olan sonuç alabilmektir. Muhatap ülkeler nezdinde bu tür konuların altyapısı diplomatik olarak olgunlaştırılmadan ileri sürülürse ters tepme ihtimali daima mevcuttur. Neticede dünya bir güç mücadelesi alanıdır. Adalet ve egemenlik, fazlaca tartışılan konular halinde önümüzde durmaktadır. Bazen başat güçlerce hukuksuzluk tercih edilmekte ve istikrarsızlıktan çıkar elde edilebilmektedir.

Paris Andlaşması (10 Şubat 1947) Kısım-V, Yunanistan, Hususi Şartlar, Madde-14: “1) İtalya isimleri müteakiben zikredilen 12 Adalar’ın tam hükümranlığını Yunanistan’a vermiştir: Astampalya, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kazos, Piskopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Sömbeki, İstanköy ve bağlı küçük adacıklar. 2) Bu adalar gayri askeri olacak ve öyle kalacaklardır. 3) Bu adaların Yunanistan’a teslimine ait formaliteler ve teknik şartlar İngiltere ve Yunanistan arasında yapılacak bir anlaşma ile tespit edilecek ve yabancı kıt’aların çekilmesine en geç işbu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden 90 gün sonra tamamlanması için bu anlaşmalar yapılacaktır.

İSTİSMAR

Hukuk tanımıyor, ama kendine göre politika yapıyor, bu gerçek. Buraya bir başka resim daha koyayım, Keçi Adası’nın Google’dan güncel bir görüntüsünü. Yunanistan Türkiye’nin (Bodrum’un) hemen dibindeki kayalıkta gözümüze sokarcasına istihkam oluşturmuş burada silahlı bir askeri birlik var bayrak açmışlar Lozan Andlaşması ve Paris Andlaşması ihlal edilmiş durumda bu büyük bir provokasyondur. Başbakan Mitsotakis bu adacıktaki provokasyonunu tescillemiştir. Siz düşünün!

Şimdi Yunanistan ne yapıyor?

Buna karşı ne yapılmalı? Politika!

İstismar ettikleri neler? Çokça biliyoruz meseleleri, yazıp çizdim bunları… Örneğin adaların kıta sahanlığı meselesini istismar ediyor. Hatta EGEAYDAK dediğimiz kayacıkları bile sahiplenip, buralara bir kıta sahanlığı düzmecesi ilan ederek, neredeyse Türkiye’nin denize çıkışını kapatmak istiyor. Hem burada Lozan’da tespit edilen kayacıklar da var. Bunun kabul edilemeyeceğini Yunanlı yetkililer herhalde biliyordur. Zaten bunlar bütün uluslararası anlaşmalara uymayan taleplerdir. Dahası, kıta sahanlığı üstündeki hava ülkesi, buranın kontrolü ve egemenlik alanına giren mükellefiyetleri gasp konuları var.

Esasında bütün anlaşmalarda yazar; Asya, Küçük Asya, Anadolu, ana kıta, vs. hususlar, hangi adanın nerenin uzantısı olduğunu tarif eden belirticiler. O halde daha ne geriyoruz bu konuyu, zaten ana noktalar ve ara hatlar belli, deniz ise bir kapalı deniz konumunda.

Sahayı kontrol etmek mi? Nasıl? Elbette sözle kontrol olmuyor, sahada birçok tesisat kurmanız, sistem ve platform kullanmanız gerekir. Bunlar birtakım işletme hakları ve sorumluluklarla beraber gelen bir iş imkanı ve diğerlerinin size tabi olma durumunu yaratır.

Ama önemlisi deniz üstü, deniz altı ve deniz tabanı zenginliklerinin maliki ve hükümranı olmak mevzusudur. Bunları elde etmek konusu bugünün politikası gereği Yunanistan kadar Avrupa Birliği için de önemsenen konu başlıklarıdır.

O halde istismar bahsi çıkarlara göre şekillenmekte ve politikalarla geliştirilmektedir. Bunlar anlaşılmıyor mu zannediliyor?

SONUÇ

Makalenin görselini bilmeyenler için hatırlatayım, Antalya, Kaş ilçemizden hemen karşısındaki Yunanistan’a ait Meis adası görülüyor.

Kendi zamanının şartlarında yaşananlar, büyük güçlerin yarattığı fiili atmosfer halleri, varılan anlaşmalar, sonrasında ortaya çıkan bir durum var. Her bir durum değişir midir, kim isterse değişir, neler yapılabilir, bütün bunlar politikanın konularıdır. Günümüz itibariyle yine karşımızda büyük güçlerin etkisiyle şımaran bir Yunan Mitsotakis Hükümeti var. Artık kanıksadık, bunu normal görmekteyiz. Hükümetlere düşen görev, mevcut statükoyu devam ettirmek mi, birtakım değişikliklere gidecek adımları atmak mı, bu kararları vermektir; özelde ise yapılan provokasyonları savuşturmak ve Lozan Ruhu olarak işaret ettiğim bu bölgenin barış ve istikrarına katkı sağlayacak sağduyulu adımları atmaktır.

Çıkardığım sonuçları sıralayayım: Birincisi, uzun uzadıya başlangıçta sunduğum konuyu önemsiyorum. Zira uluslararası konular güç dengeleri üzerinden ve fiili şartların etkisiyle şekillenirken, çoğu kere, büyük güçlerin, hukukun kendine göre düzenlenmesini talep etmesi yine temel bir gerçeklik halinde karşımızdadır. İkinci sonuç, iç içe geçen şartları ve ortaya çıkan durum, getirisi ve götürüsünün çok iyi hesap edilmesi, bütünüyle sorumluluğunun idrakinde olunması, bunlar hakkında karar gerekir ki bu en üst mercilerin işidir.

Bu kadar uzun uzadıya yazdım çizdim, çünkü amacım konunun hem bilindiğini hem de zor kararlar vermeyi gerektiğini ifade etmek içindi. Öyle görünüyor ki kendilerini devleti yönetenler seviyesine çıkarmaktan kaçınmayan uzman görünümlü sorumsuz şahsiyetler, nasıl Yunanistan Başbakanı politika gereği bir provokasyon peşinde ise, aynı hadsiz tavırlarla, kendilerince bir provokasyon kampanyası yürütmektedirler ve bununla popülizm peşinde giderek kolay kazanç elde etmeye çalışmaktadırlar. Bunlar öyle küçük işler değildir! Dünya Savaşlarından bahsediyoruz burada…

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

Politika 'ın son yazıları

57 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
99 views

İsrail, İran ve Gazze

Genel bir değerlendirme yapalım, çünkü İsrail, 7 Ekim saldırısından 6 ay geçti ve "bugün Gazze'de üçüncü aşamaya geçtik" dedi. Bu ne demektir, bölgede başka ne gibi gelişebilir olabilir, hepsini inceleyelim.
75 views

Modern Rekabet

Burada modern rekabetin küreselleşmesi öyküsünü kendi içindeki kavramlarını tartışarak, Rusya ve Çin örnekleri üzerinden otoriter yönetimlerin eleştirisini yaparak açıklayacağım. Kavramsal olarak "modern rekabet" anlayışını bu şekilde açıklama imkanı bulacağım. Sonlara doğru kapitalizmin yozlaşmasını açıklayacağım. Bu kısımda da Anglo-Sakson yapıyı ve Kıta Avrupa'sını işaret edeceğim. Burada anlaşılması gereken şu olacak: Demokrasi ve insanlığın gelişimi kimsenin insafına kalmamalı, rekabetin yapılma amacı değer üretmek esaslı olmalı.
70 views

Seçimler ve Beka

31 Mart Yerel Seçimleri gerçekleştirildi ve Türk demokrasisi kazandı diyoruz. Ben ise size bu seçimleri örnekleyerek bir "beka seçimi" ne demek oluyor, bunu açıklayacağım. Buradan hareketle yapılması gerekenleri de gözden geçirmiş olacağım.
93 views

Politikada Gri Kavramlar

Size politika amaçlı yapılan propaganda konusu içinde yer alan kavramsal bir temayı sunuyorum, grilik. Gri kavramların dış ve iç politika yansımalarına bakacağım. Özellikle ABD dış politikasında kendi çıkarına yaklaşımlar sergilemesi neticesinde görülen gri kavramlar konusunu işleyeceğim. Buna örnek olarak Filistin-İsrail, terörle mücadele, sözde soykırım tasarısı gibi konular da yer alacak.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme