Avustralya'daki yangınlar bir hayli olumsuz sonuç yarattı. İnsanlık ders almayacak mı? Kavramlar belli; küresel ısınma, sera etkisi, iklim değişikliği.
Günümüzde en önemli savaş alanı toprak kazanımı değil, insanların zihinlerini ele geçirmek şeklindedir. Göçün bir silaha dönüştürülmesi, hukuki, politik ve ekonomik yaptırımlar, bilgi ve siber savaş, ticaret ve altyapı politikaları gibi diğer baskı biçimleri birbirini tamamlayan araçlar halindedir ve bu karşımıza en basit şekliyle bir Hibrit Savaş olarak çıkmaktadır. Büyük ölçüde savaşanların çoğunun kurbanlarının siviller olacağı sürekli bir çatışma dönemindeyiz. Ben bu konuyu eski ABD Başkanı Donald Trump’tan alıntıyla Sonu Olmayan Savaş şeklinde yazmıştım. Bu dünyada çok az insanı etkilemeyen türden bir kötü iklim koşulları gibidir.
Bu yıl Glasgow'da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'nin altıncı değerlendirme toplantısında (COP26) dünya liderleri daha önce belirlenen hedeflerle ilgili umut verici bazı yeni anlaşmalara imza attılar. Ancak bütün hoşgörülü ifadelere rağmen küresel sera gazı emisyonları şu ana kadar gezegenin ihtiyacı olan hızda azaltılmıyor. Diğer yandan bazı ülkelerin iklimle ilgili vaatleri güçlendirilirken, bunlara ulaşmak için somut önlemlerin eksikliği gerçek bir endişe kaynağıdır. Politik çıkar ve küresel canlanma arasında gidip gelen bir sorun var. Sanırım insanlık önce bunu aşmak zorundadır.
BM Genel Kurulu vesilesiyle yapılan açıklamalar ve temaslara bakarak Türk-Amerikan ilişkilerinin son durumu hakkında kısa bir değerlendirme yapalım. Ama öncesinde ABD’nin politika ve diplomasi yönüyle çalışma şeklini tanımlayalım.
Birleşmiş Milletler (BM) 76. Genel Kurulu gerçekleştirildi. Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir konuşma yaptı. Benim dikkatimi daha çok ABD Başkanı Joe Biden'ın ifade ettikleri oldu. Dolayısıyla yazımda yeni küresel düzeninin ve çatışma/rekabet ortamının BM'den nasıl göründüğünü açıklamak isterim.
Hayati nedenler ortada, küresel ısınmanın temposunu azaltmak zaten insanlığın en temel görevi. Ama bu arada dünyada her konu bu hususun etkisiyle değişim göstermektedir. Bu hükümetler ve uluslararası kurumlar için ilave bir yönetme alanıdır. Kim bu alanda ön alır ve doğru adımlar atarsa güç mücadelesinde de konumunu belirleyecektir. Mevcut hızıyla iklim değişikliği 2050 yılına kadar manzarayı çarpıcı biçimde yeniden şekillendirmektedir. Değişimden yoğun etkilenen bölgelerde bir milyardan fazla insanın kaynaklar için rekabet etmesini zorunlu kılmaktadır. Kuzey Kutbu buzullarının erimesi yeni deniz rotaları açarak küresel deniz taşımacılığını daha az güvenli bölgelere kaydıracaktır. Kırılgan bölgeler istikrarsız hale geldikçe ve iklim değişikliği çatışma faktörleri şiddetlenecektir. Ülkeler stratejik manada esnek planlar yapmalıdır. Ancak şimdiden ön alınacak konular bellidir: Arktik buz kaybı, göç ve nadir toprak elementleri. Ülkeler iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve ekonomik rekabet gücünü sürdürmek, temiz ve yenilenebilir enerji hedeflerine ulaşmak ve nadir toprak elementi tedarik zincirlerini güvence altına almak için plan yapmak zorundadır. Büyük risk alanı şimdiden söyleyelim, iklimdir! Jeoekonomik şartla tamamen değişmektedir. İklim değişikliğinin neden olduğu ve krizlerin çoğaldığı bir ortamda tüm alanlarda (hava, kara, deniz, uzay ve siber-uzay) rekabet edebilmek için liderlerin yapacağı önemli işler vardır.
Jeopolitika, jeostrateji, ülkelerin hedefleri, kapitalizm, Hegelci yaklaşım, Dördüncü Sanayi Devrimi, küresel değişimler, bozulmalar, örneğin iklim değişikliğinin etkileri, bütünüyle ortaya çıkan yeni güvenlik riskleri, gibi bu kapsamlı konularda tatmin edici bir açıklamayı bu makalede bulacaksınız.
İçinde bulunduğumuz dönemde çok önemli bir tecrübe yaşamaktayız. Yangının korkunç etkisi ve dolayısıyla kayıplar var. Bu ciddi mesele tamamen siyaset üstüdür. İçinde bulunduğumuz dönemde çok önemli bir tecrübe yaşamaktayız. Yangının korkunç etkisi ve dolayısıyla kayıplar var. Bu ciddi mesele tamamen siyaset üstüdür. Önümüzdeki yıllarda da yangınlar ve başka felaketler olacak, belki de daha çok!
Önce Çin, ABD’yi geçecek mi, sorusunu cevaplayacağım. Ama bundan daha önemli sorular olmalı, nasıl bir dünya kurgusu içinde olacağız, insanlık ne tür jeopolitik bir atmosferde kalacak, gibi… İnsanlığın üzerindeki baskıyı oldukça hissedeceği bir dönemde yaşayacağı değişimi ve küresel aktörlerin hangi alanlar üzerinde rekabet edeceğini inceleyeceğim.
Cari konuları jeopolitik bakımdan incelersek, stratejik çapta bir küresel tırmanmanın olduğunu görmemiz gerekir. Acaba bu yeni bir Soğuk Savaş mı, diye soranlar oluyor. Her neyse, ama ortadaki sorunların çözümünden ziyade bir küresel gerginliğin olduğu görülebilir. Özellikle askeri stratejik hareketlenmeler dikkat çekici gelişiyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Küresel Eğilimler (2040) dokümanını yayımladı. Bu dokümanda yapılan inceleme neticesinde ortaya konan dört senaryolu tabloya bakınca akla şu geliyor; ABD bir hesap sonucu ortaya çıkan senaryoların durumuna göre çıkarına en fazla hizmet edecek olanının gerçekleşmesi için stratejisini yönlendirecek ve hedefler belirleyip uygulayacak. Akla başka bir husus daha geliyor, buna şüpheci yaklaşım diyelim. Bu şüpheci yaklaşım gereği, ABD ileride olabilecek küresel eğilimleri ortaya koyarak, hasımları ile mevcut ve olası ortaklarının seçeneklerini yönlendirmek istiyor olabilir. Ne dersiniz?