Çarpıklık: Saldıran Hukuk ve Bölücü Demokrasi Anlayışı

25 Ekim 2021
Okuyucu

Bu yeni bir durum! Demokrasi ve özgürlük kavramları kullanılıyor, hukuk içindeki süreçler politik çıkar için formülüze ediliyor, diplomasi yoluyla ortak hamle yapılıyor ve bir başka ülke üzerinde baskı kuruluyor, bütün bunlar planlı gerçekleştiriliyor. Son iki haftada olanlara bakılırsa Biden Yönetiminin planlı bir uygulamasıyla karşı karşıya kalındığı açıktır. Buna aktif biçimde Avrupa Birliği ülkelerinden katılanlar var. Peşi sıra gündeme getirilen konular neler? Biden’ın Türkiye’ye Karşı (İktidara) Politikaları, Avrupa Komisyonu Raporu, FATF’ın Gri Listesi, Halkbank Davası, ABD’nin Teröre Bakışı ve (Ülkücülere Karşı) Titüs Yasa Teklifi, Biden’ın Acil Durum Planı Mektubu, Kavala Davası ve 10 Büyükelçi Krizi, İç Politika ve Demirtaş Davası, Kırılma, Sonuç.

Bir ricam var, yazıyı lütfen sabırla okuyun, detaylar önemli, ama her aşamada, hangi konu partiler üstü, hangisi değil, öyle bakın olaya.

Biden’ın Türkiye’ye Karşı (İktidara) Politikaları

Küresel güç ABD’nin Başkanı Biden yönetiminin Türkiye ölçeğinde politik izdüşümü nasıl? Bakın yaklaşık bir yıl oluyor, Biden işbaşına geleli diplomatik ilişkiler pek iyi gelişmedi. NATO zirvesinde Biden-Erdoğan görüşmesi yapıldı. Fakat halen Beyaz Saray Türk diplomasisine mesafeli duruyor. Bunun nedenleri var. ABD diyor ki, Rusya ile işbirliğine girmeyin! Türkiye de rahatsızlıklarını dile getirdi. 

Bazılarını sıralayalım: Biden’ın Ermeni (sözde) soykırım tasarısını oylaması, S-400 ve F-35 meseleleri, ABD’nin FETÖ’ye, SDG’ye (PKK/YPG) verdiği desteği ve Suriye kuzeyine bir garnizon devletçik kurma projesini sürdürmesi, gibi. 

Geldik F-16 talebine ve Yunanistan ile ABD askeri anlaşmalarının doğal dengeyi bozmak üzere geliştiği meselelerine dayandık! Bütün bu hususlar, daha önceki Demokrat Başkan Barack Obama zamanında Biden’ın Başkan Yardımcısı olduğu zaman başlatılan ABD politikalardır. 

Biden işbaşına gelmeden hemen önce, siyasi sürecin en başından itibaren çok iyi tanıdığı Recep Tayip Erdoğan’a karşı olduğunu açıkladı, Beyaz Saray’a geçer geçmez de Türkiye’ye yönelik psikolojik baskı uygulamaya başladı. Türkiye’den gelen diplomatik mesajları bile açmamaya, cevap vermek zorunda kalmamaya ve görüşmeleri geciktirmeye çalıştı.

Kıbrıslı Rumlarla paslaşan ABD Senato Dış ilişkiler Komisyonu Başkanı Demokrat Senatör Bob Menendez’in Türkiye aleyhine ısrarcı politikaları dikkat çekicidir. Menendez’in politikaları Joe Biden ile birlikte gelişir, burası açık. Eski Başkan Donald Trump zamanında bunu defalarca gördük. Hatta Doğu Akdeniz konusunda Senato’ya kanun teklifi hazırlanırken Menendez’in yanına Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio da eklenir ki her iki partinin teklifi büyük çoğunluk alabilsin.

Güney Kıbrıs Rum bölgesinden Cyprus Mail bir haber yapıyor, bunun haberine dayalı Menendez fikir beyan ediyor, twit atıyor, bunun üzerine Cyprus Mail, Menendez şöyle dedi şeklinde bir haber daha yapıyor. Peki Menendez ne diyor? “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) ihlaller peşinde, Avrupa Birliği (AB) hayati değerler için üyesini tam destekliyor…” diyor. Bu yazıda sırasıyla yazılmış, Kıbrıs’ta iki kesimlilik yok, Ada Rumların, hatta AB üyesi ve tam desteğinin alıyor, Batı çıkarlarıyla ortaklık var, MEB konusunda çıkarların korunması ve geliştirilmesi gerekir, Türkiye saldırgan taraf… İşte ABD’nin politikası budur. Cyprus Mail’in müteakip haberinde de “Menendez’den Kıbrıs’a tam destek,” deniyor.

Şimdi Nisan 2019’a gidelim, neler var bakalım. Demokrat Senatör Bob Menendez ve Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji İşbirliği Kanunu” tasarısını Kongre’ye sundu. Bu tasarıda, Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında kurulan enerji ve güvenlik ortaklığına tam destek verilmesi öngörülüyordu. Tasarı ABD’nin Doğu Akdeniz’deki uzun dönem stratejisini yeniden şekillendirmeyi hedefliyordu. Bu kapsamda 1987 yılından beri yürürlükte olan Kıbrıs’a silah ambargosunun kaldırılması öngörüyordu. Bu tasarı kabul edildi.

O dönemde Senatör Menendez şöyle dedi: “Amerika Birleşik Devletleri’nin Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’le güçlü ve gelişen ilişkileri sayesinde Doğu Akdeniz’deki çıkarları önemli boyutlardadır. Bu ülkeler arasında son yıllarda enerji eksenli gelişen işbirlikleri daha geniş kapsamlı bölge güvenliği, ekonomi ve enerji ile ilgili işbirliklerine kapı aralamıştır. Birleşik Devletler’in bu işbirliğini derinleştirmek ve Doğu Akdeniz’i daha güvenli hale getirmek ve bu işbirliğini kullanmak için devreye girme zamanı gelmiştir. Bu tasarı barış, refah ve uluslarımızın güvenliği adında ortak çabalarla bu dostluk ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamaktadır.”

“ABD’nin Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimlerine birlikte uyguladığı ambargoya rağmen adada 40 bin Türk askerinin bulunduğu ve bir kısım Amerikan menşeli silahların burada kullanıldığı,” vurgulanan tasarı hakkında Rubio da; “Güney Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması ve Yunanistan’a askeri desteğin arttırılmasıyla bu tasarının bölgedeki kilit ortaklarımızın istikrarına daha kapsamlı bir yaklaşım sağlayacaktır,” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi: “Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesinde polislerimize yönelik son saldırı ve topraklarımızı hedef alan tacizler artık bardağı taşırmıştır. Suriye’den ülkemize yönelik saldırıları bertaraf etmekte kararlıyız. Artık tahammülümüz kalmamıştır. En sıra sürede gereken adımları atacağız.”

Diplomasi sözel ve yazılı savaş türüdür. Şakası yoktur. Ancak yöntem itidal üzeredir. Bir süreden beri ABD ve Avrupa Birliği, Türkiye’ye karşı diplomatik saldırılar gerçekleştiriyor ve buna karşı Türkiye defans yapmaya çabalıyor.

Avrupa Komisyonu Raporu

Avrupa Komisyonu Türkiye Raporu yayımlandı. Dışişleri Bakanlığı’ndan Avrupa Komisyonu Türkiye Raporu’na ilişkin yapılan açıklamada şu ifadeler var: “Türkiye’ye karşı sorumlulukların göz ardı edildiği ve ülkemizle ilişkilerde yine çifte standartlı yaklaşımın sergilendiği bir Türkiye Raporu yayımlanmıştır. Özellikle siyasi kriterler ile Yargı ve Temel Haklar faslındaki mesnetsiz iddiaları ve haksız eleştirileri kabul etmiyoruz.”

Dışişleri’nin açıklaması aşağıdaki şekildedir:

“Avrupa Komisyonu 2021 yılı Genişleme Strateji Belgesi ile Türkiye dâhil tüm aday ve potansiyel aday ülkeler için hazırlanan Ülke Raporlarını bugün açıklamıştır. AB ile olumlu bir siyasi gündem oluşturmaya çalıştığımız ve üst düzey diyaloğumuzu canlandırdığımız bir dönemde, ne yazık ki aday ülke Türkiye’ye karşı sorumlulukların göz ardı edildiği ve ülkemizle ilişkilerde yine çifte standartlı yaklaşımın sergilendiği bir Türkiye Raporu yayımlanmıştır. 

Özellikle siyasi kriterler ile Yargı ve Temel Haklar faslındaki mesnetsiz iddiaları ve haksız eleştirileri kabul etmiyoruz. 23. Yargı ve Temel Haklar ile 24. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasılları önündeki siyasi engelleri kaldırmayan AB’nin, üye devletler bakımından bile tartışmalı olan pek çok konuda, ülkemize özgü koşulları değerlendirmeden, yönetim ve siyasal sistemimize, temel haklara, bazı yargı/idari kararlar ile terörle mücadelemize yönelik haksız ve orantısız tespitlerini reddediyoruz. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sınamalar ile PKK/PYD/YPG, FETÖ ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin tehditlerini dikkate almayan bu yaklaşım, Avrupa’daki AB ve Türkiye karşıtı radikal kesimleri mutlu etmekten başka bir amaca hizmet etmemektedir… 

Bir yandan aday ülke Türkiye ile dış politika, bölgesel gelişmeler, güvenlik, savunma ve sektörel konularda mevcut üst düzey diyalog ve işbirliği mekanizmalarını engellerken, diğer yandan bu kritik alanlarda AB politikalarına uyumumuzun azaldığını ve çıkar çatışmaları doğduğunu belirtmek AB’nin tutarsızlıklarına yeni bir örnektir. 

Raporda, Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs meselelerine ilişkin ve esasen AB’nin yetkisinde olmayan konularda, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yine tutarsız ve yanlı Rum/Yunan tezlerine yer verilmesini de reddediyoruz. Gerginliğin düşürülmesi, diyalog ve işbirliğinin başlatılması bakımından üzerimize düşeni fazlasıyla yerine getirmemize rağmen, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin hakkını, AB’nin ısrarla teslim etmemesini esefle karşılıyoruz. AB’nin bu taraflı ve haksız tutumu, sorunun çözümüne katkı sunmadığı gibi, gerginliklerin devamına neden olmakta; Birliğin her türlü bölgesel ve küresel güç olma iddiasını da zayıflatmaktadır…”

FATF’ın Gri Listesi

Financial Times’ın haberine göre, Malî Eylem Görev Gücü (FATF) perşembe günü Paris’te gerçekleştireceği toplantıda Türkiye’nin gri listeye alınıp alınmayacağı kararını onaylayacak denmişti. 

Haber geldi, Mali Eylem Görev Gücü (FATF), kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede eksikleri olduğu için Türkiye’nin daha sıkı izlenmesini gerektiren gri listeye alındığını duyurdu. Merkezi Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan ve OECD’ye (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) bağlı kurum, bu hafta düzenlenen Genel Kurul’da alınan kararları bugün bir basın toplantısıyla duyurdu. Buna göre en son 2019’da yapılan değerlendirmede bu alanlarda bazı eksiklerinin olduğu vurgulanan Türkiye, yakından takip edileceği anlamına gelen gri listeye girdi. FATF Başkanı Marcus Pleyer, basın toplantısında Türkiye’de mali sektörün, emlakçı ya da değerli maden ticareti yapan kişiler gibi farklı aktörlerin daha sıkı denetlenmesi gerektiğini vurguladı. Gri listede yer alan 22 diğer ülke arasında Arnavutluk, Fas, Suriye, Güney Sudan ve Yemen yer alıyor.

Halkbank Davası

ABD 2. Temyiz Mahkemesi, Yabancı Egemen Dokunulmazlıklar Yasası bu bankayı korusa bile, Halkbank’a yönelik suçlamanın ticari faaliyet istisnası kapsamına girdiğini gerekçesiyle bu kararı aldı. ABD savcıları, Halkbank’ı petrol gelirlerini önce altına, ardından İran’ın çıkarları için nakde çevirmekle ve petrol gelirlerinin transferini haklı çıkarmak için sahte gıda sevkiyatlarını belgelemekle suçlamıştı.

ABD’nin Teröre Bakışı ve (Ülkücülere Karşı) Titüs Yasa Teklifi 

ABD, “Türkiye’de aşırı milliyetçi” diye nitelediği Ülkücüleri “terörist” ilan etmek için kanun teklifi hazırlıyor. Bu teklif belki 2022’de Kongre’de tartışılacak. Şimdiden teklif Yunan kökenli Dina Titüs’ün adıyla anılıyor. Titus Amendment Amerika’daki çeşitli Yunanlı ve Rum örgütlenmeleri ve lobileri (AHI, AHEPA, PSEKA, gibi) vasıtasıyla destekleniyor.

MHP Genel Başkanı, AK Parti Sözcüsü ve diğer bazı kesimler bu duruma karşı cevap verdiler. Burada bir parti, hatta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan siyasi kesim hakkında ABD Kongresi kendine göre bir tanım yapmak istiyor olması düşündürücüdür. Bunu bir politika gereği yapıyor, açık!

Joe Biden’ın öteden beri “Türkiye’de iktidarı değiştirmek” amacıyla uyguladığı yöntemi bilmekteyiz: Muhalefeti desteklemek! Şimdi buna kendince bir hukuki saldırı yapmayı da eklemiş oluyor. Çünkü Cumhur İttifakı esasen AK Parti ile MHP’den oluşuyor. Titüs Yasa Teklifi ve taraftarları AK Parti’ye “İslamcı örgütlerle irtibatlı” ve MHP’ye de “aşırı milliyetçi” diyor! ABD’den Türkiye’deki anayasal siyasi partilere aynı anda bir politik ve hukuki saldırı var.

ABD Yönetimi açıkça “Türkiye’de iktidarı değiştirmek” istediğini ifade ediyor. Ancak “demokrasi” adı altında nereleri destekliyor? Muhalif partiler ve örgütler ile bu alanda faaliyeti olan medyayı. Partiler neyse, buna değinmeyeceğim, ama açık ki ABD Türkiye’de demokrasi diye hem HDP’yi hem de FETÖ’yü destekliyor. Aynı anda FETÖ, Türkiye Cumhuriyeti yasaları hilafına girişimde bulunmuş ve “terör örgütü” olarak ilan edilmiştir. PKK terör örgütünün uzantısı şeklinde hareket eden, siyasilerinin ve yöneticilerinin bu yönde faaliyeti tespit edildiği iddiasıyla mahkemesi devam eden, bundan dolayı Anayasa gereği kapatma davası üzerine incelenen bir HDP konusu var. 

Biden’ın Acil Durum Planı Mektubu

ABD, Suriye kuzey-doğusunda, terör örgütü olarak tanıdığı PKK/YPG’yi, “Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütü ile mücadeleye destek veren yerel örgüt” şeklinde tanımladı, adını Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak değiştirdi, meşrulaştırdı, bugün ilgili diplomatik ve hukuki dokümanlarda SDG biliniyor, Washington’da yetkilileri ağırlanıyor, anlaşma metinlerine konu ediliyor. Diğer yaklaşımlarla başkaca, adında parti ve kongre topluluğu olan gruplar var ve bunların birbiri arasındaki desteği ABD maharetiyle birleştiriliyor.

ABD (yine dolaylı olarak) Türkiye’ye karşı politika üretirken IŞİD ile mücadele adı altında sürdürdüğü Suriye (Levant) politikasını pekiştirmektedir. Bunun kapsamında Suriye’yi bölmek, İran sınırından Doğu Akdeniz’e uzanan bir Garnizon Devletçiği kurmak, garnizon devletinin çekirdeğinde PKK/YPG teröristlerini kullanmak, kendine meşruiyet için IŞİD’i ileri sürmek, bölgede İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan’a destek vermek, bunlara karşı tehdit olabilecek gördüğü Türkiye’yi ötekileştirmek, gibi operasyonları yönetmektedir.

Bugüne kadar ABD bu bölgedeki terörizm ve meşruiyet denklemindeki çıkarımını IŞİD üzerinden sürdürdü. Ekim 2021 başında ortaya atıldığı üzere ABD bu denklemi çok yapay bir anlatımla ileri sürmeye başladı. Joe Biden Ulusal Acil Durum Mektubu’nda şöyle dedi: “Türkiye’nin Suriye’de askeri operasyonlarının […] ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına karşı alışılmadık ve olağanüstü bir tehdit oluşturmayı sürdürüyor. […] Suriye’deki durum ve özellikle Suriye’ye askeri bir harekât düzenlemeye dönük eylemleri, IŞİD’i alt etme mücadelesinin altını oyuyor.” (WH.GOV BRIFING ROOM OCTOBER 07, 2021)

Yukarıdaki ifadenin benim anladığım türden anlamı şöyledir: “ABD, Suriye’de kalmaya devam edecek. Bu karara PKK/YPG temsilcilerinin Beyaz Saray’ı son ziyaretiyle verildi. Bundan böyle Suriye’de IŞİD konusu tam olarak kullanabileceğimiz bir argüman olmaktan çıkıyor. Ortağımız PKK/YPG, Türkiye’nin terörle mücadele operasyonlarından korunmalıdır. Son tahlilde IŞİD’i hedef göstermekten çok PKK/YPG’nin korunması daha çok öne çıkmış bulunmaktadır. Öyle bir cümle kurmalıyım ki uluslararası meşruiyetin özünde IŞİD bulunsun, ama ABD’nin ulusal çıkarları için PKK/YPG koruma altında kalsın…”

Bu mektup bize Donald Trump’ın Türkiye’ye mektubunu hatırlatıyor. Bu mektup, “Benim için ulusal güvenlik tehdidisin!” Türkiye’nin Suriye’de Amerika’nın çıkarlarını geliştirmesine engel olması tam olarak böyle ifade edilmişti.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD Başkanı Joe Biden’ın Ulusal Acil Durum halini bir yıl daha uzatması ve Türkiye’ye yönelik yersiz açıklamaları üzerine şunları söyledi: “Bu mektup kopyala yapıştır bir mektup olmuş. Bu cümleleri ABD yönetimi daha önce de kullandı. ABD yönetimi Kongre’ye mektup yollarken ya da bilgi verirken doğruyu söylemiyor. PKK ile YPG arasında hiçbir farkın olmadığını çok iyi biliyorlar. Bu terör örgütüne çok iyi destek veriyorlar. Bu ABD kanunlarına göre suç. Burada bulunma amacının da DEAŞ ile mücadele eden dünyadaki tek ordu bizim ordumuz… Türkiye’yi suçlamak yerine ABD kendi yanlış politikalarından vazgeçsin. Ayrıca Amerikan halkına da Kongresine de daha dürüst davransın.”

Kavala Davası ve 10 Büyükelçi Krizi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını isteyen 10 Büyükelçinin istenmeyen adam (persona non grata) ilan edilmesi hakkında Dışişleri Bakanına talimat verdiği konusu üzerine bu tartışma öne çıktı. Bu önemli bir kırılma noktasına neden olacak başlık oldu.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Kavala’yı “Soros artığı” olarak işaret etmektedirler. Davası devam eden bir konu hakkında verilen tepkilerde kim hangi noktadan fikir beyan edecek birkaç paragraf sonra açıkça göreceğiz. Kabaca Kavala, 2013’te Gezi Parkı Eylemleri protestolarını fonlayanlardan ve düzenleyenlerden olduğu ve 2016’da FETÖ darbeyle bağlantılı bir dizi alternatif suça ilişkin yargı süreci devam etmekte ve 2017’den bu yana hapistedir. İnsan hakları gözlemcisi olan Avrupa Konseyi, Türkiye’ye Kavala’nın yargılanmak üzere serbest bırakılması için 2019 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına uyması için bir uyarıda bulunmuştu. Avrupalı yetkililer şöyle ifade etmektedir, Türkiye 30 Kasım – 2 Aralık’ta Kavala’yı serbest bırakmazsa, Strazburg merkezli Konsey, Ankara aleyhine ilk disiplin soruşturmasını başlatmak için oy kullanabilir. Dolayısıyla 10 Büyükelçinin bu ortak çıkışıyla, ki ne şekilde bir araya gelip bu ortak hareket etme iradesini gösterdikleri bilinmiyor, Türkiye hem yargı hem de diplomatik olarak Avrupa Konseyi bakımından alınabilecek bir karara zemin hazırlamış olmaktadırlar.

Her ne kadar “10 Büyükelçinin birlikte hareket etmesinin arkasında ne amaçla ve kim var bilmiyoruz” derken, New York Times’da bir yazıda bu işin arkasında Joe Biden olduğu açıkça ifade edildi. Gazetenin İstanbul Büro Şefi Carlotta Gall’ın imzası bulunan haberde “Çağrının ardında ABD Başkanı Joe Biden hükümeti var” ifadeleri yer aldı. Bu kafaları karıştırdı. Eğer böyleyse ABD tarafından dünya kamuoyuna yansıtılmak istenen algı, “Türkiye’de yargı sorunu olduğu” biçimindedir. Buradan hareketle Kavala’nın yanı sıra ABD tarafından HDP’li Selahattin Demirtaş’ın hapisten çıkarılmasının dahi planlanmış olabileceği düşünülmektedir. Hukuk ve diplomasi yoluyla başka bir ülkeye (ki NATO müttefiki) baskı uygulamak, tümüyle bu şekildeki psikolojik baskının günümüzde yeni bir müdahale şekli olduğu düşüncesinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Hemen akla şu geliyor, Biden 2020 son aylarında henüz seçim arifesindeyken bir Tv programında sorulan soruya cevaben, “Türkiye’de (Erdoğan kastedilerek) iktidarı değiştirmenin başka yolunu uygulayacaklarını”söylemesi acaba bu tarz bir şey miydi?

Tepkiler yoğunlaştı. ABD Büyükelçiliği’nden yapılan açıklama şöyle: “Osman Kavala’nın tutuklanmasının üzerinden dört yıl geçti. Davanın, farklı dosyaların birleştirilmesi ve beraat kararından sonra yeni davaların yaratılması yoluyla sürekli geciktirilmesi, Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelemektedir. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz.”

Bu ABD Büyükelçiliği açıklamayı aklımızda tutalım! Ama diğerlerine de bakalım, ifadeler neler söylüyor bizlere?

Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı verdiği açıklamasına “yılmayacağız” diyerek tepki gösterdi. Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynak da 10 ülkenin konuyu aralarında görüştüğünü söyledi.

Danimarka’nın Dışişleri Bakanı Jeppe Kofod yaptığı yazılı açıklamada, “Ortak bildiride de ifade edildiği şekilde, değerlerimizi ve ilkelerimizi muhafaza etmeye devam edeceğiz,” dedi.

Norveç Dışişleri Bakanlığı’nın baş sözcüsü Trude Maaseide, “Büyükelçimiz sınır dışı gerektirecek herhangi bir şey yapmadı. Türkiye’ye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi altında taahhüt ettiği demokratik standartlar ve hukukun üstünlüğüne uyması çağrısını yapmayı sürdüreceğiz,” dedi ve Türkiye’nin Norveç’in bu konuda görüşlerini çok iyi bildiğini söyledi.

Washington Post’un Kareem Fahim imzalı yazısında, “Kavala’nın Türk yargı sisteminde demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve şeffaflığa saygıya gölge düşüren yıllarca tutuklu yargılanması ve yargılanmasındaki gecikmeler nedeniyle Türkiye’yi eleştiren 10 Büyükelçiliğin kamuoyuna yaptığı açıklamadan beş gün sonra geldi…” açıklaması yapıldı. CNN, Reuters, Al Jazeera, New York Times ve Forbes’te de benzer yazılar yer aldı. Bundan başka dünya basını bu konuya yer vermeye başladı.

BBC şöyle yazdı: “Kavala ile ilgili bu haftaki açıklama ABD, Kanada, Fransa, Finlandiya, Danimarka, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç ve İsveç’in büyükelçiliklerinden ortaklaşa geldi. Yedi tanesi Türkiye’nin NATO müttefikleri. Avrupa’nın başlıca insan hakları gözlemcisi olan Avrupa Konseyi, Türkiye’ye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’yı yargılanmak üzere serbest bırakma kararına uyması için son bir uyarıda bulundu.”

AFP’nin haberinde şu ifade var: “Elçiler Pazartesi günü, Paris doğumlu hayırsever ve aktivist Osman Kavala’nın devam eden tutukluluğunun Türkiye’ye gölge oluşturduğunu söyleyen oldukça sıra dışı bir ortak bildiri yayınladı… Geçen hafta hücresinden AFP’ye konuşan Kavala, Erdoğan’ın yaklaşık yirmi yıllık iktidarına iç muhalefet için yabancı bir komployu suçlama girişimlerinde bir araç gibi hissettiğini söyledi.”

Çok sayıda Alman politikacı, hafta sonunda yaptıkları açıklamalarda, Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını talep etti. Yaşanan gelişmeleri, “eşi benzeri görülmemiş bir dış politik gerginlik” olarak tanımlayan Federal Parlamento Dışişleri Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen “Eğer büyükelçiler sınır dışı edilirse bu durumda tüm Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin, birlikte hareket ederek Erdoğan’a aynı şekilde cevap vermeleri ve Türkiye’yle elçilik düzeyinde ilişkileri sona erdirmeleri gerekiyor,” dedi. 26 Eylül’de yapılan seçimden sonra görevinden istifa eden Armin Laschet’ten sonra Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Parti Başkanlığı için adı geçen Norbert Röttgen, “Büyükelçilerin, mahkeme kararı olmadan bir kişinin tutuklanmasına karşı yaptığı açıklama, haklı ve yerinde. İnsan hakları sadece bir ülkenin kendi iç meselesi değildir. Bu NATO üyesi olan Türkiye için de geçerlidir,” dedi. Röttgen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tarz acıkmalarla, ülkesini Avrupa ve Batı’dan tümüyle başka bir yöne çevirdiğini de söyledi.

Almanya’da yakında kurulması beklenen koalisyon hükümetinin ortaklarından Yeşiller Partisi’nin Federal Meclis Grubu Dış Politika Sözcüsü Omid Nouripour da partisinin hukuk devleti ve demokrasinin ayaklar altına alınmasına seyirci kalmayacağını belirterek, “Erdoğan’ın tavrı kabul edilemez ve karşılığında yaptırımları olmalı. Bundan sonra da Erdoğan’a karşı açık bir tonda konuşmamız gerekecek,” dedi. Nouripour, Cumhurbaşkanın sözlerinin, kurulacak Alman hükümetine yönelik “sözde ne kadar güçlü olduğunun işareti” şeklinde bir mesaj olduğunu da öne sürdü.

Federal Meclis Başkan Yardımcısı Claudia Roth’sa yaptığı açıklamada, yaptırım çağrısında bulunarak “Erdoğan’ın muhaliflere karşı artan vicdansızca tutumu engellenmeli. Uluslararası çapta yanıt verilmeli ve Türkiye’ye silah ambargosu konulmalı,” dedi.

Diğer yandan Almanya’daki siyasi partilerden Team Tödenhöfer’in Genel Başkanı Jürgen Todenhöfer, Osman Kavala’nın serbest bırakılması için bildiri yayımlayıp Türk yargısı hedef alan Büyükelçilere tepki gösterdi. “Neden Birleşik Krallık’ta Julian Assange’ın ya da ABD’nin Guantanamo mahkumlarının hapsedilmesini protesto etmediler?” diye soran Alman siyasetçi, “Korkaklar böyle davranır,” dedi.

Bugün Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, 10 Büyükelçinin tutuklu Osman Kavala’yla ilgili açıklamalarda bulundu. Anayasa’nın 138. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir, talimat veremeyeceğini, genelge gönderemeyeceğini, tavsiye ve telkinde bulunamayacağını” vurgulayan Akarca, şunları kaydetti: “Bahsi geçen sayın Büyükelçilerin sıradan bir şekilde değil de adeta örgütlü şekilde bir araya gelerek, toplu şekilde bildiri yayımlamış olmaları Türkiye’de bağımsız yargıyı, bağımsız yargı mensuplarını, tüm hakim ve Cumhuriyet savcılarını, yüksek yargı mensuplarını derinden yaralamış ve üzmüştür. İnfiale neden olmuştur. Sayın Büyükelçilerin bulundukları ülkenin hukukuna da bağımsız yargının verdiği kararlara da saygılı olmasını beklemek en doğal hakkımızdır. 

Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, 1920 yılında yaptığı konuşmada, ‘Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığının birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez.’ demektedir. Burada bağımsız yargıya hiçbir makam, merci, güç içeride veya dışarıda tavsiye ve telkinde bulunamaz, emir ve talimat veremez. Burada bulunan sayın büyükelçilerin de diplomatik teamüllere uygun olmayan bu davranışlarından büyük ve derin üzüntü duyduğumuzu belirtmek isterim.”

Eleştiriler, tepkiler bir yana, şimdi planlı bu diplomasi eylemi konusunu ele alalım. 

Adı geçen ülkelerden birkaçı hukuki bu Kavala meselesi üzerinden giderek, politik bir gelişmeyi planladılar ve konuyu diğer ülkelere de açtılarsa, sonuçta Ankara’daki Büyükelçiler ne olacağını biliyorlardı, onlar da talimatı uyguladılar. 

Eğer bu böyleyse daha ciddi bir durumdur, “Türkiye’ye yönelik bir eylem”den söz edebiliriz. Büyükelçiler kendi başlarına bir araya gelip böyle Türkiye’ye müracaatta bulunamazlar, onlara kendi Hükümetleri böyle yapın der. Bu nokta önemlidir! O halde Büyükelçiler değil ilgili Devletler muhatap alınır ve ilgili devletler nezdinde girişimleri Türk Dışişleri yapabilir miydi? Başka bir deyişle örneğin Almanya Dışişleri Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı, Fransa Dışişleri Bakanlığı, Kanada Dışişleri Bakanlığı, vs. toplam 10 ülkenin Dışişleri üzerinde bir hamle yapılabilir miydi? Böyle yapılması bu hukuki konu hakkında değil, politik alanda konuşulma imkânı verir miydi? Tam tersi de geçerlidir: İlgili devletler twit atmak gibi bir yola girmeselerdi, Büyükelçilikleriyle organize bir faaliyete girişmeselerdi, buna karşılık Türk Dışişlerine muhatapları tarafında yazılı veya sözlü taleplerini usulünce iletselerdi, olmaz mıydı? Şimdi iş tarihi bir yanlışa girildiğini gösteriyor, şimdiden!..

Ekim ayı sonunda Roma G20 ve peşinden Glasgow İklim zirvelerinde de bu konuya değinilecektir.

İç Politika ve Demirtaş Davası 

İç politikada muhalefetin geliştirdiği süreçlerle dışarıdan gelen baskılar birbirini tamamlamaya mı başladı? 10 Büyükelçi meselesi, arkasında Joe Biden’ın olduğunun NYT’da ifade edilmesi tartışılırken tam da bu sırada Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Demokrasi Kültürü başlıklı yazısında, “Baskıcı bir yönetimin değişmesi, otomatik olarak demokrasiye geçtiğimiz anlamına mı gelir?” ifadelerini kullandı. Demirtaş yazısında “Önümüzdeki seçimi bu denli önemli kılan, tarihimizde ilk defa bir seçime demokrasi isteğini, demokrasi vaadini merkeze oturtarak gidecek olmamızdır,” dedi.

Demirtaş devam ediyor: “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilince her şey tastamam olacakmış gibi bir hava yaratılıyor sanki. Ben bu bakış açısını son derece yetersiz görüyorum. Devlet yönetimi, eskisine göre kısmen demokratikleşince demokrasi sorunu tümden çözülecek diye düşünenler demokrasiyi zerrece bilmiyorlar kanımca. Oysa demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır. Demokrasiyi inşa edecek olan, giderek bir kültüre dönüştürecek olan esas özne toplumdur, bireydir. Toplum ve bireyler de bunu siyasetle değil, sadece ve sadece eğitimle, sanatla, edebiyatla yapabilir. Çünkü demokrasi bir yasa, anayasa meselesi değil, kültür meselesidir. Anayasa ve yasalar, bu sürece yasakçı olmamakla yardımcı olabilir sadece.”

Demirtaş’ın demokrasiden beklentisi, toplumun içindeki ayrılıkçı unsurların önünde devletin olmaması gerektiğidir. Bunun özgürlük demek olduğunu savunur. Bu vasıtayla HDP, birlikte hareket ettiği diğer siyasilere mesaj vermektedir.

Buradan yola çıkarak Joe Biden’ın belli ülkelere ve rejimlere kendine göre demokrasi dersi vermesiyle, Türkiye’de bölücülük yapan Demirtaş’ın demokrasi anlatımı hakkında bir şeyler söylemeliyiz, acaba ABD’de de toplumlar kendi demokrasi tariflerini yaparlar ise Amerika Birleşik Devletleri, Biden yönetimi, CIA, FBI, Homeland Security, Pentagon, vs. kurumlar, “biz karışmayız” mı desin, bugüne dek böyle mi oldu?

Kırılma 

10 Büyükelçi konusu çözüldü sayılır.

Kabine toplanmadan önceki saatlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Bahçeli görüşme yaptılar.

Kabine’nin toplanacağı ve devamında 10 Büyükelçinin istenmeyen adam ilan edileceği saatlerde ise işler değişti. Büyük ihtimalle 10 Büyükelçi ile ilgili ülkelerin Dışişlerinin geri plandaki çalışmaları neticesinde bir yöntem bulundu ve krizin atlatılması yoluna gidildi. Diplomasi tarihine geçecek bu süreç çok önemlidir, her anı düşünülmelidir.

Amerika Birleşik Devletleri Ankara Büyükelçiliği bir twit attı ve Viyana Sözleşmesi 41. maddeye tabi olduklarını ifade etti. Peşinden Kanada, Hollanda, Yeni Zelanda (ve diğerleri olacaktır,) benzer açıklamalar yaptılar.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı’ndan açıklama geldi. ABD Büyükelçiliğinden (ve diğer Büyükelçiliklerden) 10 Büyükelçi ile ilgili meselede Viyana Sözleşmesinin 41. maddeyi teyit eden mesajının olumlu bulunduğu, duyuruldu. Bu maddenin son cümlesi: “Anılan devletin iç işlerine karışmamak da bu şahısların keza görevidir.”

Demek ki tamamından, 10 Büyükelçilikten aynı mesaj geliyor. Bunun karşılığında Türkiye Persona Non Grata ilanından vaz geçeceğini açıklayabilir veya bu olay hiç olmamış gibi davranabilir.

10 Büyükelçi meselesinde olumlu bir yol bulundu. Gelecekte ilişkilerin olumlu gelişmesini talep edelim. Olumsuzluğu imkanını kışkırtan mihraklar kendini hemen gösterdi bunlara tevessül etmeyelim. Dışişleri meseleleri itidalle sürdürülür.

Evet, “kırılma” bahsini ortaya atma zamanımız doğruydu. Diplomasi tarihi açısından bir kırılma noktası. Türkiye-ABD ilişkilerinin tekrar olması gerektiği bir noktaya dönmesi için bu bir fırsat ise kırılma noktası. Avrupa’da kolaylıkla Türkiye aleyhine konuşan kesimlerin tekrar söylediklerini düşünmeleri için bu bir kırılma noktası. İç politikayı dışarıdaki kötü niyetlilere göre yapmaya çalışanlar için bu bir kırılma noktası. Şimdi hemen herkes bu konuyu değerlendirecek.

İki organizasyon vardı: Birincisi, ABD’de geri planda olup kendi Büyükelçilerine “bu işi yapın” diye talimat vermesi, ikincisi ise Ankara’da Büyükelçileri toplayan organizasyon. İkisi de sorgulanabilir, nedenleri derin bir biçimde araştırılabilir. Zaman içinde böyle olacaktır da. Ancak organizasyonlar bir yana, burada adı geçen her ülke için ifade edelim, ikili ilişkilerin nasıl seyretmesinden yanayız? Olumlu gelişmelidir. Bu arada kendine fırsat verildiğini zanneden kötü niyetlilerin de derhal görevlerinden uzaklaştırılmalarını isteyeceğiz, en azından vicdanen. Hatta medyada dünyayı kötülüğe sürüklemek istercesine tutum içinde olanların takip edilmelerini sağlayacağız. İşte bu bir fırsat, bu bir kırılma noktası.

Günün sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Büyükelçi meselesi hakkında ne söyleyeceği merak eden konu oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süredir yaşanılan siyasi, ekonomik, toplumsal, diplomatik saldırıların gerisinde bu panik halinin yol açtığı acelecilik ve saygısızlığın bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:

“Türkiye’nin nezaketini, teennisiyle davranma tarzını zaaf olarak görerek eski alışkanlıklarına yönelenler, yaptıkları yanlışı kabul etmedikleri sürece hak ettikleri cevabı alacaklardır. Son dönemde bazı ülkelerin büyükelçileri tarafından yapılan hadsiz ve talihsiz açıklamayı da aynı çerçevede değerlendiriyoruz. Bu açıklama herhangi bir kişiyi ve konuyu değil doğrudan ülkemizin yargısını ve egemenlik haklarını hedef almıştır. Her şeyden önce bu tavır ülkemizdeki yargı teşkilatımız, hakimlerimiz, savcılarımız avukatlarımızla birlikte tüm yargı mensuplarımıza yapılmış bir büyük hakarettir. Anayasamızın 138’inci maddesinde belirtildiği şekilde, Türk yargısı kimseden talimat almaz, kimsenin emrine girmez. Kendi yasama ve yürütme organlarımızın bile Anayasa gereği işine karışamadığı yargımızı, bir grup büyükelçinin sigaya çekmesine tahammül edemeyiz.

Dünyada nice acılar yaşanır, zulümler yapılır, adaletsizlikler sergilenirken Türkiye’yi dillerine dolayanların amaçlarının hak, hukuk takibi olduğuna kimse bizi inandıramaz. Bağımsız ve tarafsız yargımızla yargı mensuplarımıza yönelik bu saygısızlığa gereken cevabı vermek, devletin başı olarak herkesten önce bizim görevimizdir. Cumhurbaşkanı olarak, malum açıklamayı yapan büyükelçiler hususunda ülkem ve milletim adına ortaya koyduğumuz tavır, işte bu sorumlu ve samimi duruşun tezahürüdür. Bizim niyetimiz asla kriz çıkarmak değil, ülkemizin hakkını, hukukunu, onurunu, çıkarlarını ve egemenlik haklarını korumaktır.”

Bugün aynı büyükelçilikler tarafından yapılan yeni bir açıklamayla Türk yargısına ve Türkiye’ye yönelik bühtandan geri dönüldüğüne işaret eden Erdoğan, “Viyana Sözleşmesi’nin 41’inci maddesine, yani ülkelerin kanunlarına ve nizamlarına uyulacağı, içişlerine karşılamayacağı taahhüdüne bağlılıklarını ifade eden bu büyükelçilerin artık Türkiye’nin egemenlik hakları konusundaki beyanlarında daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz. Ülkemizin bağımsızlığına ve milletimizin hassasiyetlerine saygı duymayan hiç kimsenin, sıfatı ne olursa olsun bu ülkede barınamayacağını da ayrıca ifade etmek istiyorum.” şeklinde konuştu.

Bu süreçte kimin Türkiye’nin ve milletin yanında durduğunun, kimin de ellerin kılıcını çaldığının bir kez daha görüldüğünü vurgulayan Erdoğan, “Türkiye’nin bugün yaşadığı en büyük sancılardan biri de bu tür meselelerde yerli ve milli duruş sergilemeyi bir türlü başaramayan kimi siyasetçi, eski diplomat ve medya mensubundan oluşan güruhtur. Kişisel hırsları, ideolojik saplantıları ve kalplerini karartan kinleri uğruna kendi ülkelerinin aleyhindeki kampanyaların gönüllü aparatlığına soyunan, sözcülüğünü üstlenen mankurtları milletimiz yakından takip etmektedir. Önümüzdeki dönemde güvenlikten ekonomiye pek çok sorunumuzla birlikte inşallah bu hastalıklı zihniyetten de kurtulacağız.” değerlendirmesini yaptı.

Erdoğan, ülke ve millet olarak bu tür çarpıklıklarla, uluslararası medyadan siyasetçisine kadar farklı kesimler üzerinden ilk defa karşılaşılmadığına işaret ederek, şunları kaydetti:

“Gezi olaylarında, neredeyse bir ay boyunca ülkemizden yapılan canlı yayınları hatırlayın. Benzer hadiseler çok daha vahim boyutlarda Avrupa başkentlerinde yaşandığında aynı çevreler tek bir karenin bile dışarıya sızmasına izin vermediler. Ülkemizin yakın tarihindeki en büyük ihanetleri olan 17-25 Aralık emniyet, yargı darbe girişiminin ardından kopartılan fırtınaları da hatırlayın. PKK terör örgütünün çukur eylemleri ve HDP’nin 6-8 Ekim kanlı sokak olayları sırasında yaşananları da hatırlayın. DEAŞ’ın ve PKK’nın sınırlarımız boyunca ve sınırlarımız içinde gerçekleştirdikleri kanlı eylemleri de hatırlayın. Elbette 15 Temmuz darbe girişimini hatırlayın. Bunların hangisinde ülkemize her fırsatta demokrasi ve hukuk diskuru çekenlerin haktan, adaletten, meşruiyetten hepsini bir kenara bıraktım, insanlıktan yana tavır aldığını gördünüz mü? Tam tersine bu hadiselerin hepsinde de terör örgütleri ve darbecilerin sırtları sıvazlanmış, Türkiye’nin seçilmiş yöneticileri, diplomasi ve medya kıskacına alınarak pes ettirilmeye çalışılmıştır. Allah’ın yardımı ve milletimizin desteğiyle tüm bu oyunları bozduk, tuzakları boşa çıkardık, hevesleri kursaklarda bıraktık. Hangi engelle karşılaşırsak karşılaşalım ülkemizi 2023 hedeflerine ulaştırma azmimizden zerre kadar geri adım atmadık.”

O halde sıra Türkiye’nin içerideki sorunları çözmeye gelecek, örneğin Türkiye’yi dışarıya şikâyet emek veya dışarıdan göz kırpan birilerine yanaşarak çıkar elde etmek peşinde koşanlara son bir şans daha verecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu ifade etti.

ABD tarafı ne demiş olabilir? Kısaca değinelim: “Erdoğan’ın açıklamalarını not ettik. 18 Ekim’de Kavala ile ilgili açıklama Viyana Anlaşmasının 41. maddesiyle tutarlıdır. Tüm anlaşmazlıkları dile getirmeye devam edeceğiz. ABD Büyükelçisi Türkiye’dedir.”

Ned Price, Türkiye ile iş birliği yapmaya devam edeceklerini vurgulayarak şöyle konuştu: “Biden yönetimi ortak öncelikler üzerinde Türkiye ile iş birliği yapma arayışındadır ve bir NATO müttefikimiz olarak herhangi bir anlaşmazlığın çözümü için diyalog yolunu kullanmaya devam edeceğiz. Önümüze bakmanın en iyi yolunun, ortak çıkar alanlarında iş birliği yapmak olduğuna inanıyoruz ve Türkiye ile pek çok ortak çıkarımız olduğunu biliyoruz.”

ABD Basını ne demiş? New York Times “Türkiye Cumhurbaşkanı 10 Batılı Diplomatın sınırdışı edilmesinden geri adım attı” derken, Washington Post “Erdoğan, ABD ve diğer Batılı müttefiklerle olan krizi önleyerek elçileri sınır dışı etme tehdidini azalttı” dedi. Tam tersi iddialar…

Ne anlaşılır? O halde ABD ile meselelerin devam etmesi başka, bu hamleden boşa çıkmaları boşa!

Bu noktada kırılma varsa nerede? Sakın kendi kendimizi kırmaya çalışmayalım!

Sonuç

Çok değil, son iki haftaya baktım ve sonuç olarak “saldıran hukuk ve bölücü demokrasi” başlığını ortaya çıkardım.

Şimdi ülkede bir kesim var: “Ey Biden (onunla birlikte olan Avrupa, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs, SDG gibi terör grupları), Türkiye’de iktidara yükleniyor gibi yapıyorsun ama bütünüyle bakılırsa aslında ülkeme ve geleceğime zarar veriyorsun, işlerime çok fazla müdahale ediyorsun, bununla bir amaç güdüyor olmalısın, bekama kastediyorsun!”

Diğer kesim var, bunlar yine içinde gruplara ayrılabilir ama konu fazla dağılır, ben bir noktadan bakıp ifade edeyim: “Türkiye batıyor, iktidarı değiştirmek isteyen Batı ile aynı düşünceleri sahiplenerek, kendi politikamızı yapalım, ülkeyi kurtaralım!”

Düşünelim, muhalefet partisindensiniz, oldu ya, iktidara geçtiniz, Biden ile bir pazarlık masasına oturdunuz, o size ne diyecek? Tamamen farazi, “Seni de deviririm, bunu yaptığımı gördün, haydi şimdi anayasanı şu şekilde değiştir, dış politikada şu kararları al bakalım…” der mi demez mi? Diyelim siyaseten kendinizce çok konuda haklısınız, ama dışarıda kime güveneceksiniz? Biden sizin gözünüzün yaşına bakar mı bakmaz mı? 

“İktidarın hataları bunu bu noktaya getirdi,” diyebilirsiniz. Tek tek yapılan hataları da sıralayabilirsiniz, genel ifadeyle o ideolojiye karşıyım da diyebilirsiniz. Ama sonuçta Biden’ın İsrail, Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, vs. politikalarını değiştiremezsiniz. Hatta ABD’nin nihayetinde Türkiye’yi bölme düşüncesini de ikna yolunu kullanarak geri çeviremezsiniz. Başta ifade ettiğim gibi, bunun delili yazıda geçen sözcüklerde var, ayrıntıya bundan dolayı dikkat edelim demiştim.

Aynı noktaya tersten bakalım, iktidara soralım: “Eleştirilen noktalarda hatalar yaptınız, sıraladığımız güncel gerginlik konuları var, ABD ve Avrupa ile gelişen köklü sorunları siyasetçilerimiz, Devletimiz, Milletimiz, topyekûn Ülkemiz ne yaparsa çözebilir?”

Bir tek şunu söyleyin, Türkiye neden AB kapısı önünde bekletiliyor? Eğer vaktinde, örneğin Yunanistan ile aynı tarihlerde, 1981’de, AB’ye girseydi bugün Yunanistan, Kıbrıs, ekonomi, gibi meseleler nasıl seyrederdi? Peki istenmediyse bu neden böyle oldu?

Paranız çoksa her şey kolay! Dünyada hemen herkesle ele ele verebilirsiniz. Ama bu ilelebet ve samimi olmaz; çıkar biter iş biter. Ülkeler ise rakiplerince asırlar süren zaman içinde baskıya maruz kalır.

Millet ne diyor? Ne denli keskin bir kutuplaşma! Millet iliklerine kadar bu kutuplaşmanın içinde. Hatta ekonomide bir de kur baskısı var. Ama millet vakur, sabırlı, umudunu kendinde arıyor…  Millet olarak bir oylama yapma şansımız var mı acaba, örneğin “2050’lerde şöyle bir yaşam sunuyorum” diye yapılan birkaç tarifin içinden seçebilelim?

Karar sizin.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

Politika 'ın son yazıları

23 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
36 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
48 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
50 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
81 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme