Burada modern rekabetin küreselleşmesi öyküsünü kendi içindeki kavramlarını tartışarak, Rusya ve Çin örnekleri üzerinden otoriter yönetimlerin eleştirisini yaparak açıklayacağım. Kavramsal olarak "modern rekabet" anlayışını bu şekilde açıklama imkanı bulacağım. Sonlara doğru kapitalizmin yozlaşmasını açıklayacağım. Bu kısımda da Anglo-Sakson yapıyı ve Kıta Avrupa'sını işaret edeceğim. Burada anlaşılması gereken şu olacak: Demokrasi ve insanlığın gelişimi kimsenin insafına kalmamalı, rekabetin yapılma amacı değer üretmek esaslı olmalı.
Bugünün anlayışı, küresel imkanlar içinde sahip olunan alanları artırmak ve güçlenmek, değer üretimi rekabetinde gerilerde kalmamak fikri üzerinedir. Ruslar gibi sürekli “kahrolsun emperyalizm” diyeceğinize, “ben hangi değeri üretebiliyorum, hangi büyük pazarda kaça satıyorum,” diye bakın isterim. Bugün ülkeler bazında ABD, İngiltere, Çin, Japonya, Güney Kore, birlik bazında Avrupa Birliği, küresel şirketler bazında sürekli sayısı artan ve yenilik üretenler, esasen bunlar değerleri zorluyorlar ve muhatap alınıyorlar. Daha fazla muhatap alınabilmek için yapılması gerekenler belli! Olan şu: Muhatap alınanların ve değer üreticilerinin daha fazla yayılması fikri!..
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi dün (24 Ocak) Ankara'da idi. Ben de merakla bekledim, net ne açıklama olacak diye. Ekonomik Konsey gereği yapılan anlaşmaları kastetmiyorum. Benim görmek istediğim stratejik ve jeopolitik duruma getirilebilecek açıklık idi. Ne gördüm? Bugünden sonra Türkiye hem çok dikkatli olmalı, hem İran'dan alabileceklerini azami şekilde kısa dönemde almalı. Ama risk yok! Zira riskin çok yüksek olduğu bir döneme girdik, bunu göremeyenlere özellikle işaret etmek isterim. Sonuçta amaç Türkiye'nin gelişmesi, güçlenmesidir.
Çağımızın önemli siyasi kavramlarından popülizmi inceleyeceğiz. Popülizm, sağ ile sol, liberalizm ile anti-liberalizm, demokrasi ile otokrasi arasında konu edilen bir kavramdır. Çıkarımım şudur: Popülist, bu kavramı görmezden gelebilmekte, kendi siyasetinin peşinde koşabilmekte, ama sonuçta halk zarar görebilmektedir; aynı zamanda, popülizme karşı olduğunu söyleyen siyasetçiler, dünya ve demokrasi yararına savunularıyla ortaya çıkabilmekte, popülistleri daha da belirginleştirebilmekte, bu sayede kendi politik yaşamlarında başarılı olabileceklerinin kurgusunu yapabilmektedir.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP28) sonrasında bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. İklim Değişikliği elbette bir çevre konusudur. Ancak görebildiğim kadarıyla, bu konu teknolojik, ekonomik, sosyal ve politik yönleri olan büyük bir dönüşümün zorunlu kılınmasıyla alakalıdır. Aynı zamanda jeopolitik dengelerde değişiklikler olacak, ağırlık merkezlerinde değişiklikler görülecektir. Bunların sinyallerini almaya başladık bile. Dönüşüm adeta bir küresel devrimin takvimine göre belirlenen bir büyük dönemi göstermektedir. Yani bu, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin gereği küresel dönüşüm projelerinin tümünün eşgüdümle hızlandırılmasına ve sonuçlandırılmasına dönük çok önemli ve kapsayıcı bir konudur.
Dugin’in propagandist yaklaşımı açıkça görülüyor, stratejilerine göre tamamlayıcı bir karakter olma görevini üstleniyor. Bu Rusya’da böyle işliyor, başka ülkelerde örneğin Amerika’da başka türlü yöntemlerle ve kurumlarla. Çin, Hindistan veya Türkiye de kendi bakışına göre belli amaçlarla dünya ailesi içinde bir politika içerisinde.
Burada Gazze ve savaş konusunu, mimetik yaklaşım, medya, siyaset, haklılık-kazanmak, gelişim ve savaş konularını inceleyerek, aslında hatırlayarak, açıklayacağım. En sonunda ise konuyu masa ve savaş şeklinde başlayacağım. Burada Gazze ve İsrail arasındaki çatışmanın pek görülmeyen boyutuyla ve oldukça farklı bir değerlendirmesini görecek, aslında sizler de kendinize göre çeşitli sonuçlar çıkarabileceksiniz. Bu makale başlığının neden “bilemezsiniz” dediğini okuyunca daha iyi görebileceksiniz. Bilemezsek ne yapacağız, türü bir sonunun cevabı ise, “çözmeye gayret edeceksiniz” olacaktır, ki bunu en başta ifade etmiş olayım. Çünkü bu bir baştan sona mücadele!
Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
Türkiye yerel yönetimlerle ilgili seçim sürecine girdi, partilerin adaylar hakkında çalışmaları devam ediyor. Ben size bu makalede ülkeleri ve medeniyetleri geliştiren kentler perspektifinde gayet somut açıklamalar yapacağım ve Batı medeniyetinin gelişmesini bile bununla ilişkilendirerek açıklayacağım. Sonra kararı sizler vereceksiniz, buradan nereye gidebiliriz diye.
Burada sadece 19. YY ila 20 YY. arası dönemi bir tarihsel örnekleme olması açısından ana hatlarıyla masaya yatırmaktayım. Bu dönemde yaşananları ve tespit edilenler çerçevesinde belirtebileceğim öne çıkan konuları size bir mantık çerçevesinde sundum. Hepsini sonuçları itibariyle değerlendirdim. Ortaya çıkan şu oldu, insanoğlunun durumsal farkındalığına dair daha fazla yatırım yapmak gerekmektedir.