Bilemezsiniz!..

10 Kasım 2023
Okuyucu

Burada İsrail-Gazze ve Savaş konusunu, mimetik yaklaşım, medya, siyaset, haklılık-kazanmak, gelişim ve savaş konularını inceleyerek, aslında hatırlayarak, açıklayacağım. En sonunda ise konuyu masa ve savaş şeklinde başlayacağım. Burada Gazze ve İsrail arasındaki çatışmanın pek görülmeyen boyutuyla ve oldukça farklı bir değerlendirmesini görecek, aslında sizler de kendinize göre çeşitli sonuçlar çıkarabileceksiniz. Bu makale başlığının neden “bilemezsiniz” dediğini okuyunca daha iyi görebileceksiniz. Bilemezsek ne yapacağız, türü bir sonunun cevabı ise, “çözmeye gayret edeceksiniz” olacaktır, ki bunu en başta ifade etmiş olayım. Çünkü bu bir baştan sona mücadele!

MİMETİK YAKLAŞIM VE SAVAŞ

Size 2021’de Mimetik Yaklaşım ve Savaş başlıklı başka hiçbir yerde okuyamayacağınız bir makale yazdım. Konumuz savaş sanatı, siyaset sanatı, gibi alanlarda olduğuna göre mimetik yaklaşımdan (yansıtmadan) yararlanabiliriz diye düşündüm. Benim burada inşa etmeye çalıştığım durum, zaman ve mekân algısının arkaik ve yeni dönem diye iki kategoride ele almak, arkaik dönemdekilerle zamandan ve mekândan arınmış halde zihinde olan ideallerle bir tespit yapmak, bunların bugünün gerçek şartlarında olan izdüşümlerini değerlendirmek, bu sayede içinde olduğumuz şartları olabildiğince doğru okumaktır. Eğer olaylara böyle bir yaklaşımla bakacak olursak, örneğin Filistin ve İsrail meselesine, aralarındaki sürmekte olan savaşa, bugün olanları, karmaşık veya anlaşılmaz gibi görülen hususları, temelde olanların birer mimesisi (kopyası) durumunda, şeklinde düşünerek belli sonuçlar çıkarabiliriz.

Arkaik dönemde insanları ve toplumları ilgilendiren bazı kavramlar var. Bunlar; kurban, mit, çile, kutsal, kurucu eylem, kaos, düzen, apokaliptik, kıyamet, elçi, vahiy, vs. Yeni dönemde insanları ve toplumları ilgilendiren kavramlar ise; aydınlanma, bilim, teknoloji, ekonomi, strateji, felsefe, ideoloji, liderlik, organizasyon, sosyal yaşam, sistem, demokrasi, vs. Bu iki dönem arasında mimetik alan yer almaktadır. Buradan değerler, tarifler, alışkanlıklar, her ne kavram veya olgu varsa, bunlar sürekli olarak yansıma veya aşağılardaki süreçlerde tekrarlar yaratır. Bir kavram veya olgu, kendi içinde döngü yaratıp etkisi geçmişe, geleceğe yansıyabilir, bazen gerilere gömülebilir. Bazıları ise bizlerin bugününe etki edebilir. Mimetik alan, farklı tanımlarla yaklaşmayı, döngüleri, kırılmaları ve yansımaları kapsar. Bu maksatla günceli tarif edebilmek adına yazılı ve sözlü anlatımlardan, mitlerden, medyadan, algı yönetiminden istifade edilir. Birey ve toplum için bilgi, gerçek, ahlak, doğallık, umut, adalet, özgürlük ve bunlara göre serpilen bir dil olması söz konusuyken, karşınızdaki konu istismar, çarpıklık, kargaşa, buhran alanlarına nasıl değiştirilebilir? Burada olan nedir? Buna bütünüyle, “mimetik alandaki (oluşan veya oluşturulan) kırılmalar ve döngüler,” diyebiliriz. Bana göre insana ait her bir konu (terör, siyaset, ekonomi, vs. bile olsa) felsefi değerde ele alınmaz ise günlük yaşamda bütünüyle anlaşılmış olmayacaktır. 

Bir örnek verelim: Eğer konu teolojik ise, din, mezhep, tarikat, çarpık inanç ise, buradan sonra neler düşünebiliriz? Böylesine köklü konular eğer alınıp istismar edilirse, yirmi birinci yüzyılda karşınıza bir terör örgütü çıkarılabilir mi? Üstelik bu terör örgütü, küresel tehdit olarak bir tarif edilecek ve kabul görecek. Buna eklemlenen siyaset, çıkar, vs. olursa, ki var, konunun tümü birlikte ele alındığında, örneğin bir yandan Irak-Şam (veya Levant) İslam Devleti (IŞİD) ile savaşırsınız, diğer yandan ise böylesi bir çarpıklık çizgisinde topluma dönük çıktısı olan alanlarda (medya, siyaset, eğitim, vs.) faaliyetlerle uğraşırsınız. Bütün bunlar aynı anda olur ve içinde bulunulan atmosferde birey veya toplum açısından bir çözümleme yapmakta tereddütlü davrananlar gözlenebilir.

Başka örnek de Hizbullah olsun. İran’ın bir stratejisi var ve bu stratejisi çok yönlü düşünülmelidir. İran savunma ve gelişme hattını kendine göre belirlediği bir dış alanda sürdürmektedir. Bu alanı belirlerken din, mezhep, vs. konuları da esas alır. Bir de önemli bir bakış açısı var, işte bu nokta mimetik yaklaşımı ihtiva eder. Bu nedir? Şöyle: “İslam sadece Araplara maledilemez, iktidarda Persler var ise ipler tam olarak Perslerin, Araplarda ise Arapların olur, ama her şartta Arapların olamaz.”  Bu söylediğimi, tarihi olaylarla da görebilirsiniz, yakın dönemde Körfez ülkeleriyle ilişkilerde de. ifade şöyle: “Körfez ülkeleri, özellikle Suudiler, ABD ve İsrail’e teslim oldular. O halde İslam’ı İran temsil edecek ve savunacaktır.” İran İslam Devrimi’nden sonra diğer bir yaklaşım ise şöyle: “Orta Doğu, İsrail ve ABD’nin oyun ve sömürü alanı değildir. Bunlarla mücadele şekli olarak, onların meşru imiş gibi lanse ettikleri her ne varsa İran yönetimi de bunların gayri-meşru oluşumlarını yapacak ve sonuçta bölgesini savunacak.”

Bu yaklaşımlarla bakılırsa, İran, etkisini geliştirdiği alanlarda, Lübnan, Irak, Suriye, Yemen gibi, ülke topraklarında “direniş güçleri” oluşturmaktadır. Batı dünyası buna “direniş ekseni” (axis of resistance) ve/veya “vekiller” (proxy) demektedir. Dolayısıyla Hizbullah, Lübnan’da bir İran yanlısı örgüttür. Ben bu konuları geniş şekilde 12 Ekim 2023’te, Direniş Ekseni Meselesi ve Gazze başlıklı makalemde ele aldım.

Hazır söz İran’a gelmişken bir de stratejik açıdan şu ilaveyi yapayım; İran, ABD ve İsrail ile savaşmak istemiyor, ama stratejik amaçlarını geliştirmek için kendi yöntemiyle siyasetini sürdürüyor. Örneğin, İran nükleer silah sahibi olmak istiyor. Şu an Orta Doğu’da bir tek İsrail’in nükleer cephaneliği var. Öyleyse düşünün; Hamas çatışması sürüyorken, ki hem Batı hem de İran, Hamas’ı vekillerden veya direniş ekseninden şeklinde tarif ediyor, bir taraftan da İran yanlısı güçler İsrail’in çevresinde çeşitli ülkelerde potansiyel tehdidini sürdürüyorken, örneğin İsrail ve ABD savaşın genişlemesini ister mi? Hayır. Gazze meselesine odaklanırlar, diğer yandan İran’a caydırıcılık yöntemini uygularlar. İşte bu sahadaki denge İran’ın zaman kazanıp içerideki çalışmalarını tamamlamasına imkan verir. Peki, İran nükleer silahı yapınca ne olacak? Bu önemli bir kazanım değil mi?

Hizbullah konusu için bakınız, İsrail’in Kuzey Cephesi başlıklı makaleye.

MEDYA VE SAVAŞ

Medya menşeine ve sonuçlarına göre iki taraflıdır; kısaca iyi ve kötü demek mümkündür. Medya karışık algı yaratır: Meşru ve gayrimeşru olan aynı mesele üzerine faaliyet gösterir. Konvansiyonel medyada yayın politikası, bilgi vermesi, haberi tekrarlaması, yorumlatması, yanlış insana yorumlatılması başka başka sonuçlar verir, içeriye ve dışarıya propaganda yapması söz konusudur. Çağımızda medya konusu sosyal medya yaygınlaştıkça daha başka bir anlam kazanmaya başladı. İçeriklerin hazırlanması, tekrarlanması, çok noktadan yayılması gibi değişik konular devreye girdi. Sosyal medyada propaganda gayet kolay ve yaygın bir hal aldı. Algı yönetimini, toplumsal gruplaşmaları, bu grupları belli amaçlara göre yönlendirmeyi kolaylaştırdı. Algı yönetimi amaçlı faaliyetlerde arka planındaki detayların doldurulması yüksek teknoloji kullanarak kolaylıkla yapılır oldu. Burada hedef için bireysel ve toplumsal zaafları, istismar edilecek alanları, keskin özellikleri bulup, buna göre çalışmak söz konusudur. Neden medya yanlış olanı kullanıyor? Benzer bir soru: Neden yanlış olan medyayla kendine bir alan yaratıyor? Elbette çıkar için: Bireysel sorunlarını gizlemek isteyenler, maddiyat ve şöhret peşinde koşanlar, siyasi rol kapmak isteyenler… Aparatlar neden kendilerini kullandırıyor? Aynı seviyesizlik ve çıkmazlardan olsa gerekir. Ama sonuçta bu toplumsal bir çürümüşlük veya kanserli doku oluyor. Normal düzen içindeyken, herkesin kendine göre bir derdi varken, bir de bozuk medyayla, aparatlarla, gerisindeki yapay siyasetçilerle, çıkar gruplarıyla ve bütünüyle topluma yük getirenlerle uğraşmak durumunda kalınıyor.

Siber savaş, Cenevre’de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin görüşmesinin de ana konusu halindeydi. 2016 ve 2020 Başkanlık seçimlerine Rusya’nın siber yöntemlerle, medyayla ve gerçeklik ötesi (post truth) yöntemlerle müdahale etmesi konusunun tam karşılığı ABD için milli güvenlik meselesi ve dahası savunduğu en büyük değer olan demokrasiye saldırı olarak addedildi. Öyleyse medya kullanılarak gerçekleştirilen bu modern müdahaleleri bir saldırı ve savunma alanı olarak ele almamız gerekmektedir. Saldırı ve savunma faaliyetlerinde üzerinde çalışılan mimetik alan bireye ve topluma dönüktür ve görüldüğü gibi en üst seviyede kullanılmaktadır.

SİYASET VE SAVAŞ

Çağımızda dış ve iç politika hakimiyet ve iktidar esaslı uygulamalarla yapılmaktadır. Dış politikada akıllı güç (yumuşak ve sert güç beraber) uygulanır. Her ne kadar açıkça ifade edilmese de başat ülke akıllı güçle gri alanlardaki hedef ülke, güç veya toplumları etkiler, istismar eder, çatışmaya sevk eder, daha kolay yönetilebilir hale getirir. Bunun için de hedef ülkenin iç politikasına müdahale edilir. Hatta son dönemlerde gördük ki tehdidi işaret etmek demek başat gücün büyük stratejisini açıklamak demektir. Örneğin George W. Bush’un işaret ettiği gibi, “küresel radikal terörle savaş” demek, kendinden başka her ülkenin de o istikamete bakması demek olur. Demek ki seçim kampanyaları desteklenmekte, liderlerin belirlenmesi üzerinde planlar yapılmakta, seçimlerde halkın yönlendirilmesi söz konusu olmakta (medya bahsinde görüldüğü gibi), bütün bunlarla beraber hedef ülkeye politik baskı ve/veya psikolojik baskı kurulmakta ve yaptırım türü uygulamalar işletilmektedir.

Son dönemde küreselleşme, dördüncü sanayi devrimi, hukuk, ekonomik yaptırımlar, akıllı güç, ticaret savaşı, vekalet savaşı, uzay savaşı, siber savaş gibi birçok yeni kalıp, tarif, standart ve alternatif zorlama yolu devreye konmuş durumdadır. Bütün bunlar arkaik dönemden itibaren gelişen ve beslendiği alanları içeren döngülerle ve kırılmalarla alakalıdır. Bırakın dorudan siyaset kurumlarını, sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları, büyük şirketlerin yönetim kurullarının ortak fikirleri gibi pek çok kurum ve bunlarla ilgili dokular bugün bizim ilgilendiğimiz siyasetin geri planını oluşturur.

Savaş, stratejik kazanımı esas alırken, çatışmalar daha dar zaman aralığı ve bölgelerle ilgilidir. Bir ülke veya devlet kazanmak ister; bunun için refah ve güvenlik başlıklarını esas alır. Örneğin bugün bir İsrail Devleti var, bunun ülke sınırları belli gibi duruyor, değil mi? Hayır. Aslında Filistin topraklarında oturuyor ve siyasetine bakılırsa Filistinlilerle bir anlaşmaya varmaksızın, elde ettiği toprakların tamamına ve hatta daha fazlasına sahip olmak istiyor. Filistin için de benzer bir durum söz konusudur. Filistin Devleti var, ama ülkesinin sınırları belli değildir. Peki bu neyin savaşı? Sınırların, egemenlik haklarının, velhasıl stratejik kazanımların savaşı. Burada Netanyahu’nun veya hükümetinin önemi olamaz, kimse eksik düşünmesin. İsrail Devleti hesaba katılır, hükümet bugün değişse başbakanı başka bir isim olur. İsrail tarihi böyle örneklerle doludur. Aynı konu ABD için de geçerlidir. Örneğin Joe Biden var diye olmuyor bütün bu gelişmeler. Ama elbette onun politikalarıyla öncelik listeleri ve belli alanlarda ağırlıklar değişebiliyor. Siyaset ile siyasetçiler karıştırılmamalıdır.

HAKLILIK-KAZANMAK VE SAVAŞ

Yakın zamanda (Ekim 2023) Eristik ve Sofistik başlıklı bir makale yazdım. Biraz değineyim.

Eristikte, çıkarımın biçimi doğrudur, ancak önermelerin kendisi (özü) doğru değildir. Bu nedenle eristik, doğru gibi görünenle ilgili sonuçları işaret eder. Sofistik halde ise, çıkarımın biçimi yanlıştır, fakat doğru gibi görünür. Diyalektik çıkarımlar biçim ve içerik açısından doğrudur. Eristik ve sofistik çıkarımlar ise yanlıştır. Neden? Çünkü bunların amaçları farklıdır. Diyalektik dediğimizde karşımıza ilk çıkan gerçektir. Gerçek nedir? Derinlerde saklı olan bir şeye, mimetikteki yansıma alanına ve bugünkü izdüşümüne bakmak gerekir. Eristikte amaç, haklı çıkmaktır. Sofistikte ise amaç kazanmaktır. Ben konumuz savaş-barış olduğuna göre şöyle ifade edeyim, “stratejik kazanım” sofistik kurgunun işidir. Savaş yaparken de kazanmak, barış yaparken de; işte bu sofistik yaklaşımın bir konusudur. O halde meselelere ne amaçla baktığınız önemlidir: Haklılık mı, kazanmak mı?

Kavramlar belirli sınıflarla ilişkilidir. Örneğin, Müslüman biri Filistin meselesi için İsrail’in yaptıklarına, tam tersine, Yahudi biri aynı meselede Hamas’ın yaptıklarına, “nefret” duyabilir. Yine tersi de konumuzla alakalı, “sevgi” de duyulabilirdi. Ama kritik konu şu; nefret de olsa sevgi de bunun kaynağında olan asıl konu “duygu” ile alakalıdır. Bu örnekte inanç sahiplerinin konulara duygusal yaklaşmaları çok normaldir. Netanyahu sürekli Kutsal Kitap referanslı konuşmalar yapıyor (retorik), sizce burada ne yapıyor? Tahrik! Bu onun “politika” yöntemi olmaktadır. Ama kazanım burada değildir, aldanmayın! İsrail Devleti kazanmayı diyalektikte aramaktadır.

Evrensel ahlaki değerlerin listesini vereyim: Zararın önlenmesi, Adaletin sağlanması, Kendi grubuna bağlılık, Otoriteye saygı, Saflığın korunması, Baskıdan özgürlük. Burada değerler özneler arası bir konudur. Bu ne demek? İnsanlar farklı değerlere sahiptir, ancak değerler gruplar tarafından paylaşılmaktadır.

Bütün bunlar diyalektiğin konusudur. Eristik diyalektik her durumda sofistik olana da açıklık getirir. Medya sürekli görseller ve etiketler (kavramlar) yayımlar, çoğu politika içerikleriyle bakılırsa doğru bilgilerdir. Algı atmosferi içinde bireyin diyalektiğini bir doğru ile ölçmek için yine tek bir sonuç elde etmenin çaresizliği bilinerek hareket edilir. Halbuki arada bir yerlede gibi görülen politik hedefler (ki esasen hep en üsttedir) çoğu meselenin belirleyicisidir. Haklılık şartları da bu politik hedeflerle paketlenerek sunulur. Her iki taraf kendi yöntemiyle algılara yönelir.

Böylesi köklü meselelerde tarih, din, kültür, ekonomi, strateji, coğrafya ve başka her ne var ise birer parametredir. Bunların her birine dair derinlemesine analizler yapılabilir. Belki de doğruyu bulmak bu gibi çalışmalarla daha da açıklanamaz olur; birey olarak sadece bir tercihte bulunmak en kolay çıkış yolu olarak tercih edilebilir.

Gördüğünüz gibi benim ifade ettiklerim, taraflar konulara nasıl bakıyor, felsefi açıdan bunun adı ve yöntemi nedir, bunları hatırlatmak oldu. Amaç ne? Kazanmak! Kazanmak herkes için değişik olabilir mi? Mevcut uluslararası sistemde bir ülke olarak ne yapılmalı? Haliyle, “İsrail nasıl kazanıyor,” diye soranlar çok oluyor. Ekleyerek, “İsrail’i Batılılar destekledi, elbette kazanıyorlar, onlar emperyalist ve sömürgeci…” denebilir. Ama Batı kültürü en başından bu yana konulara sofistik baktı! Kazanmanın doyurduğu bir çıkarcı ruh hali var ve en eski çağlardan bu yana İsrail toplumu buna dayalı işleyen bir algı ve idare sistemini yönlendiriyor, kullanıyor.

GELİŞİM VE SAVAŞ

Savaş mert askerlerin işidir, ancak savaş alanı hilelerle doludur. Bu iki konu tezat gelebilir. Ancak savaş zafer (kazanmak) odaklıdır. Er meydanında her ihtimal, yeni yöntem, teknik imkan, vs. hesaba katılır. Cephe, en sert yöntemlerin kullanıldığı, ölümden korkmak veya korkmamak adına büyük bir sınamanın olduğu hattır. Savaş akıllı liderlerin komutasında yapılır. Hangi lider daha akıllı, cesur, stratejide ve taktikte başarılı, attığı her mermide isabet kaydedebilmiş, örtü ve aldatmayı yapabilmiş, gibi pek çok sonuç alıcı uç noktalarda sınama yapılır.

Günümüzün savaşları çok karmaşık yöntemleri içerir. Eylül 2023’te Küresel Şiddet Dönemi başlıklı makalede bugünkü savaşların içinde neler var, onları açıkladım. Beşinci Nesil Savaş’ta kitle imha silahları ve konvansiyonel silah kullanımı, buna ilave robotik sistemler, akıllı güç uygulaması, kültür merkezli savaş, uzun savaş veya sonu olmayan savaş, neo-medieval savaş, asimetrik savaş, istihbarat ve gölge savaşı, sıfır kayıplı savaş, hibrit savaş, siber-uzay savaşıtam spektrumlu savaş terimleri yer alabilir. Küresel Şiddet Dönemi değerlendirmemdeki yöntemde hem Beşinci Nesil Savaş’ın tümü var hem de yeni tür hibrit düşüncelerin eseri halinde karşımıza çıkacaklar… Bunu iyi resmetmemiz gerekiyor. ABD’nin şimdiden sözünü ettiği bir Çok Alanlı Savaş (Multi Dimentional Warfare) açıklaması talimnamelerinde (https://irp.fas.org/doddir/army/fm3-0.pdf ) yer almaktadır. 

Fiziki, Bilgi ve İnsan Boyutu her şekilde öne çıkmaktadır. Bu yaklaşım gelecektekiler için de bir başlangıç hüviyetindedir. Çatışmaların olduğu yerler, ülke sınırlarının her iki tarafında ve hatta çok başka coğrafyalarda olabileceği gibi, mega-kentlerde, merkez ve varoşlar arasında görülebilecektir. Bu genel bir ifade, ama bakın Gazze’ye, ne göreceksiniz? Karmaşıklığı anlamak adına bu örneği düşünmeniz gerekecektir.

Yine genel ve kavramsal ifadelerle yazıyorum, bugün dünyada, yoğun provokasyon ve ajitasyon ile kalkışmaların, saldırının, isyan etmenin, siber taarruzların, gerçeklik ötesi tekniklerin fazlaca yaygınlaştığı bir ortamda, arzu edilen o güven içinde yaşamak hiç de kolay olmayacaktır. Sürekli anonslarla veya bazı uygulamaları çalıştırarak bilgilendirmeler olacak ve bu bilgilendirmelerin konusu maalesef ki çatışma bölgelerini işaret edecektir. 

İSRAİL VE SAVAŞ

Orwell ve Netanyahu başlıklı makalemi 6 Kasım’da yayımladım. George Orwell’in 1984 isimli meşhur romanındaki savaş kavramından yararlanarak yazdım. Yaşamın kendisi elbette bir roman değildir. Hele benim bir eski asker hasebiyle söyleyeceklerim çok daha tekniktir, bu savaş biliminin (polemoloji) içinden cümlelerdir. Yine de Dünya Savaşları ile belirginleşen, hatta Faşizm’in ve nükleer silah sahibi olmanın getirdiği başka bir dünya algısı vardır ki, bunlar dünyada bazı ülkeler için bir ayrıcalıkmış gibi açıklanabiliyor, dolayısıyla bunun politik haliyle ilgi bir sonuçtan dolayı, “iki kere iki beş ediyor”, ben de bunu görmezden gelemiyorum.

ABD ve ortakları savaşı evrenselleştirdi; ekonomide, teknolojide, sosyo-kültürde, nöro-psikolojide, algı yönetiminde çok değişik cepheler açıldı. Her şeye rağmen küresel güçler ve bunun yolunda olanlar silaha sarılmadan yapamıyorlar. Savaşın iki kere iki dört ettiği asıl nokta, her defasında daha gelişmiş silahlara en çok miktarlarda ulaşmanın hesabında yer almaya devam ediyor. Bu, caydırıcılıkta, dış politikada, uluslararası sistemleri baskılamakta ve iç politikada öncelikleri zaruri kılmakta gerekli görülüyor. Velhasıl dünyada bir savaş halinin sürüyor olması aynı zamanda kazanç kapısının tam tarifidir; kazanmak demek bu tür bir savaş halinde üstün olmayı başarabilmektir. Öyleyse nefreti hâkim kılmak hiç de zor değildir, bu konu politikacılar ve uzmanlar tarafından kolaylıkla mümkün kılınabilir. Çatışmalara düzmece gerekçeler zorlanmadan üretilebilir.

İsrail’in yaptığı bir yok etme savaşıdır, yıkımdır. İsrail, Gazze’yi ve kardeşçe yaşama düşüncesini yıkmaktadır. İsrail, Gazze’yi yutmak, egemenlik hakkını Gazzeli Filistinlilerin elinden almak istemektedir. Batı Şeria ve Kudüs konusunu da ekleyecek olursak, İsrail, Filistinlileri kendi uydusu haline getirmekle ilgilenmektedir. Başbakan Netanyahu, bir yönüyle Hamas ile, diğer yönüyle dünya ile savaşmaktadır; ancak asıl savaşı, iç politika yönüyle, kendi halkına karşıdır.

Netanyahu, Kutsal Kitap’tan taşıdığı birçok alıntıyla hem iç hem de dış politikada bazı amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla çeşitli çıkışlar yaptı. Orwell bu yollara başvurmanın asıl manasını eseri 1984’te açıklıyor. Orwell savaş konusunda şöyle diyor:

“… Bugünkü savaşın niteliğini anlamak için her şeyden önce, kesin bir sonuca ulaşmasının olanaksız olduğunu kavramak gerekir… Köle halkların emeği, yalnızca sürekli savaşın temposunun hızlandırılmasını sağlar… Savaşın asıl yaptığı, yok etmektir… Savaş, görülebileceği gibi, gerekli yıkımı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bu yıkımı psikolojik bakımdan kabul edilebilir bir biçimde sağlar… Gerekli olan tek şey, bir savaş halinin var olmasıdır… Savaş isterisi ve düşmandan nefretin en güçlü olduğu yer İç Parti’dir. Bir İç Parti üyesi, yönetici niteliği taşıdığı için, savaş haberlerinin uydurma olduğunu çoğu zaman bilmelidir ve tüm savaşın düzmece olduğunun, ya savaş diye bir şey olmadığının ya da açıklananlardan çok farklı amaçlar uğruna savaşıldığının çoğu zaman ayırdında olabilir… Zafer ya giderek daha fazla toprak ele geçirip böylece olağanüstü bir güç üstünlüğü oluşturarak ya da yeni bir karşı durulmaz bir silah keşfederek elde edilecektir… Bitmek bilmeyen kıyımların gazetelerde yer almasına, tele-ekranlarda gösterilmesine karşın, birkaç haftada yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın can verdiği eski savaşların amansız çarpışmaları bir daha asla tekrarlanmamıştır… Eski çağlarda savaş, handiyse tanımı gereği, önünde sonunda son bulan, genellikle kesin bir zafer ya da bozgunla sona eren bir şeydi… Felsefede, dinde ahlakta ya da politikada iki kere iki beş edebilir, ama iş bir top ya da uçağın yapımına geldi mi, iki kere iki dört etmek zorundaydı… Savaş, mantıklı davranmanın güvenilir bir bekçisiydi; hele egemen sınıflar açısından, mantıklı davranmanın belki de en önemli bekçisiydi. Savaşların kazanılması ya da kaybedilmesinin sorumluluğundan hiçbir egemen sınıf tümüyle kaçamazdı. Ama savaş gerçekten sürekli bir nitelik aldığında, tehlikeli olmaktan da çıkar. Savaş sürekli olunca, askeri gereklilik diye bir ley kalmaz… Savaş, görüleceği gibi, artık tümüyle bir iç sorundur… Savaş her egemen kesim tarafından kendi uyruklarına karşı verilmektedir ve savaşın amacı toprak ele geçirmek ya da toprak yitirmeyi önlemek değil, toplum yapısının hiç değişmeden sürmesini sağlamaktır. Savaşın, sürekli bir niteliğe bürünmekle, savaş olmaktan çıktığını söylemek beki de doğrudur…“

GAZZE VE SAVAŞ

Hatırlatayım; 2 Kasım 2023 Gazze ve Asimetrik Savaş ile İsrail’in Gazze Harekatı Planı, 9 Kasım 2023’te de Gazze’de “Ara Verme” ile başlıklı makalelerimde değişik savaşa ilişkin belli deşerlendirmelerim oldu. Bu yazılar daha ziyade askeri ve polemolojik açılardan önemli gördüğüm hususları kapsadı.

Bana göre harekatın safhaları şöyle gelişti: 

I. Safha, 7 Ekim ila 27 Ekim arasında Gazze’ye yoğun hava bombardımanı. 

II. Safha, hava bombardımanı devam ederken, kara harekatının başlaması ve halen devam ediyor olması. Burada 27-31 Ekim arası İsrail açısından geçiş dönemi olarak yaşandı, 1 Kasım itibariyle kara operasyonları Gazze şeridini ikiye bölen ve kuzeydeki dilimde Gazze şehrini çembere alan şekilde gelişti.

İsrail Kara Planını henüz 2 Kasım’dayken şöyle belirtmiştim:

Harekat öngördüğüm şekilde gelişti. Gelinen noktada durumu şöyle ifade edebilirim:

Bu da gösteriyor ki artık Gazze şehri çember altında. Benim bu noktada sorduğum bir soru var: Diyelim 7 Ekim’de İsrail Hamas’ın saldırısını hesaba katlamadı, öyleyse geldik 34. güne, Hamas İsrail’in 9 Kasım’da durumu bu şekle getireceğini hesap etti mi? Bu soru önemlidir, aslında çatışan taraflar için önemli, ama bir de bu konuyu takip edenler açısından cevaplanması gereken bir sorudur. İşte, “kazanıma çevirmek” demek, “durum üstünlüğü” yaratmak, gibi savaşta ifade edilen bazı temel kavramlar vardır, bunları yeri böyle durumlarda daha iyi görülebilir olmaktadır.

Harekat sürüyor, ateşkes yok. Satıh birlikleri çemberi oluşturdu. Hava harekatı sürüyor. İsrail açısından meskun mahal çatışmaları için önemi bir risk görülse bile artık kontrollü ilerleme yolunu seçecektir. Eğer Hamas yeni ve sürpriz bir saldırıda bulunursa bu başka bir olasılık, ama şu an itibariyle özet şu: 1) Gazze şeriti ikiye bölündü, 2) Hamas Gazze şehrinde çember içindedir, 3) Hamas’ı içeriden ve dışarıdan destekleyen kaynakların kendilerine ulaşımı mümkün olmamaktadır.

III. Safha, henüz yeni konu, eğer bu çatışmaya ara verme saatleri veya duraklamalar uygulanır olacak ise bu harekatın geneli açısından da yeni bir safha demek olacak, onun için ayırmaktayım, bunu bu yazıda geniş olarak açıklayacağım. Tarih olarak adını koyalım; bu yeni safha kabul görür ise örneğin 9 Kasım’da başladı diyebiliriz. Başlayacak olan bu yeni safha ise bir hayli zaman sürecek gibi görülüyor, bunu da açıklayacağım.

Ancak, “İsrail bu durumu ne zaman kabul etti?” diye sormamız gerekmektedir. Cevap belirgin: Gazze şehri etrafında çemberi oluşturduktan sonra. İsrail ordusu “Gazze çemberi” üstünde 8-9 yüz metrede bir “askeri koruma alanları” veya “üs alanları” inşa etti. Şöyle düşünün, çemberin içinde Hamas var, içeriden dışarıya kontrollü biçimde siviller çıkabiliyor ve İsrail ordusu bombardımanına sadece dört saat ara verecek, sonra bombalamaya devam edecek. 

Askeri açıdan ne söylenebilir? Şöyle: 1) Bu bir ateşkes değil; 2) Savaş uzadı, bu yeni bir safha; 3) Hamas’ın lojistiği her ne kadar yeterli olacaksa o nispette direnci olabilecek; 4) İsrail kendisi açısından bu aralıklarda durum değerlendirecek, istihbarat alacak, temkinli şekilde meskun mahal operasyonu yapacak. İşte bu yeni safhanın dinamikleri bu esaslara göredir. 

Gelişmeler İsrail’in lehine mi? Benim safhalar halindeki değerlendirmeme bakılırsa ve bu insani ara vermenin siyasi olarak kullanılabilir bir durum yaratacağı da düşünülürse, evet, İsrail açısından avantajlı bir safha söz konusu olabilir. Bundan sonra İsrail tarafı, ABD’nin de desteğini alarak, daha planlı bir süreci başlattı denebilir; sahadaki sıkışıklığa veya artan risk durumuna bir nefes bulunabildiği değerlendirilebilir. Hal böyle olunca, benim savaş uzadı değişim yönde bakalım, İsrail, Gazze’den uzun süre çıkmaz ise bu Filistin ve İsrail-Filistin meselesi açısından yeni bir durumdur. Üzerine uzunca tartışmak gerekebilir.

O halde yeni başlayan bu III. safhanın bir özelliği de şudur: Kara ve hava operasyonları devam ederken (ki uzun sürebilir diyorum), aynı zamanda Filistin’in veya Filistinlilerin de geleceği hakkında yeni şartların üzerine çeşitli siyasi tartışmaların gelişebileceği bir dönem başladı, dememiz gerekir.

Asimetrik Savaşta, Gayri Nizami unsurların en büyük hatası tüm güçlerini rakibin karşısında olacak şekilde bulması, kaybın yüksek olması ve kaynaklarını kısa sürede tüketmesidir. Bugün Gazze’de Hamas’ın karşılaştığı tablo bu şekildeki bir görünüme daha yakındır. Tükenirseniz sürdüremezsiniz! Gayri Nizami Harp açısından dikkate alınması gereken kural budur. 7 Ekim’de zafiyeti görülse ve halen İsrail kara unsurlarının bir kısmı acemi görülse de genel savaş anlayışı itibariyle, çatışmanın süresi içinde, örneğin 8-9 Ekim civarında, İsrail bu hesabı yapabilmiş gözüküyor.

İsrail tarafı hemen ‘savaş’ ilan etti, bunun bir anlamı vardı. Bu sefer çatışmaya ‘savaş’ demeleri önceki karşı koymalardan farklılık içeriyordu. Seferberlikle ve her türlü alanda büyüklüklerin hepsini abartılı ve önemlisi acımasızca kullanmalarıyla belirginleşen durumu mukayesenin içine koymak gerekir. Hamas, İsrail’in bu denli sert, kapsamlı ve uzun süreli karşılık vermesini hesapladıysa, bu Gayri Nizami Harbin sınırları içinde zor kabul edilir bir durumdur. Çünkü Hamas için bağlayıcı bir durum var: Birincisi, bu kez yıkıcı sertlik çok fazla, ikincisi ise saha çok dar. Gerçekçi yaklaşımda ölçü ifade eden parametreler devreye girer, bu gözardı edilemez. Mesela sahanın ölçüleri, çatışma alanının doğal yapısı önemlidir. Diğer yandan tünellere ve Meskun Mahal Çatışmasına dayalı olarak, çatışmayı içeride kabul etme beklentisi, burada sınırlayıcı bir parametre haline gelmektedir. Meskun mahalde İsrail’in riskleri malum, kayıp da verecektir. Ama içeri girmek için başka çaresi yok ve bu olası kaybı minimize etmek isteyecektir. Peki vazgeçer mi? Hayır. İsrail seferberlik ilan etti, savaş kabinesi kurdu, yani durum farklı. Zaten meskun mahaledeki riski en aza indirgemek adına, çok yıkıcı mühimmatlarla, havadan ve yerden ateş gücünü fazlasıyla kullanıyor. Diyelim bir DMPI için bir 500 librelik uçaktan atılan mühimmat yeterliyken, İsrail etkiyi artırmak adına 2 adet 2.000 librelik mühimmat atabilmektedir. Gazze dar ama atılan mühimmat sayısı o denli fazla ki!..

Diğer parametre silah ve mühimmat ve teknolojik gereçlerin devrede olmasıdır. Unutulmasın, ABD’nin Vietnam Savaşı zamanında elinde sığınak delici mühimmat (JDAM gibi gelişmiş mühimmatlar) yoktu, bunlar henüz icat edilmemişti, ama ihtiyaç burada görüldü ve üzerinde çalışıldı. Bugün İsrail yıkıcılığı ve sivillere etkisi yönüyle belli açılardan hukuksuzluğu ortada olan bu tür mühimmatı fazla sayıda kullanmaktadır. Ortadaki çatışmada ilk akla gelen eleştiri, tarafların birbirlerine karşılık verme şekilleri: Bir kere İsrail orantısız güç uyguluyor; ama diğer açıdan buna mecbur kaldığını hesaplamış gözüküyor.

Hamas’ın gayri nizami savaşında önemli gördüğü tüneller konusuna bakalım. İsrail tünellerle ilgili engeli 27-31 Ekim arasında ele geçirdiği krokilerle ve sorguladığı kişilerle bir ölçüde çözmeye başladı; yerleri, girişleri, önemli noktaları, yani depo, satıh altından tek ve çok namlulu roket atış noktaları, operasyon, liderlerin yerleri, vs. Binaların içinde, bitişiğinde ve arazide 60×60 cm kapakların yerlerinin bir kısmını, araç girişine elverişli yerlerin bir kısmını İsrail ordusu öğrendi ve vurdu, bu faaliyet artarak devam ediyor. Esasında İsrail bu konudaki mantığı çözdü, sürekli yerden ve havadan istihbarat topluyor. Giderek çember daralıyor, bu tünellerin yerleri bulunuyor. Tünellerin içindeki mühimmat, çok namlulu roket atış noktaları ve lider kadro yerleri tespit edildiğinde üzerindeki yapıya bakılmaksızın JDAM ile vuruluyor. İsrail ordusu roket atış noktaları konusunu tünellerin dışında da inceliyor ve hemen vuruluyor. O halde durum giderek İsrail’in lehine gelişiyor denebilir. Hamas’ın elinde giderek omuzdan atılan roketler kalmaya başladı.

MASA VE SAVAŞ

“Bilemezsiniz,” diye başladım. “İki Devletli Çözüm” için bugün hangi noktadayız, bu çatışma bittiğinde nerede olacağız; bu çözüme yakın mı, uzak mı? Belki bu başka çatışmaların da zeminini oluşturacak bir olay halinde sürekli hatırlanacak? Neticede mimetik bakış bize bunları mümkün kılıyor. Taktik ve operatif başarılardan ziyade, Filistinliler ve onları destekleyen her ülke ve güç, stratejide kazanmaya odaklanmalı. Bakın, İsrail acımasızca, canice insanları, sivilleri, çocukları, kadınları yok ediyor, yerlerinden sürüyor… Batı dünyası, başta ABD, bu gelişmeleri “meşru müdafaa” olarak değerlendiriyor ve İsrail tarafına “tam destek” veriyor. Bu noktada uluslararası hukuk diye bir şey kalmadı artık… Nasıl sahadaki gelişmeler bir çok şekillerde cereyan ediyorsa, masada da belirsizlikler olabilceği hesaba katılarak şimdiden taraflar arayışlarını sürdürüyor.

Masada işler nasıl ilerler? Aslında bu da bir tür savaştır. Yani bunun nasıl sonuçlanacağını bilemezsiniz; anacak mücadele edersiniz, önerileriniz olur, çeşitli formüller geliştirir ve bunlar üzerine temaslarınız olur, geliştirirsiniz. Güç dengeleri ve güç mücadelesi konuları saha da masada da önemlidir. Bir de masanın hileleri vardır.

İşte geldik bu makalenin başındaki anlatımlara. Çünkü burası da savaş ve hilelerle dolu dediğimiz noktada, artık olay şuna dönüşecektir; kazanmak! Kazanmayı hesap etmek gerekir. Nasıl? Tartışma ve ikna yöntemleri, metotlar ve zorlamalar var.

Arthur Schopenhauer Haklı Çıkma Sanatı’nda tartışmalı konuların üstesinden gelebilmek için yaklaşım metotlarını açıklıyor, bunlara “hileler” diyor. Schopenhauer, “Yol gösterirken neyin gerçek neyin sahte olduğunu biz de ayırt edemeyiz, çünkü tartışmaların kendisi bile öncesinde emin değildir. O yüzden ben nesnel olarak haklı olunup olunmadığına bakmadan hileler göstereceğim; zaten haklı olup olmadığını insanın kendisi bile kesin olarak bilemez: Bu ancak tartışma yoluyla anlaşılır,” diyor. Bir de ekliyor: “Prensiplere karşı çıkan biriyle tartışılmaz!”

Filistin-İsrail meselesinde haklı kim? Bana göre veya size göre değil, buna masada oturanlar açısından bakın. Bir müzakeredesiniz ve alınan kararlar neticesinde imzalar atılacak. Evet, haklılık kabaca nereden baktığınıza bağlı; Batı, Avrupa, ABD, İsrail bir taraf; Orta Doğu, Müslüman ve aklı elim dünya ise diğer taraf, gibi görünüyor. Masaya kimler oturacak, bugünden bunu bile tam olarak söyleyemiyorsunuz, çünkü masaya oturmanın gayreti bugünlerde veriliyor, bu da bir savaş. Bugünkü siyaset ve medya savaşı boşuna olmuyor. Hatta şimdiden ileriye dönük projeksiyonlar yapılarak, günü geldiğinde istismar edilebilecek hususlara ilişkin projeler yapılıp bir tarafa not ediliyor. O halde bu kabaca işaret ettiğim iki kesim birbirlerine “haklılık” bağlamındaki bir yaklaşım için kapalıdır. Arap-İsrail tartışması öncesinden gelecek olursak, konu bir defa mimetik etkileri olan türden: Dinler ve kültürler bağlamında bu coğrafyanın en temel ve derin konusudur. Öyleyse konunun öncesi ve yansımaları tartışmalı bir konudur. Tartışmalı her konu masada koz ve/veya istismar aracı olarak kullanıma değerdir. Çözüm ne öyleyse? Tartışmayı bilmek. Ne zaman? Örneğin, bir konvansiyon veya konferans toplanır, burada. Yani diplomasinin çalışacağı bir sürece gelinirse, bir kez daha Filistin-İsrail meselesi masada olacak ve şartları gereği, öncesinden başlayarak, son kazanımlara ve çıkarlara göre, belirlenmesi açısından tartışılacak. O halde tartışma anına gelindiğinde yöntem nasıl olacak? İşte Schopenhauer buna “hileler” diyor, tartışmada “hasmını alt etme biçimine” bu yakıştırmayı yapıyor. Schopenhauer’un ifadelerinden alıntıyla şöyle sorayım, hangisi üstün gelir? Burjuva onuru mu, şövalyelik onuru mu, her ikisini içerebilen güçlünün onuru mu? Burada mazlumun onuru yok mu diyeceksiniz. Var. Mazlum, daha çok şövalyelik onuruna dayalı olarak karşınıza gelir. Burjuva ve hem burjuva hem de şövalye olan güç ise bunu zaten bilir. Schopenhauer’a göre masa bu hileleri bilir ve kullanır.

Hep yazıyorum, bıkmadan tekrarlayacağım; stratejik kazanım önemsenmelidir. Savaş sanatı, nerde olursa olsun, stratejisiz olmaz.

Şöyle gerilere gidip baktım, Yeniden Levant dediğim Haziran 2022’deki makalemde, nelerin olup nelerin olmayacağı açıklanmış halde… Ama bilemezsiniz, bu bir siyaset. Siyasette iki iki daha beş ediyor!

Politika 'ın son yazıları

23 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
36 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
48 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
50 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
80 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme