Joe Biden Kazanırsa…

21 Ekim 2020
Okuyucu

ABD’de yapılacak 3 Kasım seçimleri sadece Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, Joe Biden ve Donald Trump arasında geçmeyecek, küresel çapta olacak. Neden mi? Biden seçilirse neler değişecek biliyor muyuz, buna hazır mıyız?

3 Kasım’da gerçekleştirilecek ABD seçimleri sonuçları itibarıyla geçmiştekilerden çok farklı olacak. Neden? Dünyayı kapsamlı bir yapı değişikliğine zorlayacaklar ile buna direnen kesimlerin politik misyonları ABD’de bilinçli-bilinçsiz seçmenlerin verecekleri oya bağlı olacak. Bugüne dek ABD başta dünyada bazı kavramlar (küreselleşme, netizen, neo-liberalizm, neo-kolonyalizm, vs.) serpiştirilmiş olarak kullanılıyordu. Geçmiş dönemlerdeki asıl mesele ABD’nin uluslar sistemindeki hakimiyetini hangi uygulamalarla sürdüreceği üzerine yoğunlaşmaktaydı. Az veya çok politikacılar bu kavramların etrafında konuşmaktalar. Esasen muhafazakarlarca savunulan politika da ABD’nin hakimiyetini güçlendirmekle ilgilidir. Donald Trump’tan önce, 8 yıl süren Barack Obama iktidarındaki Demokratların politikaları ise ABD’nin küresel yatırımcıları için Çin’in daha fazla açık olmasının sürdürülmesini ve genişletilmesini içermekteydi. Şimdi soruyoruz, Joe Biden kazanırsa ne olacak, diye.

Aşağıda her bir başlık içinde ‘’yeni’’ sözcüğü göreceksiniz. İngilizce literatürde bu konular ‘’neo’’ şeklinde açıklanmaktadır. Bu şekildeki yeniliğin mutlak pozitif çıkarım yapmak için yeterli olmadığını söylemem gerekir. Ayrıca asıl tartışmanın odağında bu yeni farklılığın olduğunu da işaret etmek isterim.

Yeni Ekonomi

Küresel düzen için çaba sarf edenler bu seçime dek kendilerini ve gerekli altyapıları hazır hale getirmekle ilgilendiler. Bugün şu nokta çok kritik, her ne yapılırsa yapılsın, küresel büyüme oranında, küçük değişikliklerle gerçekleşmesinin önüne geçilemeyecek bir doygunluk hali vardır. Bu doygunluk ekonominin kendisine, dolayısıyla küreselcilere, devrim niteliğinde bir değişim ihtiyacı şeklinde sunulmaktadır. Yenilik dedikleri budur; ekonomik sisteme yeni yaklaşımlar, usuller ve değerlemeler eklemekteler.

Gelişen küresel güç odakları mevcut uluslar sisteminin, kurumların ve finans yapılarının yeterli olmayacağını ve bunların miadını doldurduğunu işaret etmektedir. Bugün ABD’de ortaya çıkan büyük tartışmanın gerisindeki anlayış farkları bundan kaynaklanmaktadır.

Biden seçilirse küreselciler dünyaya yeni bir sistemi yerleştirecekler. Örneğin küresel büyüme oranı 1-10 arası bir değerde ise bunun en fazla ulaşacağı seviye 11-12 şeklinde gerçekleşebilir; sistem değiştirildiğinde ise büyümenin 20-30 oranında gerçekleştirilmesinin önünün açılacağı önerilmektedir. Doygun haldeki ekonominin önünün açılmasının bazı temel değişiklikleri gerektirdiği savunulmaktadır. Trump ise mevcut sistemi iyi işletelim diyen taraftadır. 

Bu yeni ekonomik sistemde insanların, 1) yaşam kalıplarını, 2) teknoloji-yoğun arz-talep ilişkilerini, 3) politikalarını, 4) mega kent düzeneklerinin bir ağ ile irtibatlanmasını, 5) finans sistemlerinde teknolojik imkanların da işin içinde olduğu kolaylıkların kullanılmasını içermekteler. Burada bazı hususlara ve kavramlara değinmiş olacağım.

Yeni Emperyalizm

Zbigniew Brzezinski’ye göre (Stratejik Vizyon, Amerika ve Küresel Güç Buhranı) ABD’nin 6 dezavantajlı noktası var ve bundan dolayı başı dertte. Bunlar: 1) Ulusal Borç (yönetme güçlüğü olan ulusal borçları ve rezerv para sistemi) 2) Bozuk Finansal Sistem (kusurlu finansal sistemi ve bunun yarattığı ahlaki tehlikeler) 3) Artan Sosyal Eşitsizlik (artan gelir eşitsizliği, durgunlaşan sosyal hareketlilik, dolayısıyla sosyal istikrarın ve demokratik uzlaşmanın tehlikeli oluşturması, yetersiz kamu eğitim sistemi) 4) Bozulan Altyapı (çürüyen ulusal altyapı) 5) Halkın Cehaleti (büyük güvenlik açığı, cahil halk, korkuya hassasiyet) 6) İşlemez Durumdaki Siyaset (tıkanmış ve son derece hizipçi siyasi sistemi, siyasi uzlaşma güçlüğü, siyasi felç).

Peki ABD’nin avantajları neler? 1) Genel Ekonomik Gücü 2) Yenilikçi Potansiyeli 3) Nüfus Dinamikleri 4) Tepkisel Hareketlilik 5) Coğrafi Taban 6) Demokratik Cazibe.

Yakın dönemin olgularına göz atalım. Küresel çapta etkileri olan; 1) Avrupa’da Brexit, 2) daha çok ABD ve Çin arasında belirginleşen Ticaret, Teknoloji ve Siber Savaşları, 3) küresel pandemi COVID-19 süreci, bununla beraber yaşanan sosyo-ekonomik duraksama ve yeni tür çıkış yolu arayışları, 4) küresel ısınmanın durdurulamaması.

Bu kısa zaman aralığında üst üste yaşananlardan dolayı ABD için ortaya çıkan tabloda, Brzezinski’nin sıraladığı o dezavantajları daha da derinleşme eğilimi içinde oluyor? İşsizlik artışı, George Floyd olayı ile hatırlanacak olan ırkçılık ve gösteriler, hortlayan vandalizm, buna karşılık aşırılığa kaçan Cumhuriyetçi ve Demokrat rekabeti, belirgin biçimde ortaya atılan ulusalcılık ve küreselcilik tartışmaları… Yaşananlar ABD’nin dezavantajlarını daha da derinleştirir mahiyette gelişmektedir. Yükselen başka bir tehlike var, küreselleşmecilerin öngördüğü bir üst yapı iktidarı; buna Yeni Emperyalizm denebilir.

Richard N. Haas’ın Yeni Amerika, Dış Politika İçeride Başlar isimli kitabında da görüyoruz ki ABD’de sorun büyük. “ABD liderliği”ne duyulan bir “ihtiyaç” varmış ki bizler insanlık olarak bilmeden ve istemeden de olsa bugüne kadar bununla uğraşmışız. Bu zaten bir “emperyalist” bakış açısıdır. Haas mealen diyor ki; Amerika’yı düzeltelim ve dünya düzelsin. Zor iş! Bu kez küreselciler maksimalist bir yaklaşımla elini yükseltti, ABD’yi çoktan aştı, artık Yeni Emperyalist formatla yürümenin sistemleşmesiyle ilgileniyorlar.

3 Kasım 2020’ye sayılı günler kaldı. Şimdiki tahminler Joe Biden’ın başkan olacağını işaret ediyor. Amerika bu, her şey olabilir! Ama sanki bu kez küreselcilerin seçimi kazanacakları bir ortamdayız. Çünkü çok zorladılar! Eğer Demokratların iktidarı gerçekleşmezse ne olur? Dünya daha da gerilir mi? Günlük yaşam bozucu ve bozguncu etkilere maruz bırakılır mı? Immanuel Wallerstein’in tabiriyle, zamanı ve mekânı bilerek sıkıştırırlar mı? 

Bu kez ABD seçimleri geçmiştekilerden çok farklı, dünyayı, yaşam tarzlarını değiştirecek türden, çok önemli değişimlerin gerçekleşeceği yeni bir süreci başlatacak nitelikte gibi. Peki sonuçta neler olacak, biliyor muyuz? Dahası olacaklara hazır mıyız?

Yeni Küresel Yönetim

Küresel yeniliğin merkezindeki konu bir mega kent ağının inşa edilecek olmasıdır. Bu mevcut devlet ve hükümet anlayışlarına alternatif getiren köklü bir konudur. Siyasi sınırlarla ilgilenilmemekte, asıl ilgilenilen yerin işletimle alakalı olduğu bilinmelidir.

Temel olarak burada hükümetlerin yaşama etkisi eleştirilmektedir. Devlet kavramı ise otoriteyi daha farklı tanımlamakla yapılmaktadır. Örneğin ‘’güçlü devlet’’ten kasıt, bilinçli ve sistemli olmak ile kontrollü yapıların diğerlerinden daha fazla oranda mevcudiyetidir. Bugün Almanya ve Arjantin’i karşılaştırırsanız, Almanya’nın bilinçli ve sistemli olması, kontrol mekanizmalarının yerinde ve verimli çalışması gibi özellikleri Arjantin’e nazaran öne çıkmaktadır. (Burada amaç mega kent ağını öneren küreselcilerin nereden yaklaştıklarını anlamak olduğu açıktır.)

Eğer ekonomi, bilim ve teknoloji ile enerji küresel çapta hizmet veren küresel dev şirketlerin elinde ise devletler güçlü bile olsalar, faaliyetin işletilmesinden sorumlu olacaklardır. Bu alanlarda Arjantin gibi ortalama devletlerin etkinliğinde günlük yaşama müdahil olma oranı daha yüksek seviyelerdeyken, Almanya gibi güçlü devletinki düşük seviyelerde kalır. Çünkü güçlü devlet teşkillerinde halkın disiplinli ve sistemli hareketi daha kontrollüdür. Böyle ülkelerde yaşama sürekli müdahaleler değil, kontrolü gerektiren girdiler öne çıkar. Ayrıca devlet otoritesi baskın bile olsa küresel şirketlerin etkisi daha da öne çıkacaktır. Hükümet inter-aktif biçimde küresel şirketlerle koordine içinde olmak zorundadır. 

Bütün bunların anlamı nedir? Kısaca dev küresel şirketler kendilerine en uygun yerleri seçebilecek ve şartların daha derli toplu düzenlenmesini talep edeceklerdir. İstihdam, büyüme gibi tercih edilir etkilerden dolayı hükümetler de belli oranda tedricen tavizler verecek ve halk ile şirket yönetimlerinin arasındaki sosyo-ekonomik düzen bağı açılmış olacaktır.

Çimdi küreselciler şu soruları soruyorlar: Mevcut sistemde hükümetlerin (10 bakanlıktan oluştuğunu kabul edelim) etkinliklerinin büyümeye, yaşamın temel gelişim noktalarının üretilip kullandırılmasına, vs. etkisinin mega şirketlere oranla daha az olması göz önünde tutulursa, bu hükümetlerin iktidarı katı kalıplarla elinde tutmasına ne denli gerek duyulacak? Politik sürtüşmeler bu performansa dayalı mı olacak? Hükümetler madem ki bütçeyi kontrol ediyorlar ama yaşamı kendiliğinden akacak biçimde kontrol eden düzenekleri şekillendirip işletemiyorlar, o halde neden onlara bu sıklıkla ihtiyaç duyalım? Bunun yerine daha belirgin hareket edilecek, kendileri için daha uygun ve kolay yönetilebilir kent devletleri düzenine geçişin kapısı mı zorlanmalı? Üstelik dünyada giderek nüfus ve iş kapasitesi kentlere birikmiyor mu?

McKinsey Global Institute küresel bir inceleme yapıyor. 2010 ve 2025 yıllarını baz alıyor, mukayese ile sonuçları ifade ediyor (NOT: İncelemedeki sayılar bugün gerçekleşmiştir):

  • 2010: Hacmi 1 milyar doların üzerinde olan dünya çapında faaliyet gösteren toplam 8.000 şirket tespit ediliyor. Hepsinin toplam hacmi 57 trilyon dolardır. Bu ise dünya çapındaki GSYİH’nın %90’ıdır. Halen 8.000 şirketten sadece 800 adedi devlet kontrolündedir ve şirketlerin 1/3’nden fazlası 20 büyük kentte yerleşmiştir.
  • 2025: Hacmi 1 milyar doların üzerinde olan dünya çapında faaliyet gösteren toplam şirket sayısının 15.000 adede çıkacağı bekleniyor. Gelişmekte olan ülkeler ölçeğindeki dağılımları şöyle: Bu şirketlerin 1990 yılında %5’i, 2010’da %10’u iken, 2025 yılında %45’i gelişmekte olan ülkelerde yerleşmiş şirket olacak. Özellikle Çin kentlerinde 5.000 yeni şirketin olacağı bekleniyor. Bu ise 2025 yılının gelişmekte olan ülkelerinde bulunan şirketlerinin %40’ına karşılık gelecek. 2025 yılında 330’dan fazla kentte büyük şirketler karargâh kuracak. Bütün bu şirketlerin hacmi 2010’a oranla %130 artarak 130 trilyon dolara ulaşacak. Dev şirketlerin %53’ü halka açılmış, %37’si özel ve %10’u devlet şirketi olacak. Yani %90 şirket devletten ayrı olacak. Satın almalar ve halka arzlar daha hızlı gelişecek ve bu oran daha da artabilecek. Devletin şirketler üzerindeki kontrolü ortadan kalkacak. Bu demektir ki dünyanın toplam GSYİH’sı kentlerde kalacak. Küresel ölçekte hacmi 50 milyar doların üstündeki şirketlerden bahsediyoruz. Bunlar toplam dev şirketlerin %67’si olacak.

Hal böyle olunca akla şu soru geliyor: Küresel şirketler devlerin etkinliği içinde mi kalacak, yoksa yerleştikleri kentin kurallarını uyarlayıp kendilerine göre daha etkin olmaya mı çalışacak? Bir kentin gelirinin birçok ülkeden veya devletten fazla olduğunu/olacağını dikkate alırsak, McKinsey’in iddiası yönünde, ‘’mega kent devletleri modeli’’ yönüne gidildiği sonucu çıkarılmaktadır.

Dünya nüfusunun önemli bir kısmı bu şehirlerde ve yakınlarında yaşayacak. Kent devletlerinin kendi aralarında ekonomik, bilim, teknoloji, eğitim, enerji, iş ve çalışma, sağlık ve sosyal ağları olacak. Bu ağlar küreselleşmeyi fiili hale getirecek. Kent devleti kendini savunmanın yollarını bile bulacak. Belediye başkanları yeni yönetim organlarıyla kentliye doğrudan hizmet verecek. Bütün bu hususlara göre hazırlanana örnek bir kent devleti etkinlik şeması ağıdaki şemayla açıklanmıştır:

Demek ki McKinsey Global Institute gibi kurumlar esasen bu tarz çalışmaları 2010’lu yıllarda yapmışlar. Bugün gelinen noktada mega kentleri bir ağ (network) ile bağlanmalarını sağlamak olacak. İşte Biden’den veya ekibinden beklenen bu tarz bir işin temellendirilmesi olacak.

Benim beklentim o ki, işte tam 7 yıl önce yazdığım konunun gerçekleşme zamanı bu seçimlerle başlayacak olması. Yani Biden seçilecek ve dünya değişim sürecine girecekse yeni küresel yönetim bu tarz şekillenecek. Her şey 2021’de değişmeyecek elbette, beklenen değişimin ateşi Ocak 2021 itibarıyla tutuşturulacak, hazırlıkların tamamlanması 4-5 seneyi bulacak, tamamlanması 2015’ler olacak. Burada hedefte olan küreselcilerin ABD iktidarıdır. Buradan yola çıkarak küresel yeni bir düzen kurmayı hedefliyorlar. 

Peki bu küreselci kesim hangi düzene karşıdır? Uluslar sistemi düzenine. Eğer iktidar değişirse artık (zaten sürekli eleştirilmekteler) ulus kökenli devlet otoritesine ve uluslararası kurumlara dayalı sistem aynı ağırlığıyla geri gelemeyecek. Ama yakın zamandan sonra ilginç kavramları da kabullenmek zorunda kalabileceğiz: Küresel mega kentler ağı kurulduktan sonra bu ağın dışındakilere ‘’taşra’’ diyecekler, elbette bu ‘’küresel taşra’’ olacak.

Yeni Küresel İttifak 

Yeni bir küresel örgütlenme mi oluyor? Olabilir de… Ancak fiili açıdan bunun temelleri atıldı sayılır, önemli olan da budur.

Şimdilik yeni küresel düzende 3 katmanlı bir yapının kurulacağını işaret etmeliyim. Birinci katmanda ABD, İngiltere ve Çin birlikte olacak. Bu ülkelerin iç yönetimlerinden bahsetmiyorum burada, mega kentleriyle ağa başlanmış bir yeni yönetim sistemi geçerli olacak, bundan bahsediyorum. İkinci katmanda ülke ismi olarak Kanada, Hollanda, İtalya, Norveç, Güney Kore, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda var. Bunların da mega kentlerini birbirine bağlı düşünmek gerekir. Gelelim üçüncü katmana, geri kalan ülkeler ‘’taşra’’ kabul edilecek.

Bazı ayrıntılar var, inceleyelim. Örneğin ‘’muhafazakarlık’’ meselesi temel akım olarak devam edecek ve yeni küresel düzenin tam karşısında olacak. Hedefi dünyada tekrar uluslar sistemine dönmek olacak. Şimdilerde ABD’de Donald Trump bu akımın sözcülüğünü yapıyor. Trump seçimi kaybedecek ama her zaman için uluslar sisteminin devamcısı olanlar, küreselciler açısından muhafazakâr kabul edilecek. Taşradakiler ve küresel sistemin mega kentlerinin varoşlarında hâkim olan akım da muhafazakarlık olacak. Bu bir temel çatışma konusu halinde sürüp gidecek. 

Bakın bugün bile İngiltere’de mevcut Kraliçe Elizabeth II muhafazakarken, Veliaht Prens Charles küreselci taraftadır. 

Bir başka konu, bugün ABD Başkanı Trump, Rusya Devlet Başkanı Putin ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi liderler kendi aralarında çok iyi anlaşıyorlar, aralarında sürekli görüşüyorlar, bunun temel altyapısında muhafazakarlık fikri yer almaktadır.

Almanya gibi bugünlerin güçlü kültüre sahip ülkeler ne olacak? İkiye bölünecek, fikir ve işletim olarak tabii. Örneğin Almanya’da Berlin ve Frankfurt ayrı cephelerde olacak.

BAE gibi şimdinin proje ülkeleri ve tabii Dubai gibi hazırlanmış kentler yeni küresel sistemin ağında geçiş noktaları hüviyetiyle kullanılmaya devam edecektir. Benzer biçimde Singapur, Hong Kong türü özel kentler işlerliğini sürdürecek.

Yeni Finans Sistemi

Fintech, finansal faaliyetlerin daha verimli yapılabilmesi maksadıyla IV. Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan tüm imkanların kullanılmasıdır. Kısaca, mobil bankacılık, yatırım hizmetleri ve kripto para birimi için akıllı cihazların kullanılması, finansal hizmetleri genele daha erişilebilir hale getirmeyi amaçlayan teknolojilerden müteşekkildir. Finansal Teknoloji endüstrileri hem yeni kurulan yapıları hem de mevcutların dönüşümünü öngörür. Temel olarak sigorta, ticaret, bankacılık hizmetleri ve risk yönetimi dijitalleştirilerek kullanılır. Bugün için bu teknolojide yapay zekâ, makine öğrenimi, nesnelerin interneti ve büyük veri ile desteklenmesi aşamasına gelinmiştir.

Fintech kullanımı pratikte neyi getirdi? Cazip fiyatlar ve ücretler (artış %27); kolay erişim ve hesap kurulumu (artış %20); çeşitli yenilikçi ürün ve hizmetler (artış %18); daha iyi hizmet kalitesi ve ürün özellikleri (artış %12). 

Ayrıca savunulan tez şöyle: Teknolojinin bu yeni uygulaması, kitleler için finansal hizmetleri ‘’demokratikleştiriyor’’, geleneksel olana göre avantajlar çok fazla, hatta devir artık bu oldu. 

Mesele küresel düzeyde uyumlu olabilmektedir. Burada demokratikleşme denince hemen, “Çin’de demokrasi mi var?” diye sormak gerekiyor. Hatta çok ünlü filozoflar bugün değil Çin’de küresel çapta Post-kolonyal Çağ’ın yaşandığını anlatıp duruyorlar. Tanım görece kullanılıyor, şeffaflık, serbestlik gibi amaçlara hizmet ediyor. Üstelik Çin’in Komünist Parti ile yönetildiğini bilmeyen yok.

Fintech endüstrisi içinde faaliyet gösteren şirketler her geçen gün büyümektedir. Küresel açıdan bakılırsa, Fintech’in en fazla kullanıldığı ülkelerden hesaplanırsa, ABD, Kanada, Peru, Kolombiya, Fransa, İspanya, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Rusya, Çin, Japonya, Hindistan ve Güney Afrika ortalaması %64’tür. Çin ve Hindistan bu ölçütü bir adım daha aşmış görülüyor; yapılan bir ankete göre, her iki ülke de %87 oranında finans teknolojisini günlük hayatta kullanıyor. 

Çin’de mobil ödemeler ve dijital cüzdanlar tamamen kullanılıyor. Bu yaygın yapı Asya’daki oranı daha da yukarı çıkartır. Alipay ve WeChat Pay gibi hizmetler sayesinde 890 milyon mobil ödeme aracı kullanıcısı Çin’i nakit ekonomisinden dijital ekonomiye dönüştüğünü gösteriyor.

Yeni Dijital Para

Çin Merkez Bankası’nın “dijital-yuan” çalışmalarının başlangıcı 2014 yılıdır. Ancak henüz test aşamasındadır, resmi bir ticari platformu yoktur. Çin Merkez Bankası’nın bir elektronik ödeme sistemi açıp açmayacağını veya bunu ne zaman açıklayabileceğini söylemek zordur. Çünkü Çin veya başka bir merkez bankası, dijital para birimi ölçeğinde bazı engeller görmektedir. Örneğin, gizlilik sorunları, para politikası (negatif faiz oranları) veya kara para aklama karşıtı hükümler. 

Bu şartlar içinde dahi Çin Merkez Bankası işe geçen yıl Dijital Para Araştırma Enstitüsü’ne kriptografi uzmanları aldı. Diğer taraftan Ekim 2019’da Alipay’ın sahibi Ant Financial’ın Çin Merkez Bankası ile dijital-yuan projesi hakkında arayüz çalışmasını tamamladığı öğrenildi.

Diğer taraftan ABD Merkez Bankası Fed’in çalışmaları henüz sonuçlanmamıştır, en azında piyasalara böyle söylüyorlar. Fed, siber güvenlik, dijital para birimi perakende bankaları ile tüketici arasındaki ilişkinin düzenlenmesi konusunda net bir ilerleme sağlamış değildir veya henüz bunu yapmak istemiyor da denebilir. Çünkü temel stratejilerin arasında, doğrudan Fed’in tüketicilerle ilişki içinde olabileceği yeni bir sistemin inşası bulunmaktadır. Bu amaçla bazı bankaları kullanmak yerine, müşteriler tasarruflarını merkez bankasında tutabilirler. Eğer bu gerçekleşirse, Fed kendisini yetkilendirmenin çok ötesindeki faaliyetlerde, kredileri onaylama veya ipotek etme pozisyonunda bulabilir.

Uzunca süredir New York’un kâğıt dolar yerine bir dijital para sistemi üzerine çalıştığını biliyoruz. 21 Şubat 2020’de bazı kaynaklar Fed’in “Fedcoin” adıyla yeni kripto para (cryptocurrency) tanıttığını açıkladı. Fedcoin, blok zincir teknolojisine dayalı çalışan merkezileştirilmiş bir dijital para olacak. Buradaki mantık, çeşitli blok zincir proje uygulamalarından (örneğin Bitcoin) farklıdır, küresel çapta tek bir güvenli sistemin işletilmesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun arz ve talep aktörleri güvenle Fedcoin’i kullanabilecek deniyor. Bu durumda Çin gibi diğer bütün merkez bankaları kendi başlarına üretici olmak yerine Fedcoin’i kullanabilirler. Tam da bu noktada dünyada işte bu konunun bir cepheleşme ve tartışma yarattığını söylememiz gerekmektedir.

Yeni Tehdit

Biden mı, Trump mı? 

Şöyle tehdit ediyorlar: Trump işbaşında olursa Çin, ticaret, ekonomi, finans ve siber alanlarda ABD’yi geçecek. Hatta Fintech olarak bütün alanlarda hakimiyet kuracak dijital-yuna ile doların egemenliğini alaşağı edecek. Bu ABD hegemonyasının sonudur, diyorlar.

İşbaşına Biden gelir ise Çin ve İngiltere ile birlikte ABD küresel bir yeni düzen kurar ve dijital-doların kullanımını sağlar argümanını öne sürüyorlar.

İşte 3 Kasım’da küresel ölçekte bir seçim havası estirilmesinin özü budur! Meselenin özüne yine ekonominin ve çıkarın oturtulması insanlık adına dikkat çekici bir konu. ABD seçimleriyle ilgilenmeyenlerin bile insanlık adına seçime hassas bir gözle bakmasının nedeni budur.

Küreselleşme (globalizm) zaten vardı, eksiği neydi, diye sorulabilir. Eksiği “tek para birimi”. Küreselleşmeyi Reagan ve Thatcher’den bu yana tartışıyoruz. Küreselleşme fikrinin somut şekilde www’nin icadıyla ümit verir olduğunu da gördü dünya. Ticaretten sosyal hayata birçok dönüşüm yaşandı. Nihayetinde 2016’lardan sonra kesin olarak açıklandı, ürünlerini görür olduk, IV. Sanayi Devrimi başladı. Ama işin tamamlanması için bir adım daha atmak gerekiyordu, konu para, para olunca da politika ve güç mücadelesi oluyor haliyle.

Halen dünyada en önemli sorunlardan birisi para kaynaklıdır. Para her nasıl olacaksa, dijitalleşme ihtimali şimdiden görüldü, ama sonuçta somut bir değere endekslenmesi gerekecek ve küresel çapta kabul görecek, ancak böyle kabul olur. Dijital değerin, rezerv para cinsi dolara veya eskisi gibi altına endekslenmesi, Bretton Woods’ta uygulaması görüldüğü üzere, Özel Çekim Hakkı (SDR) gibi bir hesap yöntemiyle diğer ekonomik bölgelerin hesabının bir standarda bağlanması düşünülmektedir. Bu durumda avro (%20.24), yen (%5.25), yuan (%1.95), pound (%4.54), vs. dolar (%61.82) dışı rezerv para cinslerinin zarar görmeyeceği bir yöntemin kabul etmesi istenecektir. Bütün bu aşamalardan sonra Fintech tam olarak devrede olacaktır. 

Mevcut finans merkezleri değişik paralarla kontrol edilemez işlemlere sahne oluyorlar. Fed dahil bundan çok odak rahatsız. Tek para ile işlemler daha iyi kontrol ve koordine edilebilecek. New York finans merkezinin kürek sistem içindeki payı %56.2; Londra’nın %33.7 ve diğerleri (Asya, Kıta Avrupa, Ortadoğu, vs. %10.1) peşinden geliyor. Hong Kong gibi merkezler pratikte görüldüğü gibi spekülatif ataklar yapıyorlar, ben buradayım diyorlar.

O halde Trump neyi korumak istiyor? Belli bir işlevi mi var? Trump bile olsa Amerika bu yarışta en kazançlı taraf olmak için süreci zorluyor. Örneğin dolar rezerv para olarak halen %62’lerdeki miktarını %90’lar seviyesine çıkartır da sonra hesap bunun üzerine yapılır ise Amerikan hegemonyası küresel sistem içine istediği güçte dahil olabilecektir.

Küreselciler gözüyle bakarsak, sonuçta o taşra dedikleri geniş coğrafyanın insanları, ülkeler, hükümetler, rejimler kolay yönetilebilir olmalıdır, öyle değil mi? Şimdiden buna dönük çabaları yoğun biçimde görmekteyiz, hiç de şaşırtıcı bir konu değil!

Sonuç

İşte, 3 Kasım Trump’ın nazarında böyle bir seçimdir. Bizler, ABD dışındaki insanlar, asıl bundan sonra küreselleşme sisteminin yaşama dönük yeni detaylarını konuşacağız!

Size sunulan bu yazı sürmekte olan değişimin hatırlatıcısıdır. Bugüne dek bu değişimi hazırlayan birçok sivil toplum kuruluşu, düşünce kuruluşu, enstitü, akademi vardır. Benim de yararlandığım kaynaklar buralardan alınan bilgilerdir. Üstelik halen ABD seçimlerinde Cumhuriyetçilerin ve Demokratların sözünü ettiklerine bakarsanız, açık bir biçimde bu konuların dile getirildiğini göreceksiniz. Belki 5, belki 10 yıl sonra yeni küresel düzen tamamlandığında bu yazıyı hatırlamanızı bekliyorum, hepsi bu!

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu


[1] https://politikmerkez.com/konular/politika/kacinilmaz-kuresellesme/

[2] https://politikmerkez.com/konular/kultur/kuresel-kent-devletine-gecis-mi/

[3] https://politikmerkez.com/konular/ekonomi/finansta-dijitallesmek-mi/

[4] https://politikmerkez.com/konular/politika/kuresel-cag/

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

ÖNCEKİ YAZI

Hazar ve Doğu Akdeniz Jeopolitiği

DİĞER YAZI

Cumhuriyet ve Yeni-Muhafazakarlık

Politika 'ın son yazıları

31 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
43 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
55 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
58 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
86 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme