stratejik-belirlilik
Stratejik Belirlilik

Stratejik Belirlilik

11 Temmuz 2015
Okuyucu

Anlaşma olacakmış gibi işletilen süreçler taraflarca, “hep bir orta yol vardır,” iyi niyet ifadesiyle beslenir. Ama varılan noktada ayrışma bile bir doğal sonuç olabilir ve ayrışma anlaşma masasında imzaya açılabilir. Bu sonuç post-modern dünyanın sosyolojik evrilmesi şeklinde açıklanacak bir konudur.

Temel yaklaşımın ötesinde Türkiye özelindeki değişmez düşüncem ayrışmak değil birleşmektir. Küresel dünyada güç oluşturarak gelişmek en doğru yaklaşım olacaktır. Dolayısıyla önce az da olsa tarihsel bir tahlille hafızalarımıza başvuralım ve politik-askeri süreçleri ön planda tutarak bir inceleme yapalım. Daha sonra sosyolojik konuda bir tespit yapabiliriz.

Birinci Uluslaşma Dönemi

Uluslaşma dönemlerini ikiye ayırmaktayım. Kendi içindeki dinamiklere bakıldığında bu dönemler çok farklı sonuçlar doğurmuştur. Birincisinden başlayayım.

I. Dünya Savaşı Avrupa’da üç hanedanlığı değişime uğrattı; Avusturya Macaristan, Rusya ve Osmanlı. Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslar önemli strateji çıkarların yayılma ve yerleşme alanı idi. Avusturya Macaristan topraklarında belli başlı birkaç ülke kuruldu. Rusya rejimini değiştirdi. Osmanlı ise parçalandı, işgal edildi, Sevr imzalandı.

İngilizler İstanbul’u işgal etmişlerdi. Sevr gereği topraklar paylaşılmıştı. Bunun üzerine Küçük Asya’nın batısında Kurtuluş Savaşı verildi. Doğu ve güney bölgelerde ise daha ziyade büyük olmayan çatışma ve direnç gösterme hareketleri ile halk toprağına sahip çıktı. Ege’de Yunanlıları mağlup edilince İngilizler başta olmak üzere ilgili devletlerle bir barış masası kuracak politik avantaj elde edildi. Şu an içinde yaşadığımız, vatan dediğimiz, Yeni Türk Devleti kuruldu.

Osmanlı’nın elinden alınan enerji kaynaklarının olduğu asıl çıkar alanları ise Orta Doğu’da idi. En azından bugün Irak ve Suriye’de kalan Musul, Kerkük ve Halep Türk sınırına yakın ve Türkmen nüfusun yaşadığı yerlerdi. Ancak İngilizler Fransızlarla birlikte buraları ne yapıp etti ve Türkiye’ye vermedi.

Bu dönemde ulusçuluk ve cumhuriyet kavramları temel anlamları ile işlem görmekteydi. Modernizm katı şekliyle ele alınmaktaydı.

İkinci Uluslaşma Dönemi

II. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş vardı. Türkiye yeni kurulan NATO’nun güney doğu kanadında direnme bölgesiydi. Dış politikanın temeli Esnek Mukabele Stratejisi denen bir NATO planının çerçevesinde yürütülmekteydi. Bu dönemde Rusya Boğazlar ve Kafkaslarda bazı değişiklikler istemişti ve Türkiye bu blokta hem ülke hem de NATO sınırlarını korumaktaydı. Haliyle müttefik olarak ülkede NATO ve ABD askeri bulunmaktaydı.

Bu dönemde I. Dünya Savaşı’nda yapay sınırlar olarak kabulle çizilen Orta Doğu siyasi haritasında yer alan (İngiliz ve Fransızların savaş sonrası Türkmenlerin yaşadığı yerleri verilmemek için mücadele ettiği,) Suriye ve Irak, SSCB’nin siyasi tarafında yer almaktaydı.

II. Dünya Savaşı ideolojik değişimlerle toprakları bir taraf lehine kullanabilme pratiğini ortaya koymuştu. Sözü edilen Orta Doğu’daki bu ülkelerin dışında bir çok ülke Varşova Paktı’na bağlı görülüyordu. Dolayısıyla Soğuk Savaş bu tip ülkelerin üzerinde tüm ağırlığıyla hissediliyordu. Mısır ve diğer kuzey Afrika ülkeleri aynı şekilde bu çatışma alanının dahilindeydi. Bu arada Orta Doğu’da Batı’nın çıkarına çok önemli bir gelişme oldu ve İsrail devleti kuruldu. İngiliz ve Amerikalılar petrol deposu olan kutsal Suudi topraklarını bırakmamışlardı.

İkinci Uluslaşma Döneminin ikliminde Türkiye’de hemen her on yılda bir askeri müdahale oldu. Ülkede ideolojik tartışmalar alabildiğine ortamı germişti. Sağcı-solcu diye halk sokakları paylaşmışlardı.

Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra Tek Kutuplu Dünya oluştu ve Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da önemli değişimler görüldü. Fukuyama’nın da altını çizdiği gibi “Devlet İnşası” bir mühendislik şekli olarak uygulama alanı buldu.

Bu dönemde demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi kavramları daha ön plana çıktı. Modernizm değişik şekillerde esnedi ve post-modern anlayışlar yayılmaya başladı. Dijital Devrim gerçekleşti, Bilgi Çağı’na geçildi ve bu süreç Küreselleşme anlayışını doğurdu.

Yaşanan değişimlere paralel olarak Orta Doğu’da post-modern partiler kuruldu ve yönetimler işbaşına getirildi. Hatta Turuncu Devrimler ile sosyal hareketlilik siyasi gelişmelere yön vermeye başladı.

Türkiye’de de askeri müdahalelerin en sonuncusu bu sürece denk gelmişti. Sağ-sol tartışmaları bitti ve başka konular gündeme taşındı. PKK terörü adı verilen bir süreç başladı. Buradaki son “K” Kürdistan’ın baş harfiydi. Ortalıkta değişik Kürdistan haritaları dolaşmaya başladı. PKK benzeri başka yapılar aynı mantıkla İran ve Suriye’de de kurulmuştu. Ana çatışma ekseni Güney Doğu Anadolu ve Irak sınırı üzerindeydi. Bu dönemde liberal ve muhafazakar eksenli partiler işbaşına geldi. Klasik ve temel ulus anlayışına bağlı ideolojiler yerine daha esnek ve gerekli değişimleri üstlenebilecek siyasi oluşumlar işbaşındaydı.

Türkiye sosyal, ekonomik ve güvenlik gerekçeleri ile tam bir göç alanı haline gelmişti. Doğu’dan batıya iç göç önemli bir konuydu. Sınır ülkelerindeki problemlerden kaçan dış göç önemli olmaktaydı. Ve bir de soğuk denizlerden sıcak denizlere inmek ve Afrika’nın zulmünden kaçıp nefes almak gibi değişik amaçlı başka halkların dış göçü vardı. Bu göçler de etkili olduğundan özellikle büyük kentlerde post-modern bir toplumun oluşumunu hızlandırıyordu. Varoşlardaki yaşam alanları farklı bir çizgide ilerliyordu. Bu durum politik dengeleri de etkiliyordu.

İran-Irak Savaşı Tek Kutuplu Dünya döneminden önce başlamıştı ama Orta Doğu için önemli bir süreçti. SSCB dağılınca küresel güvenlik alanında farklı boyutlar ve çatışma alanları meydana geldi. NATO’nun görev tanımı değiştirildi. Barış İçin Ortaklık kavramı ile Orta Asya’ya varan menzilde değişik barışçı faaliyetler ortaya kondu. Terörle mücadele NATO’nun önemli bir işi oldu.

Küresel terörizm süreci 11 Eylül’e kadar gelişti ve terörle mücadele güvenlik algısının en üstüne oturtuldu. Hatta adını “İslami Terör” koydukları bir süreç Müslüman dünyasını çatışmanın odağında tutmuştu. Çünkü çatışma ve çıkar alanları Orta Doğu dışında, Doğu Afrika, Kafkaslar, Balkanlar, Kuzey Afrika, Güney Asya ve Çin içinde, çoğunlukla Müslüman coğrafyasında yer almaktaydı. Balkanlar’daki değişim kısa sürede tamamlanmışa benziyordu. Burada Almanya ve Fransa nüfuzunun daha çok görüldüğü Avrupa devletlerinin katkısı olmuştu. Rusya’nın dibi olduğundan Kafkaslarda kozların paylaşılması süreci yavaş ilerliyor görülüyordu. Afganistan ve Pakistan’ın bir bölümü bir savaş alanı olmuştu. Bu arada Orta Doğu’da, Körfez’de Irak’ın değişimini hedef alan iki önemli savaş daha yaşandı.

Bütün bunlar olurken (buna “Batı kaynaklı yapıların bir iç düzenlemesi” diyelim,) Soğuk Savaş’ta kullanılıp tasfiyesi gereken kurum ve anlayışlardan kurtulma planı uygulandı. Değişimlere ve başka politik argümanlara sebep olacak bir iç değişim süreci daha yaşandı. Bunun etkisi Türkiye’de halen devam etmektedir.

Geçmeden önce Rahmetli Turgut Özal’ın bugün sıkıntı yaratan güney-doğu sınırımızdaki işlere olan ilgisine değinmemiz gerekiyor. Baba Bush’a çok baskı yapmıştı. Amacı en azından ve belki de Türkiye’nin sınırının altında Türkiye’ye bağlı federe bir Kürt alanı yaratmaktı, ama aslen bölgedeki sürece fiilen dahil olup masada sürekli kalmaktı. Peki, ne oldu? En yetkili askerlerin sırasıyla istifaları onu engelleyen nemli bir hadise olarak hatırlanır. İkinci Körfez Savaşı zamanı Oğul Bush’un talebi olduğu halde başka karışıklıklar yaşandı ve yine Türkiye işin dışında kalmayı seçti.

Orta Doğu Sorunu

Orta Doğu Haritasının son halini alması zor iş. Bunun için geçici bir haritadan söz edilebilir. Zira nükleer enerji kabiliyetine kavuşma yolunda olan İran ara dönemde belirgin bir etkinlik gösterdi ve ilgililerin üzerlerinde yapmış olduğu hesapları değiştirdi. Su ve enerji kaynakları ile ilgili ihtiyaçlar ve küresel değişim süreci devam ediyor, buna paralel belirgin bir görüntü çıkarsa daha başka adımların atılması beklenebilir. Bu nedenle bölgede çıkarı olanların gözünde, bir ara çözüm için, politik iklimin müsait olduğu kadarıyla, bir değişimden söz edilebilir mi, buna bakmak daha doğru olur.

Bu çerçevede Orta Doğu’da etkin olan ana aktörler; işin başından beri var olan Türkiye, İngiltere ve Amerika, ideolojik dönemden bu güne bölgede olan Rusya, bölgede söz sahibi olan Mısır, İran ve İsrail, son olarak Avro kullanan Avrupa. Kısaca inceleyelim:

  • Avro kullanan Avrupa’nın ekonomik sıkıntısı önemli ölçüde devam etmektedir. Kendi iç sorunu olarak gördüğü bu konuda daha fazla meşguldür.
  • Mısır iç karışıklıklar yaşamış ve bir askeri darbe ile kendi statüsünü korumaya yönelmiştir. Mısır bu durumda meşgul edilmiş bir ülkedir.
  • İran nükleer enerji kabiliyetini kazanma yolunda yapılan pazarlıklarda son adıma yaklaşmışken elini fazla derinlere sokmaktan kendini alıkoyma eğilimindedir. Eğer Batı ile anlaşırsa ambargolar kalkacak ve değişik alanlarda daha da güçlenme biletini eline alacaktır. İran bekletilebilir bir konumdadır. Ayrıca İran kendi iç yapısını kontrol etmekle meşguldür.
  • Rusya’nın Suriye üzerinde çıkarları devam etmektedir. Etkinliği belli ölçüde kalmaktadır. Küresel çapta petrol fiyatlarındaki düşme ve Ukrayna sorunu sebebiyle meşgul edilmiştir. Rusya pazarlık edilebilir bir ülke konumuna getirilmişti.
  • Üzerinde çalışılan yer Suriye-Irak-Türkiye sınırıdır. Suriye ve Irak parçalanmış haldedir, iç çatışmaların içindedir, çözüm için acil çare bekler duruma düşürülmüştür. Terör, Kürt oluşumu, mezhep çatışması gibi konularla alan ateş altındadır. Halen Kürt yönetimi bölgesinde kalmış petrolün denize çıkışı yoktur. Dolayısıyla Türkiye bir tarafta kalmıştır.
  • Diğer tarafta ise İngiltere, Amerika, İsrail yer alır. Amerika ve İngiltere Türkiye’nin ezeli müttefikidir. İsrail ile “one minute” olayından sonra ilişkiler politik açıdan maslahatgüzar seviyesindedir ve gerginlik sürmektedir.

Amerika ve İngiltere’nin son dönemlerde politik süreçlerde hiç acelesi olmadı, zamanın akıp gitmesini bekledi. Turuncu devrimlerin, bölgedeki terörist hareketlerin, Şii-Sünni geriliminin yerleşmesi beklendi durdu. Suriye’nin kendi içinde bu hale gelmesine daha önceleri görülen müdahalelerle bir çözüm arayışına girilmedi bile. Örneğin daha önceleri daha az gerekçelerle Birleşmiş Milletler (BM) ve NATO’da seferber edilerek Balkanlar’a nasıl müdahale edilmişti, hatırlıyoruz. Şimdi BM iyi niyet elçisi olarak Angelina Jolie’yi memur etmekle yetinmişe benziyor, kişisel çabaları küçümsediğimden değil ama olay bütünüyle şaka gibi…

Bu arada, ortada anlaşılmayacak ve sebebi açıklanamayacak hiç bir gelişmenin yaşanmadığını hatırlatmakta yarar vardır. “Stratejik Belirlilik” algısını başka türlü okuyanlar varsa bu kimseler kendilerini bu sürecin tam da içinde görmelidirler.

Tüm anlamlarıyla sorun geldi Türkiye sınırına dayandı. Orta Doğu’nun I. Dünya Savaşı sonrası çizilen en önemli sınırında, Türkiye’nin Güney Doğusundaki harita düzeltmesi için doğal şartlar kendi ikliminde meydana getirilmişe benzemektedir.

Yeni sınır çatışmaları denebilecek bu noktada kullanılan manevra kalıplarını açıklayalım:

  • IŞİD (ISIS) ilginç bir oluşumdur. Örgütün adı Irak-Şam İslam Devletidir. Tanım halen üzerinde çalışılan Irak ve Suriye alanıyla örtüşmektedir. Bu bir terör örgütü ise neden devlet kelimesi eklenmiş, diye sorulabilir. Konu tam bir post-modern tasarım gibi görülüyor. Yine bu bir terör örgütü ise neden ağır silahları var. Eğer bu bir (adında ifade edildiği gibi) İslami örgüt ise bünyesinde dünyanın değişik yerlerinden gelme değişik din mensupları ve hatta din konusundan uzak olanları ne arıyor? Sanırım geleceğin tehdit biçimlerinde bu kalıp daha çok görülecek. Coğrafi şartlara ve politik hedeflere göre oluşturulabilecek karma bir yapıdır.
  • Mezhep kalıbı önemli bir Orta Doğu klasiğidir. Şii-Sünni kalıbı tarihsel derinliğinden de istifadeyle işin başından bu yana kaşınarak kullanılıyor. Bu işi yapanlarca buna diğer mezheplerin de ilave edilmeleri söz konusu olabilir. Örneğin gerektiğinde başka amaçlarla Alevi-Sünni kalıbını daha yoğun kullanabilirler.
  • Kürt halkı kalıbı Dünya Savaşlarından bu yana pratiği olan bir konudur. En son Çekiç Güç zamanında Amerika’ya uçaklar dolusu ailenin götürülmelerini, bölgeye yapılan imar ve yardım faaliyetlerini hatırlıyoruz. Bu süreçlerde özellikle Barzani bölgesine politik destek, lojistik yardım ve eğitim altyapısı bakımından Türkiye’nin katkısı önemli bir yer işgal eder. Bu kalıp içinde başka alt başlıklar da var. Örneğin Türkiye’ye yönelmiş PKK terör örgütü olarak bölgede varlığını sürdürüyor. Bu hareketin kendi kongrelerinde tespit edip dünyaya duyurdukları siyasi kanat ve çalışmaları bellidir.
  • Yerel süreçlerde dikkate değer bir diktatörlük kalıbı var. Örneğin Saddam diktatördü. Bugün Esad diktatör olarak kullanılıyor. Nedendir bilinmez, sanki asıl süreç işletiliyor ve Esad’ın misyonu devam ediyor olabilir, küresel aktörlerce her türlü durumda bu yönetimi saf dışı bırakmak mümkünken yapılmıyor! (O zaman Miloseviç’in zoru neydi diye sorulabilir.)
  • Enerji (petrol) kalıbı ekonomik bir nedene dayalıdır. Coğrafi olarak İran’dan değil de bugünkü Suriye’den dünyaya aktarılabilecek petrolün maliyeti dünyanın ilgisini çekmektedir.

Küresel Kültürel Değişim

Türkiye açısından bakalım, bütün bu gelişmelerin seyri belli idi, bilinmeyen bir şey yoktu, hatta ilgililer konuya gayet teferruatıyla vakıf idi. Söylemeye de gerek yoktu, bunlar zaten bilinmesi gereken doğallıktaki konulardı!

Post-modern politik yapılar daha yakından incelenmelidir. Küresel düzende sosyolojik ve kültürel bakış açıları ve anlayış değişiklikleri akıl almaz hızda değişmektedir. Bana göre, “Türkiye modernizmi hazmedemeden post-modern oldu” ve politik yapıları dahil, birçok kurumunu buna göre ihdas etti.

Benzer şekilde bu teşhise Zygmund Bauman[1]Modernizmi olmayan modernler” demektedir. Ortada bir çok kültürlülük düşüncesi vardır. Bauman’ın çıkardığı sonuçlara göre; “…kültürlerin uyum içinde ve keyifle bir arada yaşamaları ilkesini kendilerinin inkar ettikleri,” gerçeği düşündürücüdür. Eğer böyleyse Türkiye’nin sınırına müdahil olanların “inkarları” sorunu çözmeyecek, daha da sürüncemede tutacaktır. İnkarcı çok kültürlülük tespiti, süreçlere müdahil olanlar, “…istese de istemese de, diyaloğa yönelik tüm girişimleri çok daha zorlaştırarak, ayrılıkçı, dolayısıyla düşmanca eğilimleri destekler.” Küresel kapitalist sistem vardığı son noktada bundan böyle bu şekilde bir vurdumduymazlıkla işbaşındadır. Öyleyse daha çok sorunlar ortaya çıkar ve insanlar sersefil sokaklara düşer.

Bauman şöyle devam ediyor: “Günümüz entelektüel seçkinlerinin ulus oluşturma döneminde kendilerine yüklenmiş olan eğiticilik, önderlik ve öğretmenlik rollerini reddederek, küresel elitlerin iş dünyasındaki örneklerinin rollerine öykünerek uzaklaşma, geride bırakma ve sorumluluk almama eğilimleri göz önüne alındığında bu tür bakış açılarının yaygınlaşması son derece normal görülür.

Ne düşünüyorsunuz, küresel elitler Obama’ya veya Cameron’a, “Bekle, nasıl olsa düzelir…” mı diyorlar? Sanırım stratejistlerimiz bu sosyolojik ve politik değişimi okuyamadılar.

Bize düşen sorumlu olanların işini bihakkın yapmalarına izin vermek ve sabırlı olmaktır. İzliyoruz ve tarihe şahitlik yapıyoruz…

Not: Bu konunun Muttakilik ile ilgisi ne diye düşünenler vardır. O halde konu edilenlere bakın; vatan, millet, din, İslam, Müslümanlık, insan kanı, çıkarcılık…

[1] Bkz: Zygmund Bauman, Akışkan Modern Dünyada Kültür, (A)tıf Yayınları, Çev. İhsan Çapcıoğlu, Fatih Ömek, Ankara, 2011.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

soru-uzerine-din
ÖNCEKİ YAZI

Soru üzerine: Din

kavramlarin-hazmi
DİĞER YAZI

Kültürde Değişim

Kültür 'ın son yazıları

304 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
303 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
461 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
447 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
1.9K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme