pagandan-muttakilige
Pagandan Muttakiliğe

Pagandan Muttakiliğe

25 Haziran 2015
Okuyucu

Latince pagus kırsal kesim, köylü ve cahil anlamına gelir. İngilizce peasant ve Fransızca paysan da buradan türetilmiştir. Romalı aristokrasi karşısındakini aşağılamak için “köylü” anlamına gelen “pagan” derdi. Bugün refah seviyesi yüksek kesimlerin bir kısmı, her ne kadar saygı duyuyor görünse bile inanan kesime bir köylüymüş gibi bakmaktadır. Onlara göre inanç sahipleri cahillerdir, insan olmanın gücüyle hareket edenler ise elitlerdir. Ben bunlara “insancı” diyorum.

İnsancılar bugün kentlerde (polis) çok ayrıcalıklı yaşarlar, gelecekte kendilerine mega-kentler inşa ederek kırsaldan bütünüyle kopmayı planlamaktadırlar. Afganistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi vb. yerleri göstererek “İslami Teröristler” (!) dedikleri kesime refah ülkelerinin politikacılarının ve halkının bakış açısı da bu temel düşünceden kaynaklanır. Bu tür ülkelerin hedef gösterilecek bir şekle zaman içinde getirilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması ve başarılması ise politik bir konudur. Bu düşüncelerin sebebi çok gerilerden gelir.

Mitoloji tanrılarla doludur. Bu paganizmin etkisiyle olmuştur. Batı kültürü insanlığın paganizmden tek tanrılı inanca geçtiği dönemi Hz. İbrahim  zamanı olarak tespit eder. Elbette bu tespit yanlıştır. Eğer bir “tanrıcılık” bakış açısıyla konuşulursa konu böyle görülebilir. Batı kültürünün hafızasında olan tanrı ve inanç sisteminin özü bununla ilgilidir. Neden? Özellikle Antik Çağ’daki filozofların öğretisiyle inşa edilen düşünce sistemi bu sonucu yaratmıştır. Onlar da bu bilgileri ilk kentleri kurarak zenginleşen Antik Mezopotamya uygarlıklarından almışlardır, Asur, Akad, Sümer, Elam’dan ve öncelerinden…  Araştırmacılar Herodot’un çoğu öyküsünün temellerini buralarda bulduklarını ifade etmişlerdir. Neyse, bugün okullarda Batı düşünce sistemini okuyacaksanız Antik Çağ’dan başlarsınız.

Arkeolojik kazılar bize neanderthallerin çeşitli korkulardan dolayı güçlü bir koruyucuya yönelmeyi ve inanmayı öğrendiklerini işaret eder. Heykel, put, sembol yapma ve simge kullanma işi bu dönemlere aittir. Bunlar ölülerini törenle gömmüşlerdir. Hatta öldükten sonra dirileceklerine inandıklarının göstergesi olarak mezarlarına bazı eşyalar koymuşlardır. Urfa Göbeklitepe kazıları bu döneme ait örnekleri verir. Bu tip bulgular inancı insanın yarattığına kanıt gibi gösterilir. Dinin bulunuşu bu zaman isnat edilir. Bu din değildir, inançtır, bizim din dediğimizin içinde iman vardır. Neanderthali ve öncekileri insanın atası olarak gösteren fikirler böyle düşünür. Şu önemlidir: İngilizce religion sözcüğündeki gibi diğer dillerdekileri de tercüme ederken karşılık olarak din yazmayalım, inanç yazalım. Böyle yapılırsa bütün fark anlaşılmış olacaktır.

Halbuki din evrene dair bütün doğallığı içinde kanun ve kuralları öne sürdüğü gibi belli noktalarda en iyiye ait bir müdahalenin olduğunu işaret eder. Nasıl birkaç galaksinin çarpışması ile ideal madde birikimi olan Samanyolu oluşmuşsa, nasıl güneş sistemi Samanyolu’nun en korunaklı yerinde dönüyorsa, nasıl dünyaya bir gezegen çarpmasıyla yörüngenin en ideal yere bağlanması ve ayın oluşması sağlanıyorsa, nasıl soğuma ile atmosfer oluşuyor ve dünya bir su gezegeni olabiliyorsa, nasıl sudaki kalkerik inorganik yapı ideal formüle ulaşıyor ve hareketli canlı suda meydana geliyorsa, bugünkü insanın yani Ademoğlunun da gelişimi aynı isabetlilikle meydana gelmiştir. O vakit, “canlının bir aidiyet içinde olmasına engel ne var?” diye sormak gerekir. Ama burada el yordamıyla olan birşeyden değil, isabetli olanı, esas olanı, hakiki olanı, değişmeyecek olanı, bütüncül olanı ortaya koymak gerekmez mi? İslam dini bize bunu verir ve hiç bir noktayı inkara gerek yoktur. Yapaylık ve yapmacıklık insanın zannından doğar.

“Paganizm” çok tanrılı olmak anlamına gelir. Başka bir tasnifle “politeizm” olarak bilinir. Dolayısıyla paganizm herhangi bir tanrıya inanmayan anlamına gelmez! Paganizmin taraftarları tek tanrının yaşama ahlakı ve düzeni yeterli ölçüde getiremeyeceğini savunurlar. Eğer etrafta ne kadar çok tanrı olur ise bunlar o derecede birbirleriyle rekabete girerler ve sonuçta insanlara doğru ve yeterli önderlik ederler.

Bugün “yeni-paganizm” akımı ortaya çıktı. Temelde kutsal metinler, mistik gelenek ve semboller kullanılır. Ama yine de modern veya çağdaş bir yorum olarak anlatırlar. Bunların örnekleri Amerika, Rusya, Avustralya, İspanya gibi ülkelerde daha çok görülmektedir.

Antik Çağ’daki düşünürler paganizmi bir öğreti halinde savunurlar, eserlerinde ve derslerinde ihtiyaç duyduklarında yeni tasvirlerle tanrı imal ederlerdi. Tanrıların bir çoğu insan niteliklerinin başka bir varlığa atfedildiği  “antropomorfik” varlık idi. Bu dönemde Yunanlı filozofları kendilerini pagan ilan etmişlerdi. Paganlar tanrı veya tanrıca imal edenler idi. Yaratan’a, meleklere cinsiyet atfetme işi buralardan gelir.

Yahudilik ve Hıristiyanlık insancılar tarafında saptırılarak, anlatımların mahiyeti değiştirilerek tekrar yazılmış metinlerden oluşturulmuştur. Sayısız “kutsal metin” yine kendini yetkili görenler tarafından ayıklanmaya çalışılmıştır. Tüm bu çabalar içinde insanın hafızasındaki tanrıcılık fikri hakim kalmıştır. Batı inanç sistemi ve karşıtlığı bu tahrifatın ürünüdür. Örneğin Hz. İsa bir tanrı oğlu olarak gösterilmektedir. Elbette bu sadece Batı ile sınırlı kalmamış, değişik coğrafyalara değişik sebeplerle “işin gerçeği bu” şeklinde yayılmıştır. Ama ne gerçek! Bu dinlere inananların içinde safiyane düşünenler yok mudur? Var tabi. Onların hassasiyetlerini ayrı tutmak gerekir.

Buradan anladığımız şu; saflıktan sapkınlığa ve bütün bunlara karşı duruşa varana dek, inançlar yelpazede değişkenlik gösterir olmuş ve tamamen kişisel ve toplumsal düşüncelerle karışmıştır.

Bugüne yansıyan Batı kültüründe din bahsini olduğu şekilden koparıp farklı hale dönüştüren hafızada nelerin olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Bu noktada sapkın düşüncelerden ve vahiyle geleni tahrif etmiş bir “kutsal metin” kültüründen bahsedilmektedir. Asıl olan anlatımları saptırarak bir tür hurafe kütüphanesine dönüştüren bir din anlayışı kendine bir eleştiri zeminini de üretmiştir. Müslümanlığa göre, en son gelen peygamberin vazifesi tüm bilinmesi gerekenleri tekrar ve doğru olarak hatırlatmak oldu. Öyleyse önceki sapmış anlatımları en son gelenin açıklanmasında referans olarak kullanırken çok dikkatli davranmak gerekir. Çünkü aynı saptırma mekanizması her dönemde, cephede ve kisvede işlevine devam etmektedir. 

XIX. Asrın sonlarında yine Batı’da vücut bulan sanayileşmenin etkisiyle uygulama ortamı bulan ve her türlü sömürüye (!) karşı olduklarını ifade eden proletarya merkezli düşünce ve buna bağlı akımlar, tanrı inancını insanlık için bir aldatmaca olarak nitelemektedirler. Onlara göre dine ait ne varsa “uydurma” olarak görülmektedir. Bu düşüncede olanlar dinsiz bir toplum kurgusunu savunmaktadırlar. Ancak bunlar yine kendi pagan kültürlerini ortaya çıkarmışlardır. Bu kez kendilerini yönetenleri tanrılaştırmışlar, öğretilerini kutsallaştırmışlardır. “Ben bu gerçeğe inanıyorum!” ifadesinin karşılığı yine bir isim veya metin olmuştur. İnanmak anlamını kaybetmemiştir.

Başka akımlar da var. Hümanizm ve özgürlük gibi akımlar zenginleşen sanayi ve bilgi toplumlarında önemli olmuştur. Batı kültürüyle düşünenler, sanki insanı dini baskılardan, yani bir anlamda dini kölelikten ve kilise baskısından kurtarmayı özgürleştirmek kapsamında yorumlamışlardır. Bu emansipasyonun insancı versiyonudur.

Hümanizm ise tamamen insanı merkeze koymaktadır, buna anthropocentric düşünce denmektedir. Hümanizm mistizme ve spiritüalizme karşıdır. Bu düşünceye göre insanın gelişimine duygu ve dünya dışı girdiler değil, akıl ve mantık hükmetmelidir. Akıl ve mantık insanı ve yaptıklarını öne çıkartır. Bu yine değişik türden tapılacak semboller üretir.

İnsanlığın ürünü “tanrı” ihtiyacına yani teoloji bilimi denilen bir yapıya karşılık gelen bir tasnif sistemi olan monoteizm (tek), politeizm (çok) veya panteizm (tüm) gibi “izm”lerin ve “loji”lerin kabul edilmesi Batı kültürüne aittir. Örneğin monoteizm sözcüğü XVII. Asırda İngiliz Henry More tarafından ortaya atılmış bir sözcüktür. Hatta antropomorfizm ile üretilenlerin içinde tanrılar olduğu gibi cin, melek, iblis gibi diğer varlıklar da vardı. Kutsal metinlerin gölgesinde yetişen Batı kültürü bütün bunları aynı kapsamda, sosyal bilimlerin ve felsefenin içinde ve inanç başlığı altında incelemektedir.

Zaman içinde insan sağına soluna bakıp bir ihtiyaç duymuş, topluluğun kabiliyetine göre bir veya daha fazla tanrı tasavvurunda bulunmuş, geliştirmiş, bu da yetmemiş başka varlıkları da tasavvur ederek mistik başka türlerle mekanı zenginleştirmiştir. Batı kültürü bu mistik canlandırma yapma işini “animizm” olarak nitelemektedir.

Evrende her şey belli bir düzen ve kural ile yaratılmıştır. Elbette olup biten insanın aklındaki kararlarla ilerlemektedir. İsterseniz insan düşündü, idrak etti ve ilahi emri almak için yönünü yaratanına döndü deyin, isterseniz her şeyi bilen bir Yaratan, insanı kendi haline bırakmayacak sahiplikle, evrenin doğal düzenindeki her şeyi nasıl eksiksiz müdahalelerle rayına oturtuyorsa insanlığı da rayına oturtmak için müdahalede bulunarak vahyini iletmiştir deyin, sonuç değişmeyecektir. Sonuçta insan bilinç sisteminde karar veren bir varlık olarak kendini ya güçlendirecek ya farkına varamadığı ilahi uyumlulukla rezil edecektir.

Müslümanlığa göre İslam kainatın dinidir. Muhatap olarak insanlar içinde kimler var? Cahiller ve bilinçliler, köylüler ve kentliler, zenginler ve fakirler, siyahlar ve beyazlar, tümünü kapsamaktadır. Bir tek ayrım var; o da iman edenler ve etmeyenler şeklindedir. Din sözcüğünü öyle başka inanç anlatımları içinde kullanmamak gerekir. Hatanın çoğu bundan ileri gelir. İnsanların bir kısmı değişik sebeplerle kendi akıllarınca türettiklerine inanabilirler veya inanma işini bir kenara bıraktığını düşünebilirler. Bir kısmı da Müslüman olduğunu ifade ettiği halde sapkınların düşüncelerinin gölgesinde kalabilirler.

“Bilinç atmosferi” kavramını önemsiyorum. Çünkü evrenin genişlemesi sadece fiziki değildir, aynı zamanda bilinç de artmaktadır. İnsanlık bunun içinde önemli bir işlevi yerine getirir. Belki bunun için vardır, kim bilir? Bilincini artırmaya ayak direyen istismara açık olur, kolay saptırılır. İnanan insanda halis bir kalp varken bu zafiyet niye olsun ki?

Kentler, mega-kentler, gelecekte yaşam, Batı kültürü, diğer kültürler, yaşam şekilleri, günlük uğraşılarımız, bilim dalları, teknolojik ilerlemeler, değer sistemleri, ekonomi, çevresel duyarlılıklar, sanat, tasarım, üretim, tüketim, enerji, politika, çatışmalar, savaşlar, eğiti, sağlık gibi pek çok konu bizi ilgilendiriyor. Ben bu konuları önemsiyorum, çünkü bizim insanımızdan bir sorumluluk bilinci çıkar!

Kültür 'ın son yazıları

368 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
365 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
554 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
509 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme