Site icon Politik Merkez

Kırılma Cilt I

Okuyucu

Bu bir kitap olacak. Bu, günü gününe tutulan notların birikimi ile gerçekleşecek. Geçenlerde bir twit attım ve ne dedim biliyor musunuz? Yazar adaylarına, günlük tutar gibi olanları not edin, bir ay sonra iki ciltlik eser sahibisiniz! Evet, böyle olduğunu size bizzat göstereceğim. Kitabın adını şimdiden Kırılma koydum ve size twitte söylediğimin olabileceğini göstereceğim. Bu yazı sadece Kırılma, sonra sırayla devam edecek, Kırılma 1, 2, 3… diye. Konumuz ne? Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki kırılmayı yazacağım. Burada günlük olayları ifade edeceğim, ama arada gerilerden bazı önemli hatırlatmaları huzurunuza getireceğim. O halde, konuyu daralttım ve adı da belli. Tek bir konuyu günlüğe sığdırarak yazmak daha zor olmalı diyeceksiniz. Ama hayır, zor değil, öyle çok olay olacak ki göreceksiniz, haklı çıkacağım. O halde bu kitabın bir giriş bölümü.

Bugün başladık diyelim. O halde başlangıç olarak bazı temel konuları işaret etmek isterim. Şöyle: Bir, ben belli bir ideolojinin savunucusu değilim, bir siyasi görüşüm yok. İfadelerimin çoğu durum tespiti mahiyeti taşıyacak. İki, merakım var, buna bizim gençliğimizde entelektüel tecessüs derlerdi, bende bu var, merak ediyorum ve bilgimle karşılaştırıp sizlere sunabilceğim değerlendirmelerim oluyor. Baştan söylüyorum ki sonra bana dönüp söz söylemeyin, tarafsız değerlendirmeler size sorun çıkarmasın, bu benim görüşüm olacak. Üç, günlük olarak sosyal medyada yayımlayacağım konulara sizlerin tepkileri olursa, eleştiri halinde, bunları da kullanacağım. Yani baştan ifade etmeliyim, interaktif olmak istiyorum. O halde birlikte yazalım! Ama önce takip etmeniz gerekecek ve hatta sizler de çevrenizde tartışın, sonucu bana aktarın isterim.

Bizler Mars’tan gelmedik, dünyalıyız. Bu dünyanın bir insanı olarak hatamızla yaşıyoruz. Elbette bir yörenin insanıyız. Ama inanın bunlar yazacaklarımızı bağlamayacak. Bence böyle! Sizden de beklerim, dünyalıyız ve yaşamın içinde öğreniyoruz, hep birlikte olalım.

Paylaşın, bu yazdıklarımı samimi olduklarınıza iletin. Belki çok ilerilerden bir yerden beklenmedik bir anda özgüveni çok yüksek bir arkadaşımız çıkar ve hepimiz adına arayış içinde olduklarımıza dair, işte seçenek bu, diyebilir. Çok bocalamayız ve çok yıpranmayız…

Samuel P. Huntington ile başlayalım. O 1993 yılında Türkiye’nin bir fay hattında olduğunu, onun tabiriyle, “bölünmüş ülke” olduğunu söylemişti. Bölünmüşlüğü Kemalizm ve karşıtları olarak açıklıyordu, pratik açıklama budur. Bu fay çatlasın ve bölünmüşlük derinleşsin diye uğraşanlar mutlaka olmuştur, tarif edildiğine göre!.. Ama doğru tarafları da var, bu Medeniyetler Çatışması meselesinin.

Benim anladığım şöyle, ya Türkiye tüm Müslüman veya mazlum halklar için önderlik iddiasını daha ilerilere götürür ve yaklaşık 1-2 milyar insanı peşine takıp ABD’nin veya Batı medeniyetinin karşısına dikerse ne olacak? Eğer bugün Müslüman dünyasında böylesi etkilenmiş iddialı birilerini varsa, Batı medeniyeti için söylüyorum, Müslüman nüfusu ve onlara önderlik edecekleri yozlaştırmak kadar doğal bir sebep olamaz, değil mi?

2005 yılında Recep Tayyip Erdoğan İspanya ile bir proje başlatmıştı, Medeniyetler İttifakı diye. Bu proje Birleşmiş Milletler’e kadar taşındı. Bu projede amaç dünyayı bölünen değil, birleştiren yapmak idi. Ama bu proje pek ilerlemedi. Demek ki insanlık ittifak yapacaksa bu bir çıkar için olmalıydı. Bakın bugünlere, ABD ittifaklar ve ortaklıklar sistemi kurmakla ilgileniyor. Kime karşı? Esasen Çin’e karşı. ABD’nin bu ittifakına ve ortaklık önerisine katılanların beklentisi nedir? Açık konuşalım, çıkar!

Bugün Müslüman dünya için derin sorunlar var. Amaç bunları saymak değil elbette. Ancak 2001’de George W. Bush’un ifade ettiği gibi, küresel terörizm belirgin olarak Müslümanlardan kaynaklı, en çok bu toplumları ve ülkeleri vuruyor. Üstelik dünyada giderek İslamofobi artışı var. Bu durumda Müslüman kesim içindeki her şey değilse bile en azından bazı konular, düşünceler, kimseler hedef tahtasında denebilir.

ABD’de 2007’de Uzun Savaş konusu yazıldı. Buradaki hedef ifadesi Amerika’ya ve bu yolla dünyaya “İslam” sözcüğüyle özdeşleştirilerek aktarıldı. Barack H. Obama döneminde Uzun Savaş devam etti. Donald Trump döneminde biraz olsun sürdü. Ama Trump, Sonu Olmayan Savaş terimini kullanmaya başladı. Joe Biden benzer yönde ifadeler kullanıyor. Huntington ve sonrasındaki düşünce ve politikalara bakarak söylememiz mümkün, her ne kadar NATO ülkesi olsa da sonuçta Türkiye “kararsız ülke” sınıfında bir yerde.

Türkiye’deki iç politikaya bakalım, nasıl diyorsunuz?

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

8 Ekim 2021/

Kırılma-2

Türk-Amerikan İlişkilerine Stratejik Bakış

ABD’den F-16 talebi

Terörizm ve Hukuk

ABD’nin Çin Misyon Merkezi

ABD ne yapmak istiyor? Türkiye ne pozisyon aldı? Anlaşılan o ki akıllar karışmış halde, belli konularsa kilitlenmiş hadiseler var. Tam da bu noktada doğru bir teşhis yapılması gerekiyor, ki tedavi uygulanabilsin.

Şimdi size bir dizi soru soracağım: Küresel denklemler ve bölgemizdeki konular bir hayli karışık, bunları zamanından önce hakkınca değerlendirebiliyor muyuz? Küresel çapta yeni oluşumlar söz konusu, gerekçeleri, sonuçları doğru okunmalı, geç kalındığında çok ortaklığın dışında kalınacak, hal böyleyken Türkiye gerekli adımları atabiliyor mu? ABD’de ve Avrupa’da, “Türkiye, Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nden çıkarılsın,”diyen kesimler var mı, varsa neden? İsrail, “Ben NATO’da ve Avrupa Birliği’nde değilsem, Türkiye hiç olmamalı,” diyor olabilir mi? Avrupalı muhafazakârlar Türkiye’nin birliğe girmemesi noktasında başarılı oldu, şimdi sıra NATO’dan çıkarılması mı? Soğuk Savaş bittiğinde dünya değişti, nasıl olsa Türkiye’ye olan ihtiyaç ortadan kalktı mı deniyor, eğer böyleyse Türkiye bu gelişmeleri değerlendiremedi mi? Her şey bir yana, ABD ve Türkiye arasındaki asıl “kırılma” noktası neydi? Yetkililerce ifade edildiği ve Kongre’ye sunulan önergelere bakılırsa, ABD’nin Türkiye’yi karşısına alma konusu S-400’ler mi, yoksa durum daha başka mı? ABD Türkiye’ye istediği zaman neden Patriot vermedi ve “NATO size destek olur” demekle yetindi? Eğer ABD Türkiye’ye Patriot verseydi, Türkiye bunu kendi inisiyatifiyle nerelerde kullanırdı, örneğin Rus uçaklarını ve füzelerini vurur muydu veya İsrail’in bölgedeki genişleme planını mı engellerdi? Örneğin Suriye’de Türk Patriotlarına karşı Ruslar veya İsrailliler çok mu zayıf kalırlardı? ABD böylesi olasılıkları dikkate almış olabilir mi? ABD aslen kimi korudu, kendini mi başkasını mı? Örneğin ABD üstün performanslı silah vermeyerek İsrail’i mi korudu? 

Bu ve benzeri çok soru üretebiliriz. Bunların en çok tatmin eden bir cevabı olmalı. Şu da olur bu da denmesi bir şey ifade etmez. O halde kırılmaya neden olan nokta ve konu ne? Yaklaşık 20 yıldır yaşanan gelişmeler neden böyle seyrediyor? Cevap: ABD ve İsrail 2013 yılında anlaştı ve hedefi Türkiye olarak gördü. Bunu defaten yazdım ve açıkladım, sanırım tekrar etmem gerekecek. Bakın işin özü ne? Ayrıca ABD ve İsrail açısından Türkiye tanımı ne biliyor muyuz? 

1974 Kıbrıs Harekatı’nı ABD unutmadı. Türkiye gerek gördüğünde ABD’ye rağmen askerî harekât yapabiliyordu.

11 Eylül 2001’de New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ne ait ikiz kulelere radikal terör örgütü tarafında küresel terör saldırısı, dünyada iki kutuplu denge döneminden tek kutuplu dengesizlik ve küresel radikal terör düşmanının hortlatılması dönemine geçiş yapıldı. 20 Eylül 2001’de George W. Bush’un İslami Teröre Karşı Savaş ilan etti. Bu tarihten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak idi! Olmadı, olamazdı da!

Bush dönemi ABD’nin Gayrinizami Harp uygulamaları dönemi idi. 2001’de Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) öne sürüldü. Bu proje 2004’te daha geniş biçimde uygulanmaya başlandı. Uzun Savaş başladı ve bunun kapsamlı tarifi 2007’de çıktı, hedef “radikal İslami terör” oldu.

Amerikalılar 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirmişti. Bu bir mesaj olmalıydı! Bu tepkinin sebebi neydi? 1 Mart 2003 tarihinde ABD olumlu sonuç beklediği halde Türkiye II. Körfez Savaşı’na girmeye “ret” demişti. ABD ile Türkiye’nin “güvenilir ortaklığı” burada sonlanmış oldu. Onlar böyle değerlendirdiler. Ama buna en çok İsrail, Fransa, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar sevinmiş olmalı. 2005’te Kandil’de PKK terör örgütü ABD’nin bilgisi dahilinde kongre (Kongre-Gel) yaptı. KCK’nın amacı belliydi, anayasal çerçevede gösterilen o kurulan partilerin hedefi belliydi… Demokratik, özgürlük o zamanlarda da söylendi… Türkiye’yi de hedef alan, İran, Irak ve Suriye planlarının geliştirildiği, hani o kendilerince Büyük Kürdistan dedikleri planlar, ABD hep oralardaydı!.. 2006’da Abdullah Gül “BOP Türkiye’nin dış politikasına uygun,” dedi ama şartlar çoktan değişmişti.

İsrail, 1999-2000 yıllarında sınırlarını geliştirme, bağımsız bir Filistin devleti “kurdurtmama” kararını kendince vermişti. Zira denizde doğalgaz vardı ve bu uğurda her şeyi yapacaktı. ABD hep Orta Doğu’da ama esasen 2001’den itibaren aynı zamanda Doğu Akdeniz’deydi. Avrupa (özellikle Fransa) 2000’de duruma vakıf oldu, 2004’te Güney Kıbrıs hamlesini yaparak Doğu Akdeniz’e önem verdi. Kendi döneminde Vekalet Savaşı modelini ileri süren Barack Obama 2009’da işbaşındaydı. 

Obama, Türkiye için “model ortak” dedi. Önceleri “stratejik ortak” gibi ifadeler de kullanılmış idi. Eğer Soğuk Savaş sonrası stratejik işbirliği bitti ise 2009’da Türkiye model olmuş idi, ama neyin modelliğiydi bu?

2009 yılı önemli, çünkü İsrail Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon yataklarının olduğundan artık emindi. 2010’da ABD Jeoloji Araştırma Kurulu, Leviathan Havzası gaz rezervini açıkladı, böylelikle İsrail bilgilerini teyit etti. Politikalarını zenginleştirebilir ve hatta (Türkiye dahil) sertleştirebilirdi. Bunun bir başka açıklaması, artık bazı ülkelere daha net rest çekebilirdi. Plan ve projeleri büyüyebilirdi. İsrail özgüvenini 2009’da Doğu Akdeniz’de doğalgaz rezervlerinden emin olunca bütün politikalarını revize etti. Türkiye ile İsrail’in yolları 2009’da ayrıldı. 

17 Aralık 2010’da ise Güney Kıbrıs ve İsrail Dışişleri Bakanları Lefkoşe’de bir araya gelerek Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nin (MEB) belirlenmesi konusunda daimî bir anlaşmaya vardılar. 2011’de Noble Energy şirketi Kıbrıs’ın güney kesimindeki Afrodit gaz sahasını keşfetti. Rumlar da artık İsrail gibi hiçbir söz dinlemeden, hukuk ve adalet gözetmeden, uluslararası anlaşmaları yok sayarak dış politika uygulamaya gireceklerdi.

2011’de Türkiye Doğu Akdeniz’de var olma girişiminde kararlılık gösterdi. 2011’de Arap Baharı başlamıştı. Aynı yıl Hüsnü Mübarek devrildi, 2013’te Çin İpek Yolu projesini ilan etti, 2014’te Rusya’nın Kırım işgali oldu. 2013’te Rusya, Esad yönetimiyle 25 yıllık anlaşma yaptı, 2014’te IŞİD’e karşı ABD önderliğinde Koalisyon kuruldu. 2013’te Mısır’da Muhammed Mursi darbeyle devrildi. Bu zamandan 2016 Temmuz’una kadar Türkiye iç meselelerle uğraştı. 

Türkiye 2016’da Doğu Akdeniz’de enerji politikalarında aktif olma kararı aldı, sonra 2019’da Libya ve Türkiye “Deniz Yetki Alanları Anlaşması” geldi.

Türkiye badireli süreçler yaşadı. Temelde ve öteden bu yana PKK terör örgütü ile meşgul edilmekteydi. Küresel değişimi tam olarak okuyamadı. Alınacak politik önlemler vardı, ama bunlar bir şekilde alınamadı. Sonuçta 2014 yılında “6-8 Ekim” kalkışmasını ve 2016’da “15 Temmuz” FETÖ darbe girişimini de gördü. Olayları 2008 yılından itibaren ele alarak aşağıdaki tabloyu oluşturdum, detaylıca inceleyebilirsiniz.

Türkiye’nin İsrail ile veya tam tersi, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini bozma zamanı 2009’da “One Minute!” olayı oldu. O halde 2009, sonrasında 2011 yıllarını dikkatlice incelersek bugüne gelen sorunlu konuların temellerinin bu dönemde atıldığını anlayabiliriz. Bahsettiğim ABD-İsrail anlaşması olan 2013 sonrasına bakın, olaylar ne denli artış gösteriyor. Karşılıklı çözüm arayışları ve bunları baltalayan çeşitli politikalar… Hepsinin sonucunda Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçiliyor. (Bu tablodaki konuları kendi eklemelerinizle bu günlere kadar ilerletebilirsiniz.)

Türkiye bir fay hattı üzerinde mi? Samuel P. Huntigton halkı mı? Aşağıdaki harita bunu özetliyor gibi, bakalım:

ABD ile İsrail, 2013 yılında kendi Doğu Akdeniz (EastMed) planlarında anlaşmaya varmışlar. Buna ABD ve İsrail arasında yapılan Bölgesel Strateji Anlaşması dendi, ama kısaca EastMed idi (East Mediterranean, Doğu Akdeniz). 

Bu anlaşmanın çeşitli alanları vardı: Arap Baharı’nın işlemesi, İran’a yönelik uygulanacak planlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da (MENA) “Dubai Modeli” yapıların kurulması, İsrail’e karşı yeni bir planla yaklaşılması (bu daha sonra İbrahim Anlaşmaları olarak karşımıza çıktı), enerji politikaları bakımından sürdürülecek planlar, Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden yürütülecek planlar, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Körfez bölgesinde gerçekleştirilecek planlar… 

Burada temel bölgesel engel Türkiye olarak görüldü. Hedef merkezinde Türkiye vardı: Müslüman ve Türk kimliği, İmparatorluk bakiyesiyle bölgede toplumlara dair potansiyel gücü, demokratik örnekliği, gibi. Bunun üzerine diğer gelişmeleri de beraberinde yürüterek, Türkiye’nin ötekileştirilmesi veya dışlanmasıanlamında hedefler belirlendi. Esasen İran sınırından Doğu Akdeniz’e uzanan bir garnizon devleti kurulması hakkındaki somut plan bu tarihte anlaşıldı. 2013 sonrası Türkiye, İsrail ve ABD başta olmak üzere bölge ülkeleriyle olan ilişkilere bakın, hepsini yeniden tekrar okuyun, taşlar yerli yerine oturacaktır.

ABD’nin İsrail ile birlikte attığı adımların amaçlarını kısaca özetleyelim: Doğu Akdeniz’i kontrol etmek; Kudüs, Golan, Gazze, Filistin meselelerinde yeni adımlar atmak, sorunu İsrail’in hedefleri doğrultusunda çözmek; başta Birleşik Arap Emirlikleri (Dubai) olmak üzere Körfez Ülkeleri’ni bölgedeki tüm amaçlar için kullanmak; Suriye’de özerk bir Kürt bölgesi kurmak; Suriye’den sonra sorun sahasını Ürdün sınırına ve Lübnan’a genişletmek; Türkiye’nin bölgedeki imkanlarını daraltmak; İran’da rejimi değiştirmek, Basra’dan Doğu Akdeniz’e enerji yolunu kontrol etmek; İran’ın durumunu düzeltene kadar bu ülkeyi Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde tahrik edici olarak kullanmak; İsrail’den Avrupa’ya olan bütün bağlantıları kontrol etmek; GKRY ve Yunanistan’ı köprü olarak kullanmak; Kuzey Afrika’da kontrolü elde tutmak.

Evet, 2013 yılında ABD ve İsrail arasında bir dizi hedef belirledi, biri de Türkiye ekseniydi. EastMed’i İsrail’den İtalya’ya uzanan boru hattı projesi olarak görenler var. Bu da kullanılan bir terimdir. Ancak EastMed; ABD-İsrail arasında Türkiye’yi merkeze koyan siyasi projedir. EastMed, İsrail’in öncülüğüyle 2013 yılında İsrail’den uzanarak ve Balkan ülkelerini içine alarak başlatıldı. İsrail-Balkan ülkeleri arasında bütün köprüler kuruldu, birbirine siyasi, ekonomik, sosyal, ulaşım, vs. bağlamak hesaplandı. 

EastMed’e boru hattı projesi üzerinden bakanlar daha çok Avrupalılardır. Buna QUAD (Dörtlü) demektedirler. QUAD terimini yakın zamanda ABD’nin Hint-Pasifik’te yeni oluşumuyla da gördük, bu ayrı. Avrupa’nın Doğu Akdeniz’deki QUAD ülkeleri Yunanistan, Kıbrıs (elbette Güney Kıbrıs), Fransa ve İtalya’dır.

Diğer bir konu ABD tarafından, Avrupa’nın güneydoğusu bölgesinde (Karadeniz’de Rus sınırından, Kafkaslar ve Orta Doğu ekseninde Doğu Akdeniz sınırı kapsanmaktadır,) Rusya ve Çin ile Doğu Akdeniz’de “önleyici” bir oluşum içine gidilmesiydi. Bu ABD stratejisi Doğu Akdeniz’de İsrail’i ana-stratejik ortak kabul eder, Türkiye’yi değil. İsrail’in GKRY ve Yunanistan ile birlikteliğini sağlar. Bu strateji gereği ABD, İsrail’in yanı sıra Yunanistan ve GKRY sahasında askeri üsler kurar ve silahlanmayı buna göre yönlendirir.

Bunlara ilave Rusya’nın ve Çin’in pozisyon alma girişimlerini de hesaba katmak gerekir. Çin’in Yunanistan Pire Limanı projesi 2009’da devreye girdi. Pire Limanında, Çin’in COSCO devlet şirketi işletmesi var. NATO tarafından düzenli olarak kullanılan Pire limanının %51’ine Çinliler ortak. Çin, İsrail-Hayfa Liman işletmesini ise 2019’da (anlaşmanın 2021’de yenilenmesi bekleniyor) aldı. Rusya’nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika yaklaşımları da 2011’den sonra yoğunlaşmış haldedir.

ABD tarafından 2017’de kabul edilen “Avrupa ve Avrasya’da Rus Etkisini Azaltma Kanunu” ile ekonomik ve politik alanda “düşman” ülkelere nasıl karşı konabileceği bu şekilde açıklanmıştır.

ABD 2018 yılında, GKRY’ye askeri ataşe görevlendirmiştir. Bunun bir anlamı da KKTC’yi görmezden gelmektir, AB gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’ni esas alır, Ada’da resmi muhataplığı GKRY üzerinden sürdürmektedir. Zaten 2004 yılından bu yana AB için de durum budur.

Nisan 2019, ABD’de Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio ve Demokrat Senatör Bob Menendez “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji İşbirliği Kanunu” tasarısını Kongre’ye sundu ve daha sonra bu uygulanır hale geldi. Tasarının hukuki (sadece) gerekçesi S-400’lerdir ama tasarıda sadece bu Rus silahı yoktur. Ya neler var? S-400’den etkileneceği ifade edilen F-35’leri de anlayabiliyoruz; Kıbrıs’a (Rumlara) ve Yunan ordusuna askeri yardım; ABD, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki enerji işbirliğinin kurulması (2013 anlaşmasının ifşası); Doğu Akdeniz’de Ruslara karşı önlem alınması. Bu Türkiye’ye ait bir karar tasarısı ama asıl mevzu Doğu Akdeniz, enerji ve İsrail. Yayımlanan belgelerdeki özet paragrafı görüntüleyelim:

Bu tasarı ABD’nin Doğu Akdeniz’deki uzun dönem stratejisini yeniden şekillendirmeyi hedefledi. Bu kapsamda 1987 yılından beri yürürlükte olan Kıbrıs’a silah ambargosunun kaldırılması söz konusu oldu. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı sonucunda ABD ile varılan mutabakat metninde (Ekim 2019) “Türkiye’ye uygulanması öngörülen yaptırımlardan vaz geçildiği” maddesi vardı, ama bu mutabakat bu yönüyle de uygulanmadı.

Doğu Akdeniz’de 2003-2012 yılları arasında İsrail, Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Lübnan kendi aralarında anlaşmalara vardırlar, hatta buna Avrupa’yı da dahil ettiler. Bir ilave yapalım, 2003-2019 tarihlerini esas alırsak, ABD, Fransa, İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır gibi ülkeler kendi aralarında savunma işbirliği anlaşmaları konularını da tamamladılar. Bu savunma işbirliği konularının hepsinde bir şekilde Suudi Arabistan ve BAE yer aldı.

ABD ve İsrail tarafından dayatılmak istenen “Dubai Modeli” diye bir konu var. Bu iki ülke Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da birçok ülkeyi parçalayarak Dubai modeli alanlar kurmayı planlamışlardı. Filistin bunlardan bir tanesidir. ABD ve İsrail’e göre “İslamcı” ifadesi bölge siyaseti için önemlidir. ABD ve İsrail, istedikleri ülke ve güçler için ötekileştirmek ve dışlamak adına bu kavramı kullanmaktadır. “İslam” ile “radikal terörizm” George W. Bush zamanından itibaren birleştirilmiştir. Bölge siyasetinde “ılımlı/radikal İslam” kavramları özellikle kullanılmaktadır. Siyasal İslam veya İslamcılık, MENA’da birçok kapıyı açmak için anahtar görevi almaktadır, ama İsrail için en öncelikli mesele Filistin’in yok sayılması konusudur. Filistin yok sayılacak, Filistin için İsrail’e karşı mücadele eden örgütler siyasal İslam ile sindirilecek, sonra “normalleşme” süreci yaşanacak ve Dubai modeli yaygınlaştırılacaktır, plan budur. Sonuçta, XXI. Asırda bölgede kültürel kökü olan bir gerçeklik, ABD ve İsrail tarafından politik araç haline dönüştürülmüştür.

Dubai Modeli konusunu önemsiyorum. Zira Joe Biden’ın küresel bakımdan 2040 yıllarına göre temellerini attığı düzenin anlamı Yeni-Ortaçağcılık (Neomedyevalizm) olmaktadır. Neomedyevalizm, çıkarların birleştiği alanlarda kendini gösteren devlet merkezli olmayan ve çok kutuplu bir dünya düzeniyle ilgili bir kavramdır. Ne devletlerin yıkılmasını veya anarşinin başlangıcını önceden haber verir ne de böyle bir kaygısı vardır. Bunun yerine, yeni küresel sistem gereği sorunlu olan her meseleyi kendi haline bırakır, kalıcı bozukluğu ve istikrarsızlığı kabul eder. İşte böylesi kaotik ortamın kabulüyle yaşamın devam etmesi algısı içinde her güç unsuru kendine özgü güç unsurlarını kullanır. Bu Yeni-Ortaçağcı anlayışın istediği ülke tipi: Yapay oluşum (etnik, dini ve köklü kültür bağı ve iddiası yok; aşiret reisi olsa da kabul edilir), küçük (küresel mega-kent yapıları esas alınmış biçimde), kolay yönetilir (küresel-liberal düzen ve ABD enternasyonalizmi ile egemenliğini paylaşan), küresel sisteme bağlı (FED’e ve buna dayalı ekonomik sisteme, ABD savunma sanayi ve buna dayalı güvenlik şebekesine bağlı); sorunsuz (sorun mu çıkardı, idareyi değiştir, olsun bitsin).

Bizler daha sonradan, Donald Trump zamanında Damat Jared Kushner ile başlatıldığını düşündüğümüz İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) süreci ve devamındaki normalleşme anlaşmalarını ilk Dubai Modeli ile anmamız gerekmektedir. Eğer böyle düşünülürse zaman, yer, hedefler ve yöntemler daha iyi değerlendirilir.

Bölgede doğru okunması gereken konular olarak dikkat çekmeliyim; aynı zamanda Avrupa Birliği ve İsrail, Levant bölgesine yayılma politikasını devreye koydu ve buna özgüveni olduğunu gördü. Türkiye ise bu konulara aynı paralelde jeopolitik yaklaşımla bakmadı. Bölgedeki bu jeopolitik yaklaşım başat güç ABD tarafından da hesaba katıldı ve sonuçta kendi projelerini revize ederek konuya dahil oldu. 

Aşağıdaki tablo ABD’nin Akdeniz’deki Gri Bölge Operasyonları’nı anlatan bir dokümandan esinlenerek hazırlanmıştır. ABD, Türkiye’yi “gri ülke” olarak işaretledi. Konuyu etraflıca incelemek isteyenler, CSIS’ın Büyük Akdeniz Üzerinde ABD Çıkarlarını Güvence Altına Almak[1] başlıklı raporuna bakabilirler.

Akdeniz’de ABD gözüyle ülkelerin tasnifine bakalım. İtalya, Yunanistan, İspanya, Fransa, İsrail, Arnavutluk, Slovenya ABD için “Çıpa Devlet” kategorisindedir. Bu ülkeler (sırayla), ABD’nin Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki istikrarsızlığı yönetmenin anahtarı konumunda gördüğü Fransa ve İsrail ile işbirliği çabalarını güven verici görmektedir. Çıpa devletler genelde Avrupa’dadır. Avrupa bölgesinde NATO ve Avrupa Birliği örgütleri aktiftir. Afrika ve Orta Doğu bölgelerinin istikrarına yakından ilgi duymaktadırlar. NATO, üyeleri için bir güvenlik şemsiyesi sağlar ve bir çatışmayı hafifletici olarak hareket edebilir. Benzer şekilde, AB kendi üyelerini 2008 mali krizi ve Covid-19 salgını gibi küresel olaylarda koruyabilir. Akdeniz’de kıyısı olan Avrupa devletleri ekonomik durgunluk ve sık sık hükümet değişiklikleri gibi olaylar yaşasa da bu istikrar sağlayıcı faktörlerle barışçıl çabalar için işbirliği yapılan ülkelerdir.

ABD’ye göre Akdeniz havzasında Hırvatistan, Fas, Tunus, Güney Kıbrıs, Malta ve Türkiye “Sağlam Ülkeler”kategorisindedir. Açıkça görüldüğü gibi, İsrail ve Yunanistan’a verdiği değeri ABD Türkiye’ye vermemektedir. Bunun nedenleri derinlemesine bilinmektedir ve açıklanabilirdir. Lobilerden tutunuz, PKK terörünü desteklemesine kadar pek çok konu burada sıralanabilir. ABD gözüyle ifade edelim, adı her ne kadar sağlam olsa da bunların içinde en istikrarsız ülke Türkiye olarak gösterilmektedir. ABD, Türkiye’yi ve bu değerlendirmesini şöyle tarif ediyor: Türkiye NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip ve binden fazla ABD ve diğer NATO müttefik kuvvetlerine ev sahipliği yapmaktadır. Aslında Türkiye, bu yönleriyle çıpa devlettir. Ancak gidişatı siyasi, ekonomik ve güvenlik yönleriyle istikrarsız olarak tarif edilmektedir. 

ABD’de Türkiye’nin dış politikası da ilginç biçimde değerlendiriliyor ve “bölgede giderek daha iddialı hale gelen dış politika” diyorlar. Nedir bu iddialı olmanın ABD’yi rahatsız eden tarafı? ABD kendisi için değil, Türkiye’nin komşu ülkelerinin rahatsızlığını işaret ediyor ve “neredeyse tüm komşularıyla gerginlik içinde” diyor. Bakın şu değerlendirmeye: “Doğu Akdeniz’deki bir güvenlik ihracatçısından diğer kıyı devletleri için bir güvenlik sorununa dönüşüm.” Hatta ABD, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eylemlerini, “Türkiye’nin kendi çıkarlarını ve bir NATO müttefiki olarak sorumluluklarını baltalıyor,” şeklinde görüyor.

Her şartta ve konuda İsrail’i destekleyen, İsrail’in güvenliğini kendi güvenliği gibi gören, bölge kaynaklarını ve ulaşım yollarını yöneten, Filistin’i yok sayma politikalarını sürdüren, Irak’ı böldüğü gibi Suriye’yi de bölmeye gayret eden, PKK/YPG’yi kendi projesi olarak SDG haline dönüştüren, terörü destekleyerek bölgede kendine uygun devletçikler kurma politikasını sürdüren, Kuzey Kıbrıs’ı görmezden gelen, Türkiye’nin beka faaliyetlerine katkı sağlamak yerine tam tersi bir politika izleyen ve bu tipte birçok yanlı politikalar izleyen ABD, Türkiye’yi iktidar partisi üzerinden baskılamak istemektedir. ABD, HDP’yi ve FETÖ’yü savunmaktadır. ABD’nin 2019 Terör Raporu’nda[2] da yazdığı gibi, HDP ve FETÖ konusu Türkiye’nin iç meselesi gösterilmektedir. Ama görünüyor ki Irak ve Suriye’de PKK ve ABD’de ise FETÖ himaye edilmektedir.

Hatta tam da bu noktada ülkelerin iç işlerine müdahale eden bir ABD varlığını işaret etmemiz gerekmektedir. Türkiye’de iktidarı hedef göstermesi, örneğin Joe Biden ve bazı senatörler açıkça dile getirdiler ve ötekileştirme politikalarını bir operasyon şeklinde yürüttüler. ABD’nin söylemlerine bağlı etkilenen iç politika aktörleri Türkiye’de kendilerine dönük haklılık emaresi bulmaktadırlar.

Sağlam görülen ada ülkelerden biri de Güney Kıbrıs’tır (ABD Kıbrıs Cumhuriyeti olarak görüyor). Kıbrıs ve Malta adalarının önemi ABD için giderek artmaktadır. ABD kısa süre önce Güney Kıbrıs için “ölümcül olmayan silah ihracatı kısıtlamalarından bir yıllığına feragat etti”. Bu, deniz güvenliğini ve kaçakçılıkla mücadele ile terörle mücadelede işbirliğini geliştirme faaliyeti olarak işaret ediliyor. ABD, Kuzey Kıbrıs’ta yolsuzlukların olduğunu ve bu durumu Ada’nın bütünleşmesi adına bir istikrarsızlık konusu olduğunu iddia ediyor. Ayrıca ABD, Türkiye’nin güvenlik konusunda gerilim yarattığından dolayı Ada’nın bütünleşmesine engel olduğunu düşünüyor.  

O halde soralım, Türkiye kendine ait olan politik yaklaşımları doğru okuyamadı mı? ABD ile ilişkilerde NATO üyesi ülke olmak yetmemekteydi, Türkiye bu bağı yeterli mi gördü? Türkiye jeopolitik açıdan alternatifsiz olduğunu mu değerlendiriyor? Bu manada İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile oluşturulan hat Türkiye’nin önemini boşa mı çıkarmış oluyor?

Bu gri bölge planı çerçevesinde ABD açısından Türkiye tarifi şöyledir: ABD açısından orta riskli, Rusya ile politik, ekonomik ve askeri işbirliği olan, ama NATO üyesi, sağlam ülkedir.

Şimdi 2013 yılından bu yana süren plan çerçevesinden yaklaşarak, ABD ve İsrail arasında yapılan “Bölgesel Strateji Anlaşması” konusunu da dikkate alarak, geniş bir tanımla Türkiye’nin ABD politikasında yerinin ne olduğunu ifade edelim: ABD’nin çıpa ülkesi değildir, ılımlı İslam ile irtibatlıdır, Dubai Modeli ile ötekileştirme ve dışlama politikaları izlenmelidir.

Türkiye’nin küçülmesi, bölünmesi, medeniyet iddiasından uzaklaşması, bölgesel ve küresel meselelere dair pasifize edilmesi en çok kimin işine yarar?

Buna karşılık, sorulara, cevaplarına ve metnin tamamında işaret edildiği üzere başlıklara bakalım, Türk-Amerikan ilişkilerinin tedricen sorunlu hale gelmesinde izlenebilecek alternatif politikalar olabilir miydi? 

Sanırım başta sorduğum soruların cevaplarını verdim. Karar sizin. Ben bütün çıplaklığıyla durumu anlatmak istedim, bunu yaptığımı düşünüyorum. Varsa eklemek istedikleriniz gönderin ilave edeyim.

Örneğin Türkiye 2001 yılında 2021’i hesap edip doğru politikalar izlemedi (veya etki edip izlettirilmedi) ise 2041’in hesabından kim sorumlu olacak?

Şimdi geldik yeni sorulara: 2041 yılında nasıl bir ülkede olmak istersiniz? Siz değilseniz bile çocuklarınızı düşünün cevaplayın. Örneğin ülkeniz bölünürse, bu sizin için de uygun mu? “Küresel-liberal sistem Marsa bile gidecek, öyleyse seçim hakkımız yok” mu diyorsunuz? “ABD ve Çin savaşsın, ben de sonuca göre pozisyon alırım” yaklaşımı size uyar mı? “Hele bugünümüzü halledelim, yarın beni ilgilendirmez” fikri nasıl? O halde hesabı sağlam yapalım. İsrail ve ABD anlaşmalarına itirazınız olacak mı? “Bu ülkelere gider rica ederim çözerler” mi diyorsunuz? “ABD olmazsa Rusya var, onlarla ilerlemek her işi çözer” düşüncesi size parlak geliyor mu? Bu herkesin savaşı, mücadelesi ve seçimi. Herkes kendi görüşü ve politikası gereğini yapacaktır. Oyun, düzen, sertlik yok ama! Dürüstçe ve vicdanımızla hareket edelim, olmaz mı?

Politika zamanın ruhunun okunması sanatıdır, vizyon sahibi olmaktır, strateji bilmektir, geleceği şekillendirecek akla sahip olmaktır. Liderlik etmek (Türkçesi açıklıyor: önderlik) geleceğe gitmektir. Strateji ortamı dizayn eder, nokta atışı yapmaz. Ülkeler ortam içinde kendine göre doğru politikalar geliştirip uygulayabilirler, ancak bu politikalar geniş zaman ve diğerleriyle etkileştiği çevre koşulları içinde anlamsızlaşır.

Başlangıçta bu genel hatırlatmaları ve değerlendirmeleri yaptım. Sizlerle bundan sonra günlük gelişmeleri ele alacağız. Ama şunu bilelim, başta koyduğumuz çerçeveyi günbegün ele alırken bu başlangıç tablosunun doğrulandığını göreceğiz. Bir şaşma olacaksa da bu bize tam bir kırılma anlatımı niteliğinde olacak.

ABD’den F-16 savaş uçağı istediğimiz hakkındaki mektup haberi ile uyandık. Bu habere göre 40 F-16 (Blok 70) satın alınacak ve mevcut 80 F-16 ise modernize edilecek. Cevap ve tepkiler gecikmedi. Senatör Bob Menendez Türkiye’ye silah satışının olmayacağını işaret etti. Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Senatör Menendez’in nedeni hazır, Türkiye S-400 projesinden vaz geçsin. Eğer Biden F-16 satışını kabul etse bile Kongre’nin onay vermeyeceği ifade ediliyor.

Çeşitli ABD çevreleri ve lobiler kampanya başlattı: “Türkiye Uçak Jetlerine Hayır!” kampanyayı başlatanlar Ermeni, Rum, Hristiyanları Koruma, Kürt Dostları, Dernekleri ve Ortadoğu Forumu. (İlgili görsel aşağıdadır.)

Türkiye’nin F-16 hamlesi üzerine büyük olasılıkla ABD zamana oynayıp Kongre ve devletin çeşitli komitelerinde işi gezdirecek, elinde bir ek koz olarak kullanacağı vakti kollayacak. Ancak bir çözüm bulmak zorunda kalacak. Zaman uzarsa Türkiye talebini başkalarına iletecek.

Başka bir konu daha var ve bu gerçekten bana Kırılma‘yı yazmam konusunda ilham verdi.

Terörizmin belli bir tanımının yapılmamış olması ve buna göre uluslararası hukukun belirginleştirilmemiş olması başta ABD’nin işine gelen bir durumdur. Başat güçler için terör bir aparattır ve kendi politikalarına göre bu aparattan yararlanmaktadır. Türkiye’de ve hemen sınırına dayanmış sorunlu ülkelerde terörle ilgili sorunlardan dolayı önemli politik zorluklar yaşanmaktadır. Hukuka ve uluslararası meşruluğa dahi politika girdiğinden ve bu durumu başat güçler kendi çıkarlarına kullanmak istediklerinden önemli sorunlar doğmaktadır. Üstelik Joe Biden Yönetimiyle beraber ABD küresel güç rekabetinde demokrasi adına akıllı güç uygulamasına girmiştir. 

Terörizmin hukuku ve hukuksuzluğu meşru her platformda ve kolaylıkla tartışılıyorken insanlık neyin hesabını yapmayı unutuyor şeklinde sorulabilir mi? Örneğin ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’nin stratejik kazanımını artırmak amaçlı yaptığı planlı-örtülü operasyonlarda, insani olmayan ve hukuk yolu tartışmalı yöntemlerle terörü kullanarak masum insanların yaşamlarını istismar etmenin hukukuna Birleşmiş Milletler bir açıklama getiriyor mu? Bu başat güçler BM’nin daimî üyeleridir, veto yetkileri vardır. Uluslararası hukuk bahsi böylesi aşırı politik ve rahat veto edilebilir platformlarda nasıl meşruiyet kazanır? Ama biz BM dahil her zeminde terörü tartışıyoruz. Bu tamamen “cambaza bak” yöntemi değil mi? Önce meşruiyeti tarif edenlerin hukukunu tartışmak gerekmiyor mu?

Yakın zamanda gündeme geldi, ABD, “Türkiye’de aşırı milliyetçi” diye nitelediği Ülkücüleri “terörist” ilan etmek için kanun teklifi hazırlıyor. Bu teklif belki 2022’de Kongre’de tartışılacak. Şimdiden teklif Yunan kökenli Dina Titüs’ün adıyla anılıyor. Titus Amendment Amerika’daki çeşitli Yunanlı ve Rum örgütlenmeleri ve lobileri (AHI, AHEPA, PSEKA, gibi) vasıtasıyla destekleniyor.

MHP Genel Başkanı, AK Parti Sözcüsü ve diğer bazı kesimler bu duruma karşı cevap verdiler. Burada bir parti, hatta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan siyasi kesim hakkında ABD Kongresi kendine göre bir tanım yapmak istiyor olması düşündürücüdür. Bunu bir politika gereği yapıyor, açık!

Joe Biden’ın öteden beri “Türkiye’de iktidarı değiştirmek” amacıyla uyguladığı yöntemi bilmekteyiz: Muhalefeti desteklemek! Şimdi buna kendince bir hukuki saldırı yapmayı da eklemiş oluyor. Çünkü Cumhur İttifakı esasen AK Parti ile MHP’den oluşuyor. Titüs Yasa Teklifi ve taraftarları AK Parti’ye “İslamcı örgütlerle irtibatlı” ve MHP’ye de “aşırı milliyetçi” diyor! ABD’den Türkiye’deki anayasal siyasi partilere aynı anda bir politik ve hukuki saldırı var.

ABD Yönetimi açıkça “Türkiye’de iktidarı değiştirmek” istediğini ifade ediyor. Ancak “demokrasi” adı altında nereleri destekliyor? Muhalif partiler ve örgütler ile bu alanda faaliyeti olan medyayı. Partiler neyse, buna değinmeyeceğim, ama açık ki ABD Türkiye’de demokrasi diye hem HDP’yi hem de FETÖ’yü destekliyor. Aynı anda FETÖ, Türkiye Cumhuriyeti yasaları hilafına girişimde bulunmuş ve “terör örgütü” olarak ilan edilmiştir. PKK terör örgütünün uzantısı şeklinde hareket eden, siyasilerinin ve yöneticilerinin bu yönde faaliyeti tespit edildiği iddiasıyla mahkemesi devam eden, bundan dolayı Anayasa gereği kapatma davası üzerine incelenen bir HDP konusu var. 

ABD, Suriye kuzey-doğusunda, terör örgütü olarak tanıdığı PKK/YPG’yi, “Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütü ile mücadeleye destek veren yerel örgüt” şeklinde tanımladı, adını Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak değiştirdi, meşrulaştırdı, bugün ilgili diplomatik ve hukuki dokümanlarda SDG biliniyor, Washington’da yetkilileri ağırlanıyor, anlaşma metinlerine konu ediliyor. Diğer yaklaşımlarla başkaca, adında parti ve kongre topluluğu olan gruplar var ve bunların birbiri arasındaki desteği ABD maharetiyle birleştiriliyor. 

ABD politikasına göre IŞİD, El Kaide gibi “küresel İslami terör örgütü” oluyor, ama bu iki örgüt birbirlerine ve diğer “radikal terör örgütleri” ile çatışıyorlar. Üstelik Taliban olayından sonra IŞİD-Horasan ortay çıktı ve Afganistan ve çevresinde etkili oluverdi.

IŞİD örneğin Rakka’yı terk ederken bir pazarlık yapıldı. Görünürde pazarlığı onunla mücadele eden “yerel unsurlar” yani SDG (aslı PKK/YPG, başında terörist Ferhad Abdi Şahin bulunuyor) yaptı. Sonra otobüslere bindirilen IŞİD’li “küresel teröristler” değişik coğrafyalara, Orta Doğu’da değişik çatışma bölgelerine, Afrika’ya, Hint-Pasifik’e, Orta Asya’ya gönderildiler. IŞİD önce 2019’da Sri Lanka’da eylem gerçekleştirdi. Afganistan Taliban’a verilirken, 2021’de, ortaya IŞİD-Horasan grubu çıktı.

Olumlu veya olumsuz yönde olsa da bir örgüt ABD politikalarına yarayışlıysa buna göre isimlendiriliyor ve kullanılıyor.

Dolaylı da olsa Taliban’ı “terörist” olarak gördüğü halde, ABD gitti Afganistan’ı onlara bıraktı. Bugün Taliban’ın en büyük düşmanı IŞİD-Horasan.

ABD (yine dolaylı olarak) Türkiye’ye karşı politika üretirken IŞİD ile mücadele adı altında sürdürdüğü Suriye (Levant) politikasını pekiştirmektedir. Bunun kapsamında Suriye’yi bölmek, İran sınırından Doğu Akdeniz’e uzanan bir Garnizon Devletçiği kurmak, garnizon devletinin çekirdeğinde PKK/YPG teröristlerini kullanmak, kendine meşruiyet için IŞİD’i ileri sürmek, bölgede İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan’a destek vermek, bunlara karşı tehdit olabilecek gördüğü Türkiye’yi ötekileştirmek, gibi operasyonları yönetmektedir.

Bugüne kadar ABD bu bölgedeki terörizm ve meşruiyet denklemindeki çıkarımını IŞİD üzerinden sürdürdü. Ekim 2021 başında ortaya atıldığı üzere ABD bu denklemi çok yapay bir anlatımla ileri sürmeye başladı. Joe Biden Ulusal Acil Durum Mektubu’nda şöyle dedi: “Türkiye’nin Suriye’de askeri operasyonlarının […] ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına karşı alışılmadık ve olağanüstü bir tehdit oluşturmayı sürdürüyor. […] Suriye’deki durum ve özellikle Suriye’ye askeri bir harekât düzenlemeye dönük eylemleri, IŞİD’i alt etme mücadelesinin altını oyuyor.“ (WH.GOV BRIFING ROOM OCTOBER 07, 2021)

Yukarıdaki ifadenin benim anladığım türden meali şöyledir: “ABD, Suriye’de kalmaya devam edecek. Bu karara PKK/YPG temsilcilerinin Beyaz Saray’ı son ziyaretiyle verildi. Bundan böyle Suriye’de IŞİD konusu tam olarak kullanabileceğimiz bir argüman olmaktan çıkıyor. Ortağımız PKK/YPG, Türkiye’nin terörle mücadele operasyonlarından korunmalıdır. Son tahlilde IŞİD’i hedef göstermekten çok PKK/YPG’nin korunması daha çok öne çıkmış bulunmaktadır. Öyle bir cümle kurmalıyım ki uluslararası meşruiyetin özünde IŞİD bulunsun, ama ABD’nin ulusal çıkarları için PKK/YPG koruma altında kalsın…”

Bu mektup bize Donald Trump’ın Türkiye’ye mektubunu hatırlatıyor. Bu mektup, “Benim için ulusal güvenlik tehdidisin!” Türkiye’nin Suriye’de Amerika’nın çıkarlarını geliştirmesine engel olması tam olarak böyle ifade edilmişti.

Terörizmle Mücadele, Vekalet Savaşı, Asimetrik Savaş, Neomedyeval Savaş, Hibrit Savaş, Sıfır Kayıplı Savaş gibi pek çok günümüz koşullarına karşılık gelen savaş ve çatışma biçimleri türetildi ve sahada kıyasıya uygulanmaktadır. Siber unsurlar, silah sistemleri, propaganda yöntemleri de buna göre düzenlendi. Ancak daha önemlisi, konseptler ve stratejiler de buna uygun belirlendi. 

Böyle bir durumda ABD bir yandan küresel mikyasta demokrasiyi yerleştirmeye çabalamakta, diğer yandan kendine özgü siyasi şekli bulunan toplumları veya ülkeleri (Çin, Rusya, vs.) hedef alırken, Suriye gibi gri bölge operasyonlarında çeşitli taşeronları ve terör örgütlerini kullanmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın Suriye lideri Başer Esad ile telefon görüşmesi oldu. Bu husus çeşitli çevrelerce ABD’nin isteği ile gerçekleşti. ABD’nin Ürdün, Mısır ve BAE ile Esad’ı kıskaca almak istiyor olabileceği değerlendirmeleri yapıldı. Demek ki Esad koltuğunda bir süre daha kalacak.

Uluslararası hukukun tamamlanması mümkün olmayacak. Üstelik günümüzde küreselleşmenin kaotik düzeni hüküm sürer oldu ki bu hukuku daha da işin içinden çıkılmaz kılacak görünüyor. Sonuçta ülkeler kendi hukuklarını işletmekten sorumlular.

Diğer ülkelerin olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin iç hukuku terörü tanımlamaktadır. Mesele kararlılıkla uygulamaktadır. Burada küresel dengeler ve politik güçlükler devreye girmektedir. Hukuken açık, suç işleyen cezasını görmelidir. 

ABD yönetimi alenen Türkiye aleyhine politikalar geliştirmektedir. Üstelik bölgede İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ı silahlandırmakta ve tam politik destek vermektedir. Türkiye’nin ise silah desteğini kesmekte, CAATSA uygulamalarına muhatap kılmakta ve diplomatik soğukluk yolunu seçmektedir. Simetrik parametre olarak Türkiye özellikle Yunanistan ile sorunlu hale getirilmek istenmektedir. Aynı zamanda Suriye’de PKK/YPG tabanlı bir oluşuma tam destek vermektedir. Türkiye’yi asimetrik parametrelerle ve politik yollarla etki altında tutmaktadır.

CIA Direktörü William Burns, “CIA’nın organizasyon yapısında değişiklikler yaptık ve bu değişiklikler kapsamında sadece Çin’in faaliyetlerine odaklanacak Çin Misyon Merkezini kurduk,” dedi. Çin’e giden her yol da izleniyor, unutmayalım, tıpkı Rusya gibi.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu


[1] CSIS, Rachel Ellehuus ve Donatienne Ruy, 16 Aralık 2020, https://www.csis.org/features/securing-us-interests-across-greater-mediterranean

[2] US, Country Reports on Terrorism 2019

9 Ekim 2021/

Kırılma-3

Çin’in Tayvan çıkışı

IŞİD, Afganistan

Terörizm

Yunanistan’ın silahlanması

Türkiye’nin havacılık teknoloji projeleri

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Tayvan üzerindeki artan gerilim devam ederken ilan etti: “Tayvan ile yeniden birleşmenin gerçekleşmesi gerekmektedir.” Xi, bu birleşmenin barışçıl bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini ancak Çin halkının ayrılıkçılığa karşı görkemli bir geleneğe sahip olduğu konusunda uyardı. Geçtiğimiz günlerde Çin, Tayvan açıklarında savaş uçakları ve gemileri ile büyük bir askeri gösteri yaptı. Bütün bunlar sert güce dayalı girişimlerin gelişiminden başka bir şey değildir.

IŞİD, Afganistan’da Şii camiine yönelik 43 ölü, 140 yaralının olduğu intihar saldırısını üstlendi, eylemi Muhammed el Uyguri adlı teröristin gerçekleştirdiğini açıkladı.

HDP tarafından (resmi sayfasında yer alıyor) PKK terör elebaşı Abdullah Öcalan için sosyal medyada “özgürlük” kampanyası (Freedom For Ocalan New) başlatıldı.

Son bir haftadır yoğunlaşan MİT ve TSK ortak operasyonları. Irak kuzeyi Hakurk ve Gara bölgelerine yapılan özel harekatlarla etkili sonuçlar alınıyor. Türkiye terörle mücadeleyi uzun yıllar sınır içinde yaptı. Şimdi derinlikte PKK terör örgütüne verilen mücadeleyi sürdürüyor.

Süper güç ABD, Suriye’de IŞİD ile mücadelesini bitiremedi! Bunda bir terslik yok mu? Irak ve Suriye terör kampları terörist yetiştirme kurumu gibi ve 40 yıldır aparatlık yapan PKK korunup kollanırken, onlar da bunun karşılığını veriyor, bu bölgede terörü bitirmek amaç olmadı. ABD’nin yöntemi belli: Petraeus Doktrini.

Bu PKK terör örgütünün Suriye’de beslendiğini unutmadık herhalde. Baba Hafız Esad’ın milli politikası vardı, Hatay’ı geri almak. Bebek katili Abdullah Öcalan’ı yıllarca besledi ülkesinde. Şimdi de oğlu Beşar Esad PKK terör örgütü ile işbirliği halinde. Onların ABD ile ülkesini böleceğini hesaba katmıyor, sadece koltuğunu düşünüyor. kendi beslediği PKK’dan Suriye en büyük zararı görecek.

Dahası var, PKK terör örgütü yetiştirmek için Yunanistan’ın Lavrion Kampı uzun yıllar hizmet verdi, halen kısmen açık.

Yunanistan ve Türkiye mukayeseleri yapılıyor. Seksenlerden beri yapageldiğim bir konuya bugün bunca merak saran görünce sevineyim mi üzüleyim mi, şaşkınım! Bir kısım insan felaket tellalı, kendine bir yer bulmaya çabalıyorken esasen ortamı kirletiyor, yaptıklarının farkındadırlar herhalde. Bir kısım insan silah satıcısı gibi, şu uçak yerine bu uçak iyi gibisinden anlatımlar yapıyor. Sanki devletin binlerce çalışanı yok! Ha bir de ülke temsilcileri var. Sosyal medya çıkalı ortam yozlaştı! Nasıl olsa birkaç cümleyle dünyayı yönetebiliyor bizim insanımız, değil mi? Bilgi sahibi olmanın değerini anlamadıkça başka işler de olmaz.

Örneğin aşağıdaki grafik bir bilgi taşıyor, bakalım o zaman:

Gayrisafi Milli Hasılaya (GSMH) oranla savunma harcamasında Yunanistan %3.82 ile en önde. Grafik 2014-2021 kıyaslaması yapıyor. NATO standardı %2.

Yunanistan eski Başbakanı Aleksis Çipras “Türkiye’nin GSMH’si Yunanistan’ın 4 katı, neyi kıyaslıyoruz,” diyor. Devam ediyor, “Miçotakis’in askeri harcamaları boşuna. Türkiye’nin dış borcu GSMH’nın %37’sine, Yunanistan’ın ise %210’una eşit. Türkiye silahlarının %75’ini kendi üretiyor. Biz tümünü satın alıyoruz... Miçotakis Türkiye ile silahlanma yarışından vazgeçmeli. Miçotakis kravat satın alır gibi uçak ve fırkateyn alıyor. Yunan halkının parasını kendi ailesinin serveti sanıyor. Silahlanma yarışı Yunanistan’a sadece zarar verir.

Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Panagiotopoulos Ta Nea gazetesine verdiği röportajda (ekathimerini.com’da yazdı, 9.10.2021), Atina ve Washington’un Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması’nın (MDCA) yenilenmesi yoluyla daha fazla yer eklemek yerine ülkede halihazırda Amerikan silahlı kuvvetleri tarafından kullanılan dört askeri üsse daha fazla yatırım yapmayı kabul edeceklerini söyledi.

MDCA’nın hükümlerince, Amerikan Silahlı Kuvvetleri, Girit’teki Souda Körfezi Deniz Üssü’nün yanı sıra, Stefanovikeio, Dedeağaç Limanı ve Larisa Hava Üssü gibi bir dizi başka yerde dönüşümlü bir mevcudiyete sahiptir. Atina, Skiros adasındaki askeri tesisleri de Amerika’ya tahsis etti, ama Lozan Andlaşması’na istinaden kabul etmedi. Eğer ABD buradaki tesisleri işletir ise bu Türkiye ile kırılma konusunun en öne geçeni olur. Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın mevkidaşı Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşmesi “stratejik diyalog” kapsamında 14 Ekim’de Washington’da gerçekleşecek.

Savunma Bakanı Hulusi akar açıklama yaptı, “Yunanistan silahlanma sevdasında,” dedi. Tablo açıkça gösteriyor. Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı silahlandırıyorlar. ABD ve Fransa başta olmak üzere Yunanistan’a yeni silahlar veriyorlar veya eskileri modernize ediyorlar. Yunanistan’ın borcunu ödeyecek parası yok. Avrupa Birliği fonlarıyla idare ediyor ve yaşlı nüfusunun (CIA Facebook’a göre: 65 yaş üstü nüfus %22.4) emeklilik fonlarını zor karşılıyor.

Türkiye için durum ne? Türkiye savunmaya NATO standardının altında harcama yaparken kendisi üretiyor ve satıyor. Harekat alanındaki tabloya bakılırsa, FETÖ’nün olumsuz etkisini de göz önünde tutarsak Türkiye her şeye rağmen askeri başarı elde ediyor. Türkiye askeri başarısını kendi silahıyla ve kendi askeri bilgisiyle yapıyor. Suriye’de ve Karabağ’da uygulanan askeri harekat yöntemlerinin stratejisi taktiği tamamen milli. SİHA kullanma konsepti dünyaya parmak ısırttı.

Baykar firması Muharip İnsansız Uçak Sistemi (MİUS) ile ilgili proje çalışmasına başladığını duyurdu. Daha önce Baykar’ın imal ettiği taktik ve operatif SİHA/İHA projeleri (TB-2 ve Akıncı) dünya çapında ses getirmişti. Burada elde edilen başarılı tecrübenin bir adım ileriye taşınması anlamında MİUS projesinin Türkiye’nin savunmasında ve beraberinde kalkınmasında önemli bir rol oynayacağı açıktır.

Muharip insansız uçak nedir? Bilindiği üzere, hava gücünün ayrılmaz unsuru olan av-bombardıman uçağı (fighter) ile mütecaviz hava unsurlarına karşı girişilecek harekatta üstünlük sağlanması beklenir. Şimdiye kadar dünyada bu yönde yüksek performanslı ve silah kapasiteli uçaklar kullanılmaktadır. Örneğin çokça sözünü ettiklerimizden 5. nesil olarak sunulan F-35 Lightning II, gelişmiş insanlı bir av-bombardıman uçağıdır. Bu sınıf uçaklar motoru, uçuş elektroniği (avionics), gövdesi ve silahları yönüyle mukayese edilirler. Uçak üretici firmalar bu tip insanlı uçakları geliştirirlerken diğer yandan insansız av-bombardıman uçak projeleri ile de ilgilenmektedirler. Şimdiye kadar en belirgin çözümlenmesi gereken sorun sahası yapay zekâ ile ilgilidir. 

Bu tip sistemler İngilizcede özelliklerindeki az farklarla, unmanned combat aerial vehicle (UCAV), combat drone, battlefield UAV veya unmanned fighter jet şeklinde isimlendirilir. Baykar’ın projesine unmanned fighter jet demek doğru olacaktır. Projenin jet motorlu olacağı düşünülmelidir. Bu alanda ABD, yüksek ses-altı (high-subsonic) XQ-58A Valkyrie unmanned fighter jet sistemini devreye koymanın eşiğindedir, testleri başarıyla geçmiştir. Yine ABD’nin X-45 unmanned combat aerial vehicle (UCAV) projesi bilinenler arasındadır. Bu durumda mukayese edilebilecek bir benzer sistemin olduğunu şimdiden biliyoruz.

İnsanlı av-bombardıman uçakları anlatalım ki buna göre insansız olanı anlamamız daha kolay olacaktır. İnsansız av-bombardıman uçaklarının yüksek manevra kabiliyetine sahip olması yönüyle gerekli çözümlemelerde sorun olmamaktadır. Gövde, motor ve silahlar açısından gerekli seçenekler mevcuttur. Burada tartışılan, otonom ve yarı-otonom görev yapacak insansız av-bombardıman uçaklarının, insanlı olandan farksız olmasını sağlayacak, güvenirlik yönüyle beklentileri karşılaması konusudur. Uçulacak görev türleri hava savunma ve taarruz görevleridir. 

İnsanlı av-bombardıman uçaklarında hava savunma açısından tek ve çift motorlu av uçakları kullanılır. Yakın muharebede uçağın performansı ve silahları kadar pilotun muharebedeki kabiliyeti de çok önemlidir. Görev tipi himaye olabildiği gibi, bölge ve genel hava savunması görevleri yerine getirilir. Uçaklarda buna uygun silahlar yüklüdür. Hatta yakıt ikmali yapma kabiliyeti aranır. AWACS türü radar ve havada komuta uçakları ile müştereken görev yapıldığında etkinlik artar. 

Taarruz görevleri çeşitli hedef ve görev kategorilerine göre olacaktır. Taarruz yönüyle ise her tür hedef ve görev kategorisine uygun performanstan tutunuz, nükleer ve konvansiyonel silah uyumuna kadar başarıyı artıran ve aynı zamanda etkinliği en üste çıkaran tipte çözümlemeler gereklidir. Burada hava savunma uçaklarındaki gibi, menzili uzatmak için havada yakıt ikmali, komuta kontrol, hava savunma ve radar desteği ile etkinliği artırıcı destekler alınır. Görevler her hava şartında, görerek ve olumsuz şartlarda yapılabilmelidir. Aynı zamanda taarruz görevlerinin başarısını artıran gerçek (real) ve yakın gerçek (near-real) zamanlı istihbarat ve hedef analizi yapan sistemlerin desteği de gereklidir.

İnsanlı av-bombardıman uçakları deniz vasıtalarından, uzun ve kısa pistlerden iniş ve kalkış yaparak görev icra edebilmektedirler. Duruma göre, örneğin sınırlı tahrip olmuş bir pistin sadece uygun şeridine inmek ve daha sonra harekata buradan devam etmek gerekirse, bu tip olağanüstü şartlarda da kabiliyetler zorlanabilmektedir.

Kabaca bu işaret ettiğim sistemler bugün insanlı av-bombardıman uçaklarında vardır ve kullanılmaktadır. Eğitimler ve tatbikatlar yapılmaktadır. Burada aranan husus insansız av-bombardıman uçağının da eksiksiz başarı sahibi olabilmesidir. Elbette bir insansız av-bombardıman uçağının her türlü görevi icra etmesi beklenmemelidir. Örneğin sadece hava savunma görevi için üretildi ise yapay zekâ kapasitesi dahil bununla ilgili donanımlara sahip bir uçaktan bahsetmiş olacağız. Bu alan içinde sadece bölge hava savunması yapacak bir insansız av uçağından bahsediliyorsa bu bile bir çözümleme olabilir. Taarruzi görev de aynı şekilde harekât tanımlaması daraltılarak seçenekler sadeleştirilebilir. Belki de ilk başlangıç modellerde bu daraltılmış seçenek yaklaşımının öncelik alması gereklidir. Geliştirdikçe kompleks görev, hedef ve amaçlar sisteme kazandırılabilir. Bu imalatçı firmanın üzerinde duracağı konuların başında gelir. 

Ayrıca insansız av-bombardıman uçaklarının hem kendi arasında koordineli görev yapması istenir, hem de insanlı uçaklarla ve diğer destek unsurlarıyla müşterek görev yapması beklenir. İnsansız sistemleri geliştirirken bu tür problemlerin çözülmesi gerekmektedir.

Türkiye bir yandan insanlı Milli Muharip Uçak (MMU, TF-X) ile ilgili projesini sürdürmektedir, diğer yandan Baykar’ın son duyurusuna bakılırsa, Türkiye, Muharip İnsansız Uçak Sistemi (MİUS) ile de savunma sanayiinde bir hamle yapmanın eşiğindedir. Deniz Kuvvetleri’nin L-400 TCG Anadolu isimli çok maksatlı hücum gemisi ile bu gelişmeyi birlikte değerlendirmek mümkündür. Böyle bir durumda deniz vasıtasından harekât yapma özelliğine sahip bir muharip insansız uçak geliştirilmesiyle, Türkiye hava savunma ve taarruz görevlerini, gemi ve uçak menzili toplamı kadar ileri bölgelerden etkinlikle gerçekleştirebilecek, caydırıcılığını bu denli artıracak, aynı zamanda bölgesel barış ve istikrar açısından gerekli iradenin gösterilmesine zemin hazırlayacaktır. Buna “ileriden savunma” dememiz gerekecektir. O halde ileriden savunma için halen Türkiye deniz ve hava gücü envanterini geliştirmektedir. Hava gücü kabiliyetinde zaruri bir unsur olan uçak kategorisinde ise TF-X MMU ile beraber ileri sürülen başka bir kabiliyet olarak MİUS projesi çok önem olacaktır.

Biraz da vizyondan bahsedelim. Başta ABD, Rusya ve Çin, insansız hava vasıtaları, robotik silah sistemleri, her ölçekte otonom kara, deniz ve hava unsurları imaline ağırlık vermiştir. Gelişmeler bu yönde yoğunlaşmış durumdadır. İnsansız hava gücü yönüyle bir aşama kaydedilecektir. Eğer bir harekatta insansız uçak sistemleri başarılı olursa, diğer destekleyici sistemler peşi sıra insansız olarak geliştirilecek veya birbirine eklemlenmesi sağlanacaktır. Örneğin insansız tanker uçakları ilk düşünülenlerdendir. Uyduların insansız vasıtalarla müşterek görev yapması başka önemli bir husustur. Uyduların komuta, kontrol, bilgisayar, istihbarat, keşif ve gözetleme (C4ISR) kabiliyeti uzaydan yer ve hava sistemlerine destek verecektir. Birleştirildiğinde, hava ve uzay gücünün insansız performansına ileri ülkelerce büyük ölçekli yatırım söz konusudur. Bu alanda büyük bir rekabet vardır. Türkiye S/İHA ile bu alanda yerini almıştır. MİUS konusu bu rekabet belirleyici olacaktır.

Yunanistan’ın bu tarz yüksek teknolojili ve etkin projeleri, altyapıları yok. Yunanlılara verirlerse silah sahibi olacaklar. Silahlanma ve buna dönük hazırlıklar yarın için değildir, örneğin 2030’lar içindir. Bugün tedarik programına başlarsınız, etkisi en az 10 yıldan sonra alınır. Stratejide ilk konu zamanı kullanmaktır.

Yunanistan savaşı olur mu? Olmaz. Silahlanma, tehdit yaratma, diplomatik ve ekonomik baskıda bulunma, halkı yıldırma, vs. yöntemler uygulanıyorken neden ateşle oynansın ki? Peki Yunanistan’a neden silah satıyorlar o halde? Başat güçler kendi jeopolitik hamlelerinin koruyorlar ve Yunanistan’ı baskı unsuru olarak kullanmanın peşindeler. Örneğin ABD, bölgedeki etkinliğini geliştirmek için Yunanistan’da askeri üsler açıyor ve bu ülke üzerinden Çin’e ve Rusya’ya karşı pozisyon alıyor, ilave olarak, Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da çıkarlarını korumanın peşinde. Fransa da benzerini yapıyor, hatta bunlar aralarında proje yarışı yapıyorlar; şu ihaleyi sen aldın, bunu ben cinsinden. Almanya, İngiltere, İtalya gibi ülkeler silah üretiyor, kime satacak, müşteri arıyor devamlı. Herkes aynı! Rusya imkan bulsa o satacak silahını, öyle değil mi? Yunanistan borçlansın, paranın önemi yok; nüfuz elde etmenin önemi var, bunu hiç unutmayalım. para işi bir gönde çözülür, nüfuz elde etmek ise zorlu mücadele sonunda kazanılır.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD Başkanı Joe Biden’ın Ulusal Acil Durum halini bir yıl daha uzatması ve Türkiye’ye yönelik yersiz açıklamaları üzerine şunları söyledi: “Bu mektup kopyala yapıştır bir mektup olmuş. Bu cümleleri ABD yönetimi daha önce de kullandı. ABD yönetimi Kongre’ye mektup yollarken ya da bilgi verirken doğruyu söylemiyor. PKK ile YPG arasında hiçbir farkın olmadığını çok iyi biliyorlar. Bu terör örgütüne çok iyi destek veriyorlar. Bu ABD kanunlarına göre suç. Burada bulunma amacının da DEAŞ ile mücadele eden dünyadaki tek ordu bizim ordumuzTürkiye’yi suçlamak yerine ABD kendi yanlış politikalarından vazgeçsin. Ayrıca Amerikan halkına da Kongresine de daha dürüst davransın.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

10 Ekim 2021/

Kırılma-4

ABD-Türkiye senkronizasyon sorunu

Irak’ta erken genel seçim

Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarını savunan ABD’li Senatör Menendez

İsrail ve ABD girişimi İbrahim Anlaşması’na ivme verilmesi

ABD-Taliban görüşmesi

ABD askerinin Irak’tan kısmi çekilmesi

Suriye’de 2 şehit

ABD ve Türkiye arasındaki kırılmayı merkeze koyarak bir anlatım yapıyorken neden Çin’den veya Avustralya’dan bahsettiğimi soranlar çıkabilir, hani olur ya! Küreselleşmeyi iyi anlamak gerekiyor artık. ABD küresel ve başat bir güç iken Türkiye bölgesel bir güç; ama bölgesel ülkeler için rekabet alanı yine küresel. Bu durumda Afganistan’da IŞİD eylem yapsın, Türkiye ile ilgilidir. Çin ile ABD, Tayvan, Hong Kong veya Uygur meselesi ile ilgili yeni bir kriz yaşasın, bu Türkiye ile ilgilidir. Hatta bu verdiğim örneklerin tersi de geçerlidir; Türkiye Çin’in kenarında bile dolaşsa bu ABD’yi ilgilendirir, haliyle. Bundan böyle düşüncelerimiz bir kaba sığmayacak cinstendir.

ABD ve karşısında dünya, Türkiye, politikalar ve ekonomiler, daha ne varsa, hepsi bir senkronizasyona tabiler. Rusya ve Çin gibi güçler ABD’nin bu senkronize etme politikalarına karşı olan taraftalar. “Eğer bu bir ayarlama ise neden ABD, Biden, Amerikan elitleri bunu yapıyor ki?” diyen bir başka dünya var. Gerilim artıyor… Bunu fark edebiliyoruz?

2021 yılı başından itibaren daha belirgin ortaya çıktı, buna “post-covid” dönemi de demek mümkün, Amerika Birleşik Devletleri farklı bir politika izliyor. 

Amerika dışındaki kesimler, Türkiye’dekiler dahil, “Bir seçim oldu, Donald Trump vardı, o gitti, Joe Biden başa geldi, o bildiğimiz Amerika, o gider bu gelir, normaldir, ne var bunu anlamayacak?” diyecektir. Bir başka açıdan değerlendirenler, “Emperyalist Amerika her dönem (örneğin) Türkiye’ye karşıydı, bugün de saldırıyor, normaldir, ne var bunu anlamayacak?” diyorlar. Bu tip açıklamalar yapılıyor. Peki, bunları ifade edenler konunun detayını açıklayabiliyorlar mı? Bugün ne değişti?

Başından itibaren Biden için, “küreselcilerin temsilcisi” tanımını yapanlar var. Elbette küreselleşme tanımını bilmeyen yok. Ancak, Dördüncü Sanayi Devrimi ile beraber ve post-covid’de küreselleşmenin politik uygulamasında bugünün senkronizasyon meselesini açıklamak önemli olsa gerekir. Bu bileşenler bütünü tamı tamına anlaşılmadı ki bugün hem Biden’ın Çin ve Rusya ile sürdürdüğü rekabeti veya Türkiye gibi ülkelere karşı politikalarını doğru noktalarıyla tartışabilelim. Bu arada, Biden müesses nizam ile barışık hareket ediyor.

Mukayeseye referans olsun diye bir önceki “uluslararasıcı” ve Cumhuriyetçi ABD yönetiminin uygulamasını ortaya koyalım. Çok kısa: Trump, Amerika’nın meselelerini savaşla değil, ticari metotlarla çözüleceğine ve içeride iş imkânı yaratmanın yararına inanıyordu, küresel rekabeti öngörüyordu. Önemlisi, bu politikaları ile Rusya ve Çin’e alan açtı ve rekabette Amerika’yı öne geçirecek bir yöntem değildi yaptıkları, tam tersine sonuçlar vermekteydi. Üstelik dünyada otoriter ve popülist yönetimlerin yaygınlaşacağı bir ortam oluştu. Trump, bu ısrarıyla beraber içeride müesses nizamla ters düştü.

Biden yönetiminin tarzı ve yöntemi ne? Şimdiden gördüğümüz o “küreselci” politikaları sıralayalım: Askeri olarak güçlü kalmaya devam etmek. Zorlayıcı biçimde yüksek bütçeli dönemi başlatmak. ABD desteğiyle küresel politika alanında yapılacaklara ağırlık vermek. Buradaki stratejik bakış: Amerikan Enternasyonalizmi olarak açıklanan vizyonda “Batı Demokrasisi”ne bağlı tutumların güçlenmesini ve uluslararası kurumlarca tam anlamıyla “küreselci” bir yaklaşımın benimsemesini sağlamak. ABD’nin bu stratejisini müttefiklerle ve ortaklarıyla geliştirmek. ABD ve onunla yürüyen küresel ve uluslararası kurumların çalışmalarını disipline etmek, bu maksatla onları gerekirse dönüştürmek ve yönlendirmek. ABD için gerekli çıpa ülke sayısını artırmak. Bu çıpa ülkelerin, parlamenterleri, sivil toplumu, kamu ve özel sektör uzmanlarını ve gençleri bir araya getirerek yapılarını, daha güçlendirmek, böylelikle küresel bir ittifak haline gelmek. Diplomaside sertleşmek, hasım ülkelere otoriterlik açısından sert tavır göstermek, müsamahakarlık göstermemek, küresel sistemin otoriter rejim tanımlaması yaptığı yönetimleri doğrudan hedef göstermek ve onlarla mücadelenin merkezine bu argümanı koymak, bu tür ülkelere psikolojik baskı uygulamak. Medyayı aktif kullanmak, konvansiyonel ve sosyal medyada sıradan bilgilerle zaman kaybetmemek, tam tersine, bu mecraları küresel çıkarlar için formülleştirmek ve silah kullanır gibi kullanmak, bu mecrada aldatma yöntemlerini kullanmak. Müesses nizam bağlısı organların, gizli servislerin, paravan kurumların küreselleşme kapsamındaki çabalarına imkân sağlamak. Rusya’yı müttefikleriyle berber sert güç alanlarında baskılamak, bu ülkeyi kararda son noktaya ve savaşa en yakın noktaya kadar getirmek, işte bu baskı altında bir karar vermesini sağlamak. Çin’e somut teklifte bulunmak, “liberal ekonomiyi liberal demokratikleşmeyle bütünleştirecek adımları atmazsanız hem Çin bölgesinde hem de küresel yatırımlarınızda Amerika ve müttefiklerini karşınızda bulacaksınız,” demek. Ancak bu arada uzayda, siber alanda, Dördüncü Sanayi Devrimi teknoloji ve gerekli projelerini hızlandırmak, buna bütçe ayırmak, öne geçmek. Küresel Amerika olarak, küresel Kanada ile bütünleşmek, Pasifik’te ve Okyanusya’da ilgili ortak ülkelerle küreselleşme alanını tahkim etmek, küresel Avrupa için küresel İngiltere, Almanya, İtalya, Hollanda, Fransa, vs. ülkelerle ve güç yapılarıyla bağı belirginleştirmek, öncelikle Hint-Pasifik, Orta Doğu ve Afrika bölgelerinde bu bakışla nüfuz alanlarını geliştirmek. Avustralya, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda, gibi ülkeleri kendi ağına eklemek. Bütün bunlarla ticaret, teknoloji, yeşil enerji, politika ve savunma alanlarında işbirlikleri kurmak. Bütün bu politikalarda içeride ve dışarıda küreselci olmayan yapılarla çalışmayı bırakmak veya bunların her biri için plan yapmak.

Küresel güç ABD’nin Başkanı Biden yönetiminin Türkiye ölçeğinde politik izdüşümü nasıl? Bakın yaklaşık bir yıl oluyor, Biden işbaşına geleli diplomatik ilişkiler pek iyi gelişmedi. NATO zirvesinde Biden-Erdoğan görüşmesi yapıldı. Fakat halen Beyaz Saray Türk diplomasisine mesafeli duruyor. Bunun nedenleri var. ABD diyor ki, Rusya ile işbirliğine girmeyin! Türkiye de rahatsızlıklarını dile getirdi. bazılarını sıralayalım: Biden’ın Ermeni (sözde) soykırım tasarısını oylaması, S-400 ve F-35 meseleleri, ABD’nin FETÖ’ye, SDG’ye (PKK/YPG) verdiği desteği ve Suriye kuzeyine bir garnizon devletçik kurma projesini sürdürmesi, gibi. Geldik F-16 talebine ve Yunanistan ile ABD askeri anlaşmalarının doğal dengeyi bozmak üzere geliştiği meselelerine dayandık! Bütün bu hususlar, daha önceki Demokrat Başkan Barack Obama zamanında Biden’ın Başkan Yardımcısı olduğu zaman başlatılan ABD politikalardır. Bunlar kadar önemli, Biden işbaşına gelmeden hemen önce, siyasi sürecin en başından itibaren çok iyi tanıdığı Recep Tayip Erdoğan’a karşı olduğunu açıkladı, Beyaz Saray’a geçer geçmez de Türkiye’ye yönelik psikolojik baskı uygulamaya başladı. Türkiye’den gelen diplomatik mesajları bile açmamaya, cevap vermek zorunda kalmamaya ve görüşmeleri geciktirmeye çalıştı.

Bölgesel güç Türkiye ne yaptı? Bir kere, “Dünya beşten büyüktür!” dedi. Diplomasi için sabır gösterdi. Kendi planladıklarını gerçekleştirmeye devam etti. Savunduğu konularda geri adım atmadı ve kararlı duruş sergiledi.

Dördüncü Sanayi Devrimi ile beraber ve post-covid’de küreselleşmenin politik uygulamasında bugünün senkronizasyon meselesini bilerek siz söyleyin, Erdoğan ve Biden ilişkileri iyi yönde gelişir mi?  

Güç mücadelesinde tarafların niyetleri gözden geçirilir, ama önemli adım sahaya aktarılabilen kapasitesi ve performansıdır asıl belirleyici olan. Bu durumda ilişkileri sadece Türkiye bağlamında düşünmezsek, küresel çapta bu merkezden bakarak, sahada olacaklar açısından görmek gerekir. Bundan dolayı her adımda değerlendirmeler yapılır. Ama değerlendirmeleri yapanlara ben buradan bir hatırlatma yapmak istedim, bugün olanın adı, küresel senkron sorunudur.

Haberlere bakıyorum neler var diye. ilk gözüme çarpan Irak’ta bugün yapılan erken genel seçim. Partilerden birinin tek başına iktidar olma olasılığı zayıf, bakalım nasıl neticelenecek. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) KDP çatısı altında seçime giriyor, oyları alırlar. Türkmenler de tek çatı altındalar. Şii İttifak çoğunluk halinde mecliste olur, peşinden Sünni İttifak gelir.

Gördüğünüz gibi Irak modelindeki ülkelerde, Orta Doğu artık böyle oldu çıktı, din/mezhep ve etnik partilerle seçim yapıyor. Buna demokrasi denir mi tartışılır ama sonuç her ne olursa olsun anlaşma zemini bildiğimiz politik yaklaşımlarla açıklanabilen şekilde değildir. Halbuki ABD Irak’ta 1991’den bu yana Francis Fukuyama’nın da Devlet İnşası‘nda ifade ettiği gibi bir çaba içerisindedir. Ismarlama devlet inşa edilemediğinin en büyük kanıtı Irak olsa gerekir.

Buna tersten bakalım, eğer ABD bir ülkeyi, yaşamı, insanlarını istikrarsız hale getirmek istiyorsa demokrasi söylemi dilinden düşmemek kaydıyla, usulen demokrasi prosedürleri de uygulanmakla beraber, sonuçta toplumu iliklerine kadar bölen bir dokuyu inşa ediyor ve buradaki olumsuzlukların hepsine dair yeni-sömürgeci bir politika izliyor diyebiliriz. Bilindiği gibi OPEC üyesi Irak’taki petrol kuyularının işletilmesi hakkı küresel şirketlerin elinde.

Irak her ne tür hükümet kursa da olmuyor! Şii yayılmacılık sesindeki İran fiilen bölünmüş Irak Şiileri ile beraber politika güdüyor. Kuzeyde Kürt Yönetim. Merkez ve güneyde ise Sünniler var. Coğrafya bu şekilde parçalanmış halde. Sonra IŞİD ve El Kaide devamı radikal unsurlar var. İstikrarsızlık yaratacak türden çıkar grupları ve kaçakçılık rüşvet alabildiğine yaygın… Bir de PKK terör örgütü var, ABD bu örgütün yerini yurdunu bilir, ama gidip üzerlerine bir mermi atmaz!

Akşam saatlerinde Irak seçimlerine katılımın az olduğu bilgileri geldi: %41. Ancak bu şekliyle bile düşündürücü, halkın inancı kalmamış! Başbakan Mustafa Kazımi ise memnun, zira en azından bir güvenlik sorunu olmadı. Kazımi, “Allah’a hamdolsun, görevimizi tamamladık” dedi. Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu seçim sonuçlarının 24 saat içinde açıklanacağını duyurdu. Toplam 24 milyondan fazla seçmenin bulunduğu Irak’ta seçmenler 329 sandalyeli meclis için yarışan 3 bin 249 aday için oy kullandı. Bin 877 yabancı gözlemci seçimleri izledi.

Haber sayfasını çeviriyorum, karşımda Kıbrıslı Rumlarla paslaşan ABD Senato Dışilişkiler Komisyonu Başkanı Demokrat Senatör Bob Menendez’i görüyorum. Menendez’in politikaları Joe Biden ile birlikte gelişir, burası açık. Eski Başkan Donald Trump zamanında bunu defalarca gördük. Hatta Doğu Akdeniz konusunda Senato’ya kanun teklifi hazırlanırken Menendez’in yanına Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio da eklenir ki her iki partinin teklifi büyük çoğunluk alabilsin.

Bir paslaşmadan bahsettim, şöyle: Güney Kıbrıs Rum bölgesinden Cyprus Mail bir haber yapıyor, bunun haberine dayalı Menendez fikir beyan ediyor, twit atıyor, bunun üzerine Cyprus Mail, Menendez şöyle dedi şeklinde bir haber daha yapıyor. Peki Menendez ne diyor? “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) ihlaller peşinde, Avrupa Birliği (AB) hayati değerler için üyesini tam destekliyor…” diyor. Bu yazıda sırasıyla yazılmış, Kıbrıs’ta iki kesimlilik yok, Ada Rumların, hatta AB üyesi ve tam desteğinin alıyor, Batı çıkarlarıyla ortaklık var, MEB konusunda çıkarların korunması ve geliştirilmesi gerekir, Türkiye saldırgan taraf… İşte ABD’nin politikası budur. Cyprus Mail’in müteakip haberinde de “Menendez’dan Kıbrıs’a tam destek,” deniyor.

Şimdi biraz gerilere gidelim, ABD, GKRY’ye 2018 yılında askeri ataşe görevlendirmiştir. Bunun anlamı KKTC’yi görmezden gelmektedir, Ada’da resmi muhataplığı GKRY üzerinden sürdürmektedir. Zaten 2004 yılından bu yana AB için de durum budur. Şimdi Nisan 2019’a gidelim, neler var bakalım.

Demokrat Senatör Bob Menendez ve Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji İşbirliği Kanunu” tasarısını Kongre’ye sundu. Bu tasarıda, Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında kurulan enerji ve güvenlik ortaklığına tam destek verilmesi öngörülüyordu. Tasarı ABD’nin Doğu Akdeniz’deki uzun dönem stratejisini yeniden şekillendirmeyi hedefliyordu. Bu kapsamda 1987 yılından beri yürürlükte olan Kıbrıs’a silah ambargosunun kaldırılması öngörüyordu. Bu tasarı kabul edildi.

O dönemde Senatör Menendez şöyle dedi: “Amerika Birleşik Devletleri’nin Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’le güçlü ve gelişen ilişkileri sayesinde Doğu Akdeniz’deki çıkarları önemli boyutlardadır. Bu ülkeler arasında son yıllarda enerji eksenli gelişen işbirlikleri daha geniş kapsamlı bölge güvenliği, ekonomi ve enerji ile ilgili işbirliklerine kapı aralamıştır. Birleşik Devletler’in bu işbirliğini derinleştirmek ve Doğu Akdeniz’i daha güvenli hale getirmek ve bu işbirliğini kullanmak için devreye girme zamanı gelmiştir. Bu tasarı barış, refah ve uluslarımızın güvenliği adında ortak çabalarla bu dostluk ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamaktadır.

ABD’nin Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimlerine birlikte uyguladığı ambargoya rağmen adada 40 bin Türk askerinin bulunduğu ve bir kısım Amerikan menşeli silahların burada kullanıldığı,” vurgulanan tasarı hakkında Rubio da; “Güney Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması ve Yunanistan’a askeri desteğin arttırılmasıyla bu tasarının bölgedeki kilit ortaklarımızın istikrarına daha kapsamlı bir yaklaşım sağlayacaktır,” dedi.

Rubio ve Menendez imzalı kabul edilen tasarıda diğer düzenlemeler şöyle: ABD, İsrail, Yunanistan ve (Güney) Kıbrıs arasındaki enerji işbirliğini arttırmak için “Birleşik Devletler-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi”nin kuruluşuna onay verilmesi; Yunanistan’a 3 milyon dolarlık askeri destek sağlanması; Yunanistan ve (Güney) Kıbrıs’a ikişer milyon dolarlık askeri eğitim desteği sağlanması; Beyaz Saray’dan Kongre’ye Doğu Akdeniz’deki ülkelerle kapsamlı enerji ve güvenlik işbirliği stratejisi ve bölgedeki Rusya ve diğer ülkelerin zararlı aktiviteleri hakkında rapor sunmasının talep edilmesi.

Amerikalı Yahudi ve Yunan lobilerinden yoğun destek sağlandı. Amerikan Yahudi Komitesi (AJC) ve Helenik Amerikan Liderlik Konseyi (HALC) yaptıkları yazılı açıklamayla bu kabul edilen tasarıyı memnuniyetle karşıladıklarını duyurdular.

Rusya’dan S-400 alımını bahane göstererek Türkiye aleyhine sürdürdüğü F-35 meselesi bu iki semnatörün kanun teklifleriyle başlatıldı. Türkiye’ye uygulanacak Amerikan kısıtlamanın içeriği kısaca şöyleydi: “Kaynak ayrılmasının, Türkiye’ye bazı hakların devrinin ve teknik verilen kısıtlanması.” Tasarıda sadece uçaklar değil, beraberindeki uçuş destek üniteleri, hangarlar, vs. içerilmektedir. En büyük kısıtlama, “uçakların fiziken Türkiye’ye transferine müsaade edilmemesi” hususudur. Tasarının istisnalar bölümündeki maddede, Türk hükümetinin S-400 alımından vazgeçtiğini Amerikan Kongresi’ne yazılı bir şekilde bildirmesi halinde ABD başkanının söz konusu kısıtlamaları kaldırabileceği yer almaktadır.

Kısıtlamanın hukuki gerekçesi ne? “S-400 ile F-35 teknik bakımdan birlikte uçamazlar, bu ABD teknolojisi için büyük bir risk. Bu tür riskler ABD tarafından 2017’de kabul edilen “Avrupa ve Avrasya’da Rus Etkisini Azaltma Kanunu” ile açıklanmıştır. Ayrıca bütün bu hususlar NATO Anlaşmasına terstir.” Böyle ifade ediliyor ve ekleniyor, “S-400’ler ve F-35’ler birlikte Türkiye’nin elinde olursa, bu durum Amerikan ordusunun kendisini ve koalisyon içerisinde gerçekleştirdiği operasyonlarını olumsuz etkiler ve Birleşik Devletler ile Türkiye arasındaki savunma işbirliğine zarar verecek gelişmeler yaşanır.

Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı sonucunda ABD ile varılan mutabakat metninde (Ekim 2019) “Türkiye’ye uygulanması öngörülen yaptırımlardan vaz geçildiği” maddesi vardı. Burada dikkati çekti mi bilmiyorum, zaten yaptırımların (CAATSA) içinde Suriye konusundan daha ziyade, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sürdürdüğü ve sürdüreceği Enerji Bakanlığı çerçevesindeki faaliyetler hedef alınmış idi. Şöyle ki: Savunma Bakanı, Enerji Bakanı, Maliye Bakanı (eski Enerji Bakanı olup “Enerji ve Maden Vizyonu” çerçevesindeki çabaların altına imza atan Berat Albayrak), sondaj gemilerinde ve onlara refakat eden savaş gemilerindeki mürettebata “ismen” uygulanacak mali yaptırımlar var idi. Görüldüğü gibi asıl mesele Doğu Akdeniz idi.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken önümüzdeki hafta İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) dışişleri bakanları ile görüşecek. Görüşmelerde İbrahim Anlaşması (Abraham Accords) ve bölgesel güvenlik ele alınacak. İbrahim Anlaşması ne durumda ve nasıl geliştirilir, esasen buna bakılacak. Arap ülkeleri ile İsrail’in arasını iyileştirme bakımından yeni adımlar da atılabilcek türden plan yapılacak. Bütün bu yöndeki çabalara Orta Doğu’da “istikrar” ve “normalleşme” denmektedir.

İbrahim Anlaşması 2020’de Beyaz Saray’da BAE, Bahreyn ve İsrail arasında imzalanmıştı. İmza, Trump yönetimi açısından diplomatik başarı olarak değerlendirilmişti. Bu çabada damat Jared Kushner önemli görev üstlenmişti. İmzaların ardından Sudan da İsrail ile ilişkileri normalleştireceklerini açıklamış, Fas Aralık 2020’de İsrail’le diplomatik ilişkiye yeniden başlamıştı. Joe Biden Ocak 2021’de göreve başlamasının ardından anlaşmaları desteklemiş ve üst düzey yetkililer anlaşmaya daha fazla Arap ülkesinin katılmasına çalışacaklarını belirtmişti. Peki Arap ülkeleriyle bu normalleşme sağlanırsa sonraki hedef ne olacak? İran. Biden Yönetimi İran Nükleer Programı ile somut adım atmadı, İbrahim Anlaşmaları’nın ilerlemesini bekliyor olmalı.

ABD askerleri Irak’tan kısmen çekilmeye başladı. Irak Başbakanı Kazımi’nin Askeri Sözcüsü Yahya Resul, yaptığı yazılı açıklamada, ABD’nin muharebe güçlerinin ülkeden çekilmeye başladığını belirtti. Resul, çekilme sürecinin 31 Aralık’a kadar tamamlanmasının planlandığını vurguladı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Amerikalı bazı yetkililerin 9-10 Ekim’de Katar’ın başkenti Doha’da Taliban temsilcileri ile Afganistan’daki son durumu ele almak için görülmeler gerçekleştirdiğini kaydetti. Al Jazeera televizyonuna konuşan Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, ABD ile ilişkilerde “yeni bir sayfa açma” konusunu görüştüklerini ve insani yardım konusuna öncelik verdiklerini söyledi. ABD’nin Afganistan Merkez Bankası rezervlerine koyduğu engelin kaldırılmasını talep ettiklerini ifade eden Muttaki, ABD’nin Afganistan halkına yeni tip koronavirüs aşısı sağlayacağını açıkladı, ayrıca Taliban yetkililerinin Avrupa Birliği temsilcileriyle görüşeceği bilgisini de verdi.

Yemen’de Aden Valisi’ne bomba yüklü araşla terör saldırısı oldu, kayıp yok.

Suriye, Halep kuzeyi Azez, Marea’dan üzücü bir haber geldi. İki özel harekat mensubu polis şehit düştü. İki de yaralı var, şifa diliyorum. PKK/YPG terör örgütü Tel Rıfat Ayn İsa köyünden konvoyumuza güdümlü roketle saldırdı. Tel Rıfat, Rus kontrolündeki bir bölge olmasına rağmen PKK/YPG rahatça hareket edebiliyor. Alınan bilgilere göre Türk topçusu karşılık verdi.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

11 Ekim 2021/

Kırılma-5

Gaziantep Karkamış’a Suriye tarafından 5 adet havan mermisi atıldı, Afrin’e bombalı saldırı

PKK/YPG ne yapmak istiyor?

CB Erdoğan Suriye’ye operasyon yapılacağını mı işaret etti?

ABD-Çin rekabeti, Siber, Ekonomik

Yunanistan’ın Türkiye stratejisi

Lübnan

IŞİD, Irak

Bölge terörün kol gezdiği bir yer! Bu daha ne kadar sürecek? İki okyanus arasında kendi kıtasında ABD nispeten rahatken Orta Doğu, Afrika, Hint-Pasifik bölgelerinde terörün bitmemesinden yana mı? Sadece IŞİD mi terör örgütü? PKK/YPG terör örgütüyken birden SDG mi oluverdi? Peki bu ABD’nin SDG dedikleri Türk askerine saldırınca adı terör olmuyor mu? Üstelik Suriye kuzeyinde çıban başı olarak kalan Tel Rıfat’tan sorumlu Rusya. ABD, Suriye’de Türkiye’nin Rusya ile karşı karşıya gelmesinin tuzaklamasını PKK/YPG ile mi yapmak istiyor? Hani Barış Pınarı Harekatı’nı sonlandırmazdan hemen önce Rusya ile Türkiye bölgeden PKK/YPG’nin çıkarılması konusunda mutabakata varmışlardı. Sorun ne? Eğer Rusya PKK/YPG’yi Tel Rıfat’tan çıkaramıyorsa izin versin Türk askeri burayı da özgürleştirsin. Ama eğer Rusya Türkiye’ye, İdlib’e karşılık Tel Rıfat diyor ise bu da çok berbat bir oyun!

Terör sınır içerisine girmek istiyor… Gaziantep’in Karkamış ilçesine sabah saatlerinde Suriye tarafından atılan 5 havan mermisi düştü. Valilik açıklaması: “Karkamış ilçesinde 11.10.2021 tarihi saat 03.30 sıralarında patlama sesleri duyulması üzerine yapılan incelemede bölgeye toplamda 3 mühimmat düştüğü tespit edilmiş; birinci mühimmatın, Karkamış ilçesi sınırlarında bulunan park alanında patladığı, ikinci mühimmatın, Karkamış ilçesi sınırlarında bulunan tren garı içerisindeki ağaca çarparak patladığı, üçüncü mühimmatın ise, Suriye Cerablus sınırları içerisinde bulunan boş araziye düştüğü ve kısmen patladığı tespit edilmiş ve yerel unsurlarca muhafaza altına alınmıştır. Patlama gerçekleşen bölgelerin çevresinde küçük çaplı maddi hasar oluştuğu, ölü veya yaralı olmadığı anlaşılmıştır. Söz konusu tahkikatta mühimmatların gümrüğe yakın bölgede bulunan PYD bölgesinden atılmış olabileceği değerlendirilmekte olup, olayla ilgili araştırmalar devam etmektedir.”

Bir diğer saldırı Afrin’de oldu. PKK/YPG teröristleri Afrin’de düzenlenen bombalı saldırıda ilk belirlemelere göre 5 kişi hayatını kaybetti, 8 kişi de yaralandı.

İki gündür olan bu terör saldırılarındaki artışın anlamı ne? PKK/YPK Rusya ve rejim güçlerinin kontrolündeki alandan saldırılar yapıyor. Türkiye PKK/YPG terör örgütünün sınırından 30 km güneye kadarki (yaklaşık M4 karayolu) bölgeden uzaklaştırılması hususlarında hem ABD hem de Rusya ile Barış Pınarı Harekatı sürecinde mutabakat imzaladığı halde zaman içinde sonuç alamadı. Bu durumda teröristler Türk askerini bölgeye harekat yapması için tekrar çekmek istiyor olabilir. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri bölgeye operasyon için tekrar girerse karşısında ABD, Rusya, Esad, kısmen de olsa İran ve bunların sahadaki silahlı unsurlarının olma ihtimali vardır.

Karşı taraftan bakıldığında Türkiye hemen herkesi karşısına almış gibi görünüyor. Putin ve Esad İdlib konusunda Türkiye’ye bastırıyor, kendine tehdit gördüğü radikal unsurları kastederek, burayı boşaltsınlar, diyor. Biden geçtiğimiz gün Suriye’de Türkiye’yi tehdit gösteren bir mektup yayımladı. Olağanüstü Hal uzatması için sebep Türkiye gösterildi. Hatta Washington’da Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG, Türkiye’ye göre PKK/YPG teröristleri) siyasi kanadı şeklinde tarif edilen Suriye Demokratik Meclisi (SDM) temsilcilerini ağırladılar. ABD ve SDM ortak bir plan yapmış olmalılar. ABD, Esad ile görüşmeye hazır, Ürdün Kralı’nı devreye koydu. Bu oluşumlarda Türkiye yok. Bugün bir Astana süreci de yok. Soçi görüşmesi var, ama en azından İdlib için ne olacağı açıklanmadı. Hatta Cenevre’de Biden ve Putin ne konuştular sadece kendileri biliyor. Yukarıdan aşağıya bilinmezlik var. Karşıdan bakılınca Türkiye bölgede kendi başına kalmış görünüyor ise PKK/YPG bu durumu kendi lehine okuyor olabilir. Teröristleri cesaretlendiren başka konjonktürel konular da var: Fransa ve Yunanistan birlikte Türkiye aleyhine tutum sergiliyor, ABD ve Yunanistan savunma anlaşmasını yenilediler. Bir de İdlib’den olabilecek yeni göç tehdidi var tabii.

Bu durumda önümüzdeki günlerde Türkiye bir hamleyle kendi pozisyonunu net bir biçimde gösterebilir.

Nitekim akşam saatlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle dedi: “Fırat Kalkanı Harekatı bölgesinde polislerimize yönelik son saldırı ve topraklarımızı hedef alan tacizler artık bardağı taşırmıştır. Suriye’den ülkemize yönelik saldırıları bertaraf etmekte kararlıyız. Artık tahammülümüz kalmamıştır. En sıra sürede gereken adımları atacağız.

Neden Kırılma diye bir yazı yazmaya başladığımı şimdi daha iyi anlatmış oluyorum…

Terör konusundan başka alınan haberler şöyle: Domatesi yapay zekalı robotlar topluyor, verim %30 artıyor. Çin yapay zeka üretimiyle ABD’yi geçecek… Rekabet teknoloji alanında ilerliyor. Dördüncü Sanayi Devrimi’nin gereçleri üzerine üretimini hızla değiştirenler bir adım öne geçiyorlar.

Amerikan Hava Kuvvetleri’nin yazılım sistemlerinden sorumlu şefi Nicolas Chaillan istifa etti. Chaillan, ABD’nin Çin’e karşı yapay zeka savaşını kaybettiğini öne sürdü. Amerikan ordusunun teknolojik dönüşümünün çok yavaş ilerlemesini protesto etmek için bu kararı aldığını söyledi. İngiliz Financial Times gazetesine konuşan Chaillan, ABD’nin, Çin kaynaklı siber ve diğer tehditlere yanıt vermekteki başarısızlığının çocuklarının geleceğini tehlikeye attığını savundu. Chaillan’a göre Çin, yapay zeka ve siber kapasite gibi alanlarda çok başarılı. Bu nedenle küresel düzeyde hakimiyet kurma yolunda ilerliyor. Yeni teknolojilerin ABD’nin geleceği için büyük bütçeli beşinci nesil F-35 savaş uçaklarından çok daha kritik önemde olduğunu vurgulayan Chaillan, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çin, gelecekte dünyayı domine edecek. Medyadan jeopolitiğe her alanda bu durum değişmeyecek. Bazı hükümet birimlerinde ABD’nin siber savunması anaokulu düzeyinde.”

Chaillan neden istifa etti, beklentisi neydi, bunlar tartışılır konular. Ancak bir gerçek var, Çin, Dördüncü Sanayi Devrimi ürünlerinin hepsine büyük bir gayret ayırıyor. Siber ve uzayda çok büyük çabaları var. Bunlara yoğunlaşırken, maddi (insan, yetişmiş insan, vs.) gücünü ve istihbarat faaliyetlerini kullanıyor.

Çin Havacılık ve Uzay Bilim ve Teknoloji Kurumu (CASC) tarafından sürdürülen faaliyetler üst seviyededir, kısa zamanda önemli adımlar atmıştır. China Daily’nin 1 Temmuz 2019’da verdiği habere göre, Çin’in 2021’e kadar 192 uzaktan algılama uydusundan oluşan bir takımyıldızı programını başlatmayı planladığı bildirilmişti. sanırım bugün bu program tamamlanmak üzeredir. Böylelikle Çin, Yapay Zeka (AI) teknolojisiyle hazırlanmış yeni versiyon uyduları uzaya gönderiyor. Anladığım şu, ABD’nin programına karşı, her ne kadar pahalıya mal olsa da Çin, yörüngede askeri pozisyon alma sürecinde geri kalmamak ve hatta yapabilirse öne geçmek için kendi programını sürdürüyor. Yeni uydular çoklu çözünürlüklü algılayıcılara sahip.

Ayrıca Çin’in teknolojik olarak çokça dikkat çeken, Tiangong-2 Uzay Laboratuvarı tarafından geliştirilen bir projesinden bahsetmeliyiz. Kuantum teknolojisiyle çalışan, uluslararası açılımı da olan “Quantum Experiments at Space Scale” olarak bilinen bir projesi Micius uydusu var. Bu konu 5G, Kuantum ve Yapay Zeka teknolojisi ile yeni nesil bir ağ oluşturmakla ilgili projedir. Uzmanlarca, yerdeki kabiliyetlerle uzaydaki kabiliyetler ortak çalışma programına sahip olacak ve buna katılmayan bir gömlek geride kalacak, deniyor. Bunun ne önemi var? Eğer Çin bu teknolojiyi kendine göre dünyada belli bir coğrafyada kullanacak olur ise dünya uzaydan itibaren ikiye bölünmüş olacak. Bunlardan ilki Çin’in Micius ağına bağlı ülkeler, diğeri ise ABD ağına bağlı olanlar. Çin 6G’de de şimdiden ABD’nin önündedir.

Küresel yarışta başka bir haber daha var. Şöyle, İngiltere merkezli Ekonomik ve İş Araştırma Merkezi’nin raporuna göre Çin ekonomisi 2028’de Amerikan ekonomisini geride bırakacak. Çin’in koronavirüs ile mücadelede Amerika ve Avrupa’ya kıyasla daha başarılı oldu ve ekonomisine güç kattı. Raporda Çin’in virüsle mücadeleyi iyi yürüttüğü, 2020 yılında ekonomik durgunluğa girmediğine dikkat çekiliyor ve bu yıl %2 büyüdüğüne vurgu yapılıyor. Amerikan ekonomisi ise salgından en kötü etkilenen ülkelerden. Amerika’da virus nedeniyle 330 binden fazla insan hayatını kaybetti, yaklaşık 19 milyon da vaka var. Merkezin raporunda salgın ve bağlantılı olarak ekonomik sıkıntıların iki ülke arasındaki rekabette Çin’e yarar sağladığı kaydediliyor. Rapora göre 2021’de güçlü bir geri dönüşün ardından Amerikan ekonomisi 2022-2024 arasında yıllık %1.9 büyüyecek, bunun ardından gelecek yıllarda %1.6 büyüyecek. Çin ekonomisi ise 2025’e kadar yıllık %5.7 büyüyecek, 2026-2030 arasında ise yıllık %4.5 büyüyecek. Çin’in dünya ekonomisindeki payı 2000’de %3.6 olmuştu. Bu oran şimdiyse %17.8. Rapora göre Çin 2023 yılında “yüksek kazançlı ekonomi” olacak. Rapora göre ayrıca Hindistan 2030’da dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olacak.

Bütün kavga bu büyüme yarışından mı?

Peki terör de neyin nesi? Yapay zeka ile uğraşan insanın günlük yaşamında bu hiç oluyor mu? Bir terslik var! Araçlar, silahlar, elektronik sistemler, vs. geliştiriliyorken bir de bakıyorsunuz bir kent meydanında canlı bomba patlıyor, ortalık kan revan…

Stratejik düşünelim, sorun yaşayan iki ülkeden biri, kendi aralarında anlaşmayı istememek yoluylakazanç elde edebilir mi? Yunanistan’ın stratejisine bakılırsa sorunlu olduğu Türkiye ile karşılıklı oturup anlaşmaya varmadıkça, ancak bunun tersine ittifakını ABD, İsrail, Fransa, vs. ülkelerle yaparsa, sonuçta kazanan oluyor. Demek ki doğrudan sorunu çözmek değil, ittifakla güçlenmek, politik-diplomatik gücü artırmak ve zamana oynamak bir yöntem.

Yunanistan ve hatta Kıbrıs Rum Kesimi bir Avrupa Birliği (AB) ülkesi oldu. Doğu Akdeniz’de eksikleri olsa da Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmalarını Türkiye’den fazla imzaladı. Böylelikle Avrupa’nın egemenlik alanı Levant bölgesine dek ilerlemiş oldu. Yani Akdeniz bir anlamda “Avrupa gölü” oldu. Kazan-kazan bu demek olsa gerek!

Deniz Yetki Alanları (DYA) deyince şunu da bilmemiz gerekir, burada ülkelerin doğal haklarından bahsediyoruz. Karşı tarafın hakkını gasp etmek manası yok burada. Ancak şu var, sorunlu denizlerde iki karşı ülke kendi anlaşmalarını yaparlar. Türkiye kültürü ve hukuk geleneği gereği hak neyse o olsun der,ancak Yunanistan kendi kültürü ve hukuk geleneği gereği DYA için bir anlaşma yapacaksa denizi maksimum ölçekte kullanmak ister, sorun da buradan ortaya çıkar. O halde yeni bir şey yok!

Yunanistan Lozan Andlaşması (1923) gereği olanları yapmıyor, BM Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi gereği 1982 yılı sonrası hukuku işaret edilen DYA için mi anlaşma yapacak! Kara Suları, Kıta Sahanlığı, FIR, SAR, vs. hatlarda anlaşma olmamış, MEB’de mi anlaşma yapacak? Yapmaz! İşte Meis Adası için ortaya koydukları hukuk-garabeti ortada. Hesap bunun üzerine olmalıdır ve uluslararası sistemden yardım veya anlayış beklenmemelidir.

Aslında bunu ABD Çin’e karşı yapıyor: İttifak stratejisi işletiyor. O yapar da Batı kültürünü okuyan diğer ülkeler yapmazlar mı? Joe Biden sürekli ortaklıklarını geliştirmekle ilgileniyor: G7, NATO, AB, Dörtlü, AUKUS, TPP…

Costis P. Papadiochos ekathimerine (11.10.2021) gazetesinde yazıyor, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni onaylanan Yunan-Fransa anlaşmasını Ege’de veya Doğu Akdeniz’de gerilimi tırmandırarak test etme olasılığı, Atina’yı endişelendiriyor.

Diplomasi şöyle gelişiyor: Yaptığı doğru veya yanlış bakmıyor, bakılmayacağını da biliyor, o diplomatik hamle peşinde, Yunan tarafı Türkiye’den yana endişe duyuyor, ortaklarına gidip bakın ben haklıyım diyor. Fransa, Yunanistan’a fırkateyn ve Rafale veriyor ve Ege’de güç dengesini savaşmadan bir seviyeye getirdiklerini düşünüyorlar. Hiç değilse bu bile bir zaman kazandırıyor. Politik-diplomatik ortaklar sahada güç dengesini artırıyor.

Bu yetmedi mi, başka bir adım daha var. Yunanistan ve ABD, Karşılıklı Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nı (MDCA) beş yıl daha uzatıyor. Yunanlı taş attı da kolu mu yoruldu? Borç verilir, sonra defterden silinir…

Üstelik Joe Biden Türkiye’deki yönetime karşı duruyor, Yunanistan aleyhte ne denli propaganda yaparsa masada o kadar ilerleme imkanı buluyor. Sahada savaş gemilerinin dolaşması ikinci derecede önemli görülüyor. Bu durumda politika-diplomasi-propaganda (pdp) alabildiğine geçerli oluyor.

Türkiye ve Yunanistan 63. istişare toplantısını yaptı. Sonuçta ifade ettiğim tez doğru demek ki… 63 değil, Türkiye ile 163 toplantı yapmak ve sonuçta anlaşamamak zaten Yunanistan’ın işine geliyor. 1923’ten bu yana statüsü belli Ege’de anlaşma hilafına adım atan Yunanistan, sonuç ne? Bırakalım Ege’yi, Doğu Akdeniz’de Türkiye-Yunanistan arasında bir asır daha anlaşmalı bir zemin olmasın, ama Yunanistan diğer bütün ülkelerle anlaşmalı olsun, bu strateji ona daha çıkarcı gelmez mi? Hasmı Türkiye’nin anlaşmalarını görmezden gelmek, yok saymak, kusurlu göstermek bu işin anahtarı tabii.

Yunanistan uzun yıllar PKK terör örgütüne destek verdi, verecektir de. ABD, Fransa, Rusya, vs. ülkeler de PKK terör örgütünü bir aparat olarak kullanmaya devam ediyor. Ve bu sorunu Türkiye’nin sorunu şeklinde tarif etmekteler. Dahası var, Suriye ve diğer yerlerden alınan göç. Yunanistan çizgiyi çiziyor, sorunlu saha Ege denizidir, Avrupa bu hattan itibaren güvenliğini belirlemelidir, Ege’nin doğusu sorunludur, terör, göç, vs. Bunun üzerine Yunanistan AB’nin sınır muhafızı olarak hizmet verir.

Batı dünyasına karşılık bir politika olarak, Çin ile Türkiye yakınlaşması konusunu ileri sürenler olabilir. İşler tam tersine gelişiyor, Çin-Yunanistan alanını genişletiyor, Avrupa Birliği ülkelerinin kapısı konumundaki Pire Limanı’na Çin yatırımı artırılıyor. En azında şimdilik durum böyle. Çin Yunanistan’a yatırım yaptıkça ABD de yapmak istedi, işte kendiliğinden gelişen rekabetten Yunanistan’ın kazancı. Hem Çin için sorun yok, o İpek Yolu’nu canlandırmak istiyor. Türkiye’den alacağı avantajlı imkanlar olursa yatırım yapmaktan kaçınmaz, neticede batıya doğru ilerleme imkanı bulur, ticareti artar. Ortada Türk-Yunan sorunu varmış, pek bakmaz. Çin için ulaşılacak menzil Avrupa’nın kalbi ve hatta Atlantik kıyıları.

Papadiochos yazısında devam ediyor: “Üstelik Türkiye, Yunanistan’ın doğu Ege adalarının askerden arındırılması meselesini yeniden gündeme getirme yolunu seçmiş ve daimi temsilcisinin BM’ye yazdığı bir mektupta, silahsızlanmanın Yunan egemenliğinin bir koşulu olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir.

Anlaşılan “Yunan egemenliği” bahsi masada tutuluyor. Hatta buna Avrupa egemenliği konusu da eklenebilir, her ne kadar uluslararası hukuk bakımından AB dışarıda tutulur dense de. BM bu durumda ne diyebilir ki? Hem BM’nin bir karar organı olmadığı da açık.

O halde Türkiye hak ve egemenlik konusunu kendisi bulacak, başka yolu kalmıyor. Masada varılacak yol belliyse!..

Lübnan’dan bir olay! Lübnan’ın en önemli sorunlarından birisi de elektrik yok. Lübnan’a elektrik saatle veriliyor. Hatta bir ara Türkiye elektrik için destek vermiş idi. Halen Lübnan’da hayat felç. Bankalar, tedarik zincirleri çalışmıyor, halk perişan… Lübnan’da en çok satılan jeneratör ve yakıt. Bu sabah ülkenin güneyindeki Lübnan Devlet Elektrik Şirketi’ne ait Zahrani petrol tesislerine terör saldırısı olduğu haberi alındı, teyidi bekleniyor. Kime yarar bu saldırı? Lübnan halkına olmadığı açık. İran’a, ülkeyi yarı yarıya yöneten Hizbullah’a, tüm Levant kıyı şeridine yayılmak isteyen İsrail’e, Manda döneminde burayı yöneten Fransa’ya veya başkalarına yarar mı? İstikrarsızlık aranıyor denirse Lübnan zaten istikrarsızlık içinde ve hatta batık ülke sınıfında.

Terör ve terörist sözcüklerinden bıktım, yaz yaz bitmiyor! Irak Başbakanı Mustafa Kazımi, terör örgütü IŞİD’in öldürülen lideri Bağdadi’nin mali işler sorumlu yardımcısı Sami Jasim’i yakaladıklarını açıkladı. Jasim’in soğuk cüzdanında 100 milyon dolar olduğunu ifade eden haberciler var. Daha önemlisi Iraklı askeri yetkililer Jasim’in Türkiye’de yakalandığı bilgilerini sızdırdılar. Bu olay neden bu şekilde servis edildi, düşündürücüdür.

İyi de (sözde) lideri, yardımcısı, onun yardımcısı, sürekli öldürüldü haberleri geliyor, ama ABD Irak ve Suriye’de IŞİD ile mücadele için 522 milyon dolar harcıyor. Kime veriliyor bu paralar? Hem Jasim’in yakalanması konusu Irak’tan bildiriliyor.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

12 Ekim 2021/

Kırılma-6

Neomedyeval Savaş

ABD-Yunanistan Tatbikatı

Suriye’de terör

Irak seçim sonucu

G-20 Afganistan Zirvesi (video konferans)

Türkiye sınırlarını korumak istiyor. Sınırlarına yönelik tehdit dışarıdan geliyor. Terör ve göç tehdidi ülkenin sınır ötesinden, doğu ve güneydoğu kesimlerinden geliyor. Ülkenin hak ve menfaatlerine tehdit Ege ve Akdeniz’den gelmektedir ve bunu Yunanistan ile Kıbrıs Rum kesimi belirginleştirmektedir. Bunları ise Fransa ve ABD başta bazı ülkeler desteklemektedir. Riskler nasıl minimize edilir, sorunlar nasıl çözülür, bölgesel barış ve istikrardan nasıl bahsedilebilir? Bunlar istenirse olabilcek şeylerdir. Ancak günümüzde sadece Türkiye’nin bu bölgesinde değil, hemen her coğrafyada benzer biçimlerde gerçekleşmektedir. Terör, yani asimetrik savaş aparatları önde, zaman ve kaynak kaygısı olmayan başat güçler arkada, bu şeklinde bir politika sürdürülmektedir. Ben günümüze en yakışan tanımı Neomedyeval Savaş olarak yaptım. Neomedyeval Savaş (Yeni-Ortaçağ Savaşı) içinde her türlü baskılayıcı, bozucu, parçalayıcı yöntem var. Örneğin politikaya müdahale, propaganda, sosyo-ekonomik baskı, siber saldırılar, Hibrit Savaş yöntemleri vs. var. Olan bu! Tedbirler ve önlemler buna göre hesap edilmelidir. Uzun vadeli kazanımların peşinde koşulmalıdır, tepkisel plan ve uygulamalar sürekli ve aşındırıcı karşılıklar bulur.

Siyasi kriz yaratmak; Neomedyeval Savaş alt konularından biri de budur! Hedef ülkeye her bakımdan yüklenilir ve yapay gündemler siyaset sahnesine zerk edilir. Siyaset bunu alır ve kullanırsa sorun derinleşir. Bugün Türkiye’de siyasi kriz havası estirmek isteyenleri ben burada sıralamayacağım, ancak açık ki meşru siyasilerden bazıları dahi bu tür bir savaşın aparatı olarak iktidar yarışı içinde kendilerini haklı görebilmektedirler. Bu gibi konular döner ülkenin temel değerlerini ve nihayetinde halkı vurur. Benim duruşum ülkenin (vatanın) temel değerlerine ilişkindir. Dolayısıyla sadece bu konuyu bu hassasiyetle işaret etmek isterim.

Dün gece ABD doları karşısında TL gerilemesine devam etti. Aşağıdaki tabloda 5 yıllık eğri ve 1 dolar 9.0019 olarak gösterilmektedir. Beklenti ise eğilimin bu yönde devam edeceği şeklindedir.

Türk ekonomisinin dövizle ve enflasyonla olan sorunu yeni değildir. Benim burada ekonomi hakkında bir açıklama yapmaktan ziyade durum tespitidir. Bugün durum budur! Eğer kırılma diye ifade ettiğimiz bu dönemin öyküsünde bu tip bir gelişme varsa bunu da vermemiz gerekir.

Savunma konusuna dönelim. Bugünün haberi şöyle: ABD Hava Kuvvetleri’ne bağlı 336. Filodan 15 adet F-15E savaş uçağı ve bunlara ait yer sistemlerini taşıyan C-17 kargo uçakları Yunanistan, Larissa Hava Üssü’ne intikal etti. ABD Hava Kuvvetleri’nin yaptığı açıklamaya göre uçaklar, ABD’nin Avrupa-Afrika Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın öncülüğünde düzenlenecek Castle Forge (Kale Oluşturma) tatbikatına katılacaklar. Castle Forge tatbikatının, ABD’nin Karadeniz bölgesinde kolektif savunma stratejisine yönelik, NATO müttefikleriyle birlikte çalışabilirliği artıracak şekilde tasarlandığı ve müşterek kuvvetlerin kriz zamanlarında esnek bir şekilde karşılık verme becerisini geliştirmek üzere tasarlandığı belirtildi. Tatbikata ev sahibi Yunanistan ve ABD’nin yanı sıra Romanya, Bulgaristan ve Kanada’nın katılacağı kaydedildi.

Yunan ordusundan yapılan açıklamada ise bu uçakların tatbikattan daha fazlası için ülkede olduğu belirtildi. Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı açıklamasında, ABD F-15 uçaklarının “Gelişmiş savunma ve agresif havacılık taktikleri, müşterek terminal taarruz kontrolörü (JTAC) ile hava desteği, hava muharebe, koruma, karada ve denizdeki hedeflere taarruz ve donanmaya taarruz desteği konularında” Yunan ordusu ile eğitim yapacağı kaydedildi.

Bu tür tatbikatların birçok nedeni vardır. Orta eğitim yapmak amaçlardan biridir. Diğeri de ittifak içinde olduğunu birilerine göstermek istemektir. ABD ve Yunanistan bu konjonktürde kime güç gösterisi yapar? En temel şekliyle ABD, Rusya’yı gözetir. Nitekim NATO denmekte ancak Türkiye bu tatbikata dahil edilmemektedir. (Bundan önce NATO’nun Defender Europe 2021 Tatbikatı’na Türkiye az sayıda birlikle katıldı.)

Ancak Yunanistan ABD’nin amacına ilave Türkiye’yi de göz önünde bulundurur. Bu tatbikatın planlı olduğu açıktır. Planlı tatbikatlar iki veya daha fazla ülke katılımı söz konusuysa Savunma ve İşbirliği Anlaşması doğrultusunda gerçekleştirilir. Burada esas anlaşma NATO’dur. İlave bir durum da söz konusu olabilir; böylesi bir durumda Atina ve Washington’un Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması’nın (MDCA) yenilenmesi söz konusu olmaktadır. ABD, Dedeağaç, Sauda ve Pire’de askeri tesislere yeni ilaveler yaparak Yunanistan’da daha ileri konuşlanma pozisyonunu tercih etmiştir.

Türkiye ise Ege’de (Adalar Denizi) bir NAVTEX ilan ederek sismik arama yapacaktır.

Irak erken genel seçimlerinin galibi Şii Sadr, Sünniler ve KDP, kaybedenler ise İran oldu. Meclis sandalye dağılımı şöyle:

Gelişmiş 20 ülke liderlerinin sanal ortamda biraraya gelecekleri G-20 Olağanüstü Liderler Zirvesi bugün yapılıyor. Toplantının ana gündem maddesi, Afganistan’daki insani ve ekonomik kriz olacak. Liderler ayrıca Afganistan’da Taliban’ın idareyi ele almasının ardından ortaya çıkan güvenlik kaygılarını da masaya yatıracak. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres yaptığı açıklamada, Afganistan’da dünyanın adım atmak için zamanı kalmadığına ve mutlaka harekete geçilmesi gerektiğine dikkat çekti. BM Genel Sekreteri, Afganistan’da bankaların kapandığını, sağlık hizmeleri ve diğer hayati önem taşıyan hizmetlerin sunulamaz hale geldiğini söyledi ve Afgan halkının en az yarısının bu durumdan doğrudan etkilendiğini söyledi. Guterres, “Taliban’ın davranışları nedeniyle tüm Afgan halkı cezalandırılamaz,” diye konuştu. Taleban yönetimi devralmadan önce Afganistan harcamalarının yüzde 75’ini uluslararası yardımlar sayesinde yapabiliyordu. Uluslararası kamuoyu Taliban yönetimini tanımaması nedeniyle bu destekleri kesti. Ayrıca başta ABD olmak üzere uluslararası finans kurumları da Afganistan’ın yurtdışındaki mali varlıklarını dondurma kararı almışlardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan zirvede konuştu. Erdoğan, konuşmasında Afganistan’daki gelişmelerin göç riskini artırdığına dikkat çekerek, Türkiye’nin Afganistan kaynaklı yeni bir göç yükünü taşıyamayacağını söyledi. Cumhurbaşkanı, 3,6 milyonu Suriye’den gelenler olmak üzere yaklaşık 5 milyon yabancıya ev sahipliği yapan Türkiye’nin, Afganistan kaynaklı yeni bir göç yükünü taşıyamayacağını belirterek, şunları söyledi: “Türkiye’nin güney ve doğu sınırlarından maruz kalacağı göç baskısından Avrupa ülkelerinin de etkilenmesi kaçınılmazdır. G-20’nin küresel ekonomiye yansımaları da akılda bulundurularak göç ve zorla yerinden edilme konularını gündeminde tutmasını bu bakımdan zaruri addediyorum. Bu küresel soruna sistematik bir bakış açısının getirilebilmesi maksadıyla G-20 bünyesinde bir çalışma grubu oluşturulmasını öneriyorum. Türkiye olarak bu grubun başkanlığına da talibiz. Endonezya dönem başkanlığında bu alanda somut adımlar atmak için ciddi fırsatlara sahip olduğumuza inanıyorum.” Halihazırda Türkiye’de burslu olarak 1100 Afgan öğrenci okuduğunu kaydeden Erdoğan şunları kaydetti: “Geçmişten bugüne burs verdiğimiz toplam Afgan öğrenci sayısı 10 bini aşmıştır. Afganistan’da bu desteğimiz devam etmektedir.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü New Price, “NATO müttefikimiz Türkiye’ye sınır ötesinden yapılan saldırıları kınıyoruz. Suriye’de öldürülen ikiTürk polisinin ailelerine başsağlığı diliyoruz. Türkiye bizim önemli bir NATO müttefikimiz,” dedi.

Gece 23:30, Türk askeri ve Suriye Milli Ordusu birliği Ayn İsa bölgesinde ve M4 güzergahında bulunan PKK terör hedeflerini tekrar vurmaya başladı. Bu hat uzunca süredir ateş altında tutuluyor.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

13 Ekim 2021/

Kırılma-7

Suriye’de yeni asimetri ve muhtemel harekatın özellikleri

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Terör ve Suriye konulu açıklaması

ABD ve Rusya Suriye’de Türkiye’nin fiili komşularıdır.

Asimetrik Savaş konusunu tartışırken örneğin terörizmin bir asimetrik unsur olduğuna dikkat çekilir. Ancak asimetri her alanda hesaba katılabilecek bir tabirdir. Nükleer güce sahip olamla olmayan ülke asitlik durumdadır. Bu itibarla Suriye’de PKK/YPG tehdidi bir asimetrik hesap içinde değerlendirilmesi gereken olgudur, ancak eklemek gerekir, Türkiye ve ABD’yi düşünürseniz burada da bir asimetri söz konusudur, zira ABD küresel bir başat güçtür.

Şimdi size yukarıda verilen tabloyu özetleyeyim:

Durum buysa Türkiye, Suriye ile olan sınırını korumak, teröristleri bertaraf etmek ve sığınmacıların ülkelerini sağlamak gibi önemseyeceği sorumlulukları yerine getirebilir görünüyor. Suriye’nin bölünüp bölünmemesi hususu ABD ve Rusya gibi başat güçlerin planlamasına dahildir. Ülke geneline yayılan haldeki teröristler bu başat güçlerin kontrolünde, gerçek bu. Suriye’de teröristleri bertaraf etmek için yapılabilecekler de sınırlı olmaya başlamıştır. Bu sınır derinlerde değildir. Derinlere sınırlı özel harekat yapılabilir ama bu da gerektiğinde uygulanır ve bu bitirici hamle değildir. Yeni asimetri hali ancak bunu gerektirir.

Peki Türkiye kendi sınırını korumak, teröristleri bertaraf etmek ve sığınmacıların ülkelerini sağlamak ne yapar? İstediğini. Ancak bir harekat yapacaksa sahasına göre ABD veya Rusya’ya haber verir ki tehlikeli bir durum olmasın. Yine de her şey sahada meydana gelir, planlarsınız, istenmeyen bir durum olur ve harekatı geliştirir veya yönünü değiştirirsiniz. Eğer Rusya ve ABD kendi çıkarları için birilerini, Esad’ı veya teröristlerden bazılarını, korumak istiyorsa dolaylı da olsa sahayı kontrol etmesi gerekir. Her ne kadar Türkiye harekat yaparken karışmıyorlar ve kendi askerlerini koruyorlarsa da Suriye’ye fiilen yerleşmiş başat güçler olarak her şeyi kontrol etmek isterler. ABD ve Rusya ile karşılıklı gelinmez, sıcak temas olmaz, ama arka kapı diplomasisi ile sürekli mesaj iletirler. Bu durumda, sivilleri koruyacaksınız, birilerinin nasırına basmayacaksınız ama gerekeni de yapacaksınız. İşte günümüz operasyonlarının en belirgin zorluklarını ve özelliklerini belirleyen unsurlar da bunlardır. Aynı zamanda bunlar asimetrik savaşın özellikleridir.

Ankara’ya bir ziyarette bulunan Nikaragua Dışişleri Bakanı Denis Moncada Colindres ile ortak basın toplantısı düzenleyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, son dönemde Fırat Kalkanı bölgesinde Türk asker ve polisinin hayatını kaybetmesine yol açan saldırılarla ilgili konuştu. Çavuşoğlu, “Teröristlerin temizlenmesi için gerekeni yapacağız,” dedi. Barış Pınarı Harekatı zamanında yapılan mutabakatları hatırlattıktan sonra Çavuşoğlu, “Saldırılarda Rusya’nın da ABD’nin de sorumluluğu var, ABD ve Rusya bize verdiği sözü tutmadı, güvenlik için gereğini yaparız,” şeklinde ekledi.

Çavuşoğlu’nun konuşmasını ayrıntıyla yazalım: “PKK/YPG terör örgütünün Suriye’de saldırılarını artırdığını görüyoruz. Operasyonlarımız öncesi terör örgütü Suriye’nin bu bölgesinden bizim topraklarımıza saldırıyordu. Son zamanlarda bu tür saldırıları da görmeye başladık. Şimdi PKK ve YPG’nin Türkiye’ye roket atma menzili yaklaşık 30 km. Fırat Kalkanı ve Kuzeydoğu Suriye bölgesinde diğer harekatlardan sonra ABD ve Rusya ile birer mutabakata varmıştık. Her iki ülke de bu bölgedeki teröristleri en az 30 km güneye çıkartacaklardı. Rusya, Tel Rıfat bölgesinde ve Münbiç bölgesinde PKK’lıları da buradan uzaklaştıracaktı. Bu sözler maalesef tutulmadı. Bu bölgede sivillere yönelik de bize yönelik yapılan saldırılarda Rusya’nın da ABD’nin de sorumluluğu var çünkü sözlerinde durmadılar. Bu teröristler burada olduğuna ve saldırılarını artırdığına göre bizim de yapmamız gereken şey nedir? Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek. Bu bölgelerden bu teröristlerin temizlenmesi için ne gerekiyorsa yapacağız. ABD kınama açıklaması yapıyor. Peki bu silahları kim veriyor? Kim eğitiyor bunları? Sen silah veriyorsun, sen eğitiyorsun, sonra da göstermelik bir kınama açıklaması yapıyorsun. Burada samimiyetsizlik apaçık ortadadır. O nedenle, bunlar da sözünde durmuyor, biz kendi güvenliğimizi için gerekeni yapacağız. Aslında PKK/YPG’ye yönelik yapacağımız her hamle, tıpkı DAEŞ’e yönelik yaptığımız gibi, Suriye’nin sınır ve toprak bütünlüğü için de önemli. Bu konuda son derece kararlıyız, yapmamız gereken ne varsa yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.

Çavuşoğlu Afganistan konusuna da değindi. Afganistan’da insani yardımlar için angajmana girilmesi gerektiğini belirten Çavuşoğlu, sistemin çökmesi durumunda “bundan terör örgütlerinin yararlanacağını” savundu. IŞİD-Horasan örgütünün yaptığı saldırıları hatırlattı. Böyle bir kriz durumunda da milyonlarca Afganın göç edeceğini ve yeni bir göçmen kriziyle karşı karşıya kalınacağı konusunda uyarıda bulunan Çavuşoğlu, kapsayıcı bir yönetim oluşturulması ve istikrarın sağlanması için “Taliban yönetimine telkinlerde bulunduklarını” söyledi. Çavuşoğlu, dört ya da beş dışişleri bakanının yakın zamanda “Bunları yerinde görme, nasıl bir angajmana girileceğini görme açısından ve Taliban’a telkinlerimizi söylemek adında” Afganistan’ı ziyaret edeceklerini söyledi.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

14 Ekim 2021/

Kırılma-8

Taliban heyeti Türkiye’de

Esad geri mi döndü?

ABD ve Yunanistan Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması’nın imzalanması

Savunma Bakanı Akar, Suriye ve Terör konusunda aşıklamalarda bulundu

Lübnan’da terör ve Hizbullah

Afganistan’dan Taliban heyeti dün gece saatlerinde İstanbul’a ulaştı, bugün Ankara’da Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüşüyorlar. Görüşmelerde Afganistan’daki son durumun yanı sıra Türkiye’nin Afganistan’a gerçekleştirdiği insani yardımlar, Taliban’ın Kabil Havalimanın işletilmesi için teknik destek talebi gibi başlıkların görüşülmesi bekleniyor. Ama öncesinde Taliban’ın kendini anlatması ve bazı güvenceler vermesi gerekiyor. Bu Ankara’nın Taliban ile resmi ve ciddi ilk görüşmesi oluyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, önceki gün yaptığı açıklamada, “Önümüzdeki süreçte bazı bakanlarla birlikte Kabil’e gitmeyi düşünüyoruz,” demişti.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu heyeti kabul etti. Çavuşoğlu şöyle dedi: “(Taliban’la görüşme) Kendileri bizden özellikle insani yardımlar, oradaki yatırımların devam etmesi konularında ricalarını iletti... Kızların eğitimi ve kadınların iş hayatında çalışabilmesi konusundaki tavsiyelerimizi bugün bir kere daha paylaştık… Her şeyden önce ülkenin birliği beraberliği için kapsayıcı olmaları gerektiğini bugün bir kere daha söyledik… Taliban yönetimi eğer bunlar (Afgan göçmenler) ülkelerine dönmek isterlerse ellerinden gelen desteği vereceklerini söylediler.

Bu suretle Taliban ile Türkiye angajmana girdi, henüz tanıtma söz konusu değildir.

Newsweek dersinin kapak resmi bizi şaşırtmadı. Kapakta Esad geri döndü, diyor. Öyleyse soralım, ABD ve Rusya Suriye konusunda anlaşmaya mı vardı?

Bu nasıl olur demeyelim. ABD, Ürdün Kralı 2. Abdullah’ı boşa memur etmedi. Yakın zamanda Cenevre’deki Suriye anayasasını yeniden yazmaya çalışan ama bir süredir işlevsiz kalan 150 kişilik seçilmiş gruptan emare alırız. Anlaştık, yazın derler, olur. Ne yazarlar sizce? Özerk bölgeleri olan bir Suriye olabilir mi?

ABD-Yunan Savunma İşbirliği Antlaşması bugün yeniledi. İki ülke 1990’da başlatılan Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması’nı (MDCA) bugüne dek işletmişlerdi. Bunun 5 yıl süreyle uzatılacağı konusunda yeni anlaşma imzaladılar. Anlaşmaya ilave maddeler de eklendi. Yunanistan, 4 yeni bölgedeki askeri tesisin kullanımını ve altyapılarının inşasını ABD’ye veriyor. ABD, Doğu Akdeniz’de Girit-Sauda’daki ve Trakya-Dedeağaç’taki askeri varlığını ciddi şekilde güçlendirecektir, Pire’de donanmasını onarabileceği tesisleri geliştirecektir. Bu anlaşmanın ön çalışmalarını Donald Trump zamanında yapmışlardı.

Anlaşma, ABD Dışişleri Bakanı Blinken ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias tarafından imzalandı. Dendias, isim vermeden Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’yi eleştirdi, “haklarımızı savunacağız,” dedi. ABD Dışişleri Bakanı Blinken şöyle dedi: “Yunanistan’ın bu denli güçlü ve güvenilir bir müttefik olması nedeniyle minnettarız. Yunan askerleri Afganistan’da cesurca savaştı. Yunanistan, bölgede istikrarın dayanağıdır.

Buradaki ayrıntılar şunlar, ABD Türkiye’ye güvenilmez, Yunanistan’a ise güvenilir müttefik diyor, bu bir. İkinci nokta, Dışişleri Bakanlarının görevi önce diplomasidir, ABD Dışişleri Bakanı Blinken gerçek görevini yapmaya koyulsa ve samimi olsa, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunları bir masa etrafında oturarak çözmeye çaba sarf edebilirdi. Bunun yerine Fransa ile beraber ABD silah vermeye gayret ediyor, hem de Dendias’ın NATO üyesi Türkiye’nin mütecaviz olduğunu iddia eden imalı konuşmasına bir itirazı olmadan.

Anlaşma neleri ön görüyor? ABD-Yunanistan Savunma İşbirliği Anlaşması uyarınca Yunanistan, Türkiye sınırındaki Dedeağaç Üssü ve Girit Adası’ndaki Suda Üssü de dahil olmak üzere, ülkedeki Amerikan üslerinde daha fazla ABD askerinin konuşlandırılmasına izin verecek. Yenilenen anlaşma ile ABD, Yunan askeri üslerine de erişim hakkına sahip olacak. ABD güçlerinin Yunanistan’da tatbikat yapacağı bölgeler genişletilecek. Yunanistan son dönemde F-16 savaş uçaklarını ve Sikorsky helikopterlerini yenilemişti. Atina yönetimi ayrıca, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldığı için çıkarıldığı F-35 savaş uçağı programına dahil olmak istediğini açıklamıştı.

Yunanistan geçen ay da Fransa’yla savunma işbirliği anlaşması imzalamıştı. Anlaşma, taraflardan birinin saldırıya uğraması halinde diğer ülkenin askeri yardımda bulunmasını öngörüyor. Yunanistan ayrıca Fransa’dan 3 milyar euroya 3 Fırkateyn satın alacak.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Yunanistan’da özellikle son dönemlerde bazı ülkelerin teşvik ve kışkırtmalarıyla bazı anlaşmalar yapmak suretiyle bir silahlanma sevdası başladı. Bu tür girişimlerle Türkiye’ye karşı üstünlük sağlayamazsınız, bu gayretten vazgeçin” demişti.

Türkiye, 8 Haziran 1995’te aldığı kararla, Yunanistan’ın 31 Mayıs 1995’te aldığı karasularını 6 milden 12 mile çıkarma kararını uygulamasını, “casus belli” savaş nedeni sayacağını ilan etmişti.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Milli Savunma Üniversitesi’de açıklamalarda bulundu. Akar, dünyada ve bölgede savunma ve güvenlik konuları başta olmak üzere ciddi gelişme ve değişimlerin yaşandığını belirtti. Bunları yakından takip ederek her türlü tedbiri aldıklarını ifade eden Akar, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde uluslararası ortamda bir özne haline geldiğini söyledi. Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde, Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta tüm gelişmeleri yakından takip ettiklerini vurgulayan Akar, “Aldığımız raporlarla anlık takip ediyoruz. Hak ve menfaatlerimizi korumak ve kollamak için yapılması gereken ne varsa, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bugüne kadar yapıldığı gibi, yeri ve zamanı geldiğinde aynı şekilde yapılacak. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Herhangi bir şekilde taviz, mücadeleden vazgeçmek gibi bir şey asla söz konusu değil. Asil milletimizin hakkını, hukukunun her bir zerresini korumak bizim boynumuzun borcu. Bununla ilgili yapılması gereken ne varsa bugüne kadar yaptık, yapmaya devam edeceğiz,” dedi.

Suriye’nin kuzeyine ilişkin ABD ve Rusya ile yapılan mutabakatları hatırlatan Akar, şunları söyledi: “Türkiye olarak biz mutabakatlarda üzerimize düşen ne varsa bunları ciddiye alıyor ve dikkatle uyguluyoruz. Oradaki sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz. Aynı şekilde Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta iyi komşuluk ilişkileri içinde, uluslararası hukuk çerçevesinde bize düşen ne varsa bunları yapıyoruz. Biz barıştan, diyalogdan, konuşma, görüşmeden yanayız. Diğer taraftan da hiçbir oldubittiye izin vermeyeceğimizi söyledik, söylemeye devam ediyoruz. Bu konuda azimliyiz, kararlıyız ve buna da muktediriz.

Doğu Akdeniz’de son dönemdeki gelişmelere de değinen Akar, şu açıklamalarda bulundu: “Avrupa’daki bazı ülkeler boyunu ve gücünü aşan bir şekilde Doğu Akdeniz’de rol kapmaya çalışıyor. Bu işler onları aşar. Bunlarla bir yere varılamayacağını bilmeleri lazım. NATO bir savunma örgütü. Burada müttefikler varken bunun içindekilerin ayrıca ittifaklar yapması hem AB’nin savunma gücünü hem de NATO’yu bölecek. Bunu görüyorlar. Fakat bazı ülkeler egolarından veyahut başındakilerin siyasi ihtirasları nedeniyle bunlara dikkat etmiyor hem NATO hem AB’ye zarar veriyor hem de tüm Avrupa’nın güvenliğini tehlikeye atıyorlar.

Akar, Türkiye’nin tüm komşularının sınırlarına ve egemenlik haklarına saygılı olduğunu belirterek, “Diğer taraftan da ülkemizi korumak bizim boynumuzun borcu. Orada teröristler varsa eğer siz de onlara herhangi bir işlem yapamıyorsanız biz yapmak zorundayız. İnşallah 40 yıldan beri devam eden bu terör belasından ülkemizi, milletimizi kurtarmakta kararlıyız. Diğer taraftan siz binlerce kilometreden bizim güneyimize gelecek, bazı eylemlerin güvenliğinizi tehdit ettiğini söyleyeceksiniz, biz sınırlarımızın dibindeki oluşumlara bigane kalacağız. Böyle bir şey düşünülemez. Orada herhangi bir şekilde terör koridoru oluşturulmasına izin vermedik, vermeyeceğiz. Onu yapmaya çalışan PKK/YPG’li teröristleri kazdıkları çukurlara gömdük,” açıklamalarında bulundu.

Terörle mücadelede 24 Temmuz 2015’ten itibaren yeni bir sürecin başlatıldığını, yeni konsept kapsamında teröristlerin kaynağında etkisiz hale getirildiğini dile getiren Akar, “Terörist neredeyse hedefimiz orası,” diye konuştu. “PKK eşittir YPG” ifadesini kullanan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tek hedefinin teröristler olduğunu vurgulayan Bakan Akar, “24 Temmuz 2015’te başlayan terörle yoğun mücadele kapsamında bugüne kadar 18 bin 609 terörist etkisiz hale getirildi. 1 Ocak’tan itibaren ise etkisiz hale getirilen terörist sayısı 2 bin 201 oldu,” dedi.

Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta Şii Emel Hareketi ve Hizbullah destekçilerinin üzerine ateş açıldığı, olayda 6 kişinin öldüğü ve 16 kişinin yaralandığı bildirildi.

Hizbullah ve Emel Hareketi destekçileri, Beyrut Limanı’nda geçen yıl meydana gelen patlamayı soruşturan hakim Tarık el-Bitar’ın yerine başkasının atanması talebiyle Beyrut Adalet Sarayı önüne doğru yürüyüş için toplandı. Beyrut Adalet Sarayı’na doğru yürüyüşe geçen göstericilerin Et-Tayyuna mevkiine geldiği sırada bazı binaların üzerinden keskin nişancılar tarafından ateş açıldı, ayrıca Lübnan İçişleri bakanı havadan 4 bomba atıldığı da söylendi.

Beyrut Limanı’nda 4 Ağustos 2020’de patlayıcı maddelerin bulunduğu bir depoda önce yangın çıkmış, ardından tüm kenti sarsan çok güçlü bir patlama meydana gelmişti. Patlamada 200’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiği, 6 binden fazla kişinin yaralandığı ve 300 bin kişinin patlama nedeniyle yerinden olduğu açıklanmıştı.

Şii Emel Hareketinden milletvekilleri Ali Hasan Halil ve Gazi Zuaytir’in avukatları, önceki gün soruşturmayı yürüten hakim Bitar hakkında “görevden alınma” talebiyle dava açmıştı. Avukatlar, Bitar’ı “Beyrut Limanı patlamasıyla ilgisi olmayan isimleri suçlayarak fitne çıkarmakla” suçluyor. Bitar ise hakkındaki “görevden alınma” talebi öncesinde, son duruşmaya katılmayan Ali Hasan Halil hakkında gözaltı kararı çıkarmıştı. Şii Emel Hareketi ve Hizbullah’a mensup bakanlar, hakim Bitar’ın yerine soruşturmaya başkasının atanmasının ısrarı üzerine oluşan gerginlik nedeniyle dün Bakanlar Kurulu toplantısı yapılamamıştı.

Bu bir provokasyon olabilir ve bundan Hizbullah yararlanmış olabilir. Eğer böyleyse Hizbullah’ın kendi taraftarlarına ateş açması gerçekten vahim bir tablo.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

15 Ekim 2021/

Kırılma-9

ABD ve Yunanistan Stratejik Diyaloğu

Afganistan’da terör eylemi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları (Suriye, terör, Afganistan)

Irak, Süleymaniye’de hava operasyonu

Suriye, İdlib’te TSK araçlarına bombalı saldırı

ABD tarafından, Üçüncü Amerika Birleşik Devletleri ve Yunanistan Stratejik Diyalog Üzerine Ortak Açıklama (Joint Statement on Third United States – Greece Strategic Dialogue), 14 Ekim 2021, yayımlandı.[1] Bu diyaloğun açıklamasını, Türkiye’ye ve bölgeye yansımasını inceleyelim.

ABD ve Yunanistan, 14 Ekim 2021’de Washington DC’de 3. ABD – Yunanistan Stratejik Diyaloğu’nu gerçekleştirdi. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ve ABD Dışişleri Bakanı Antony J. Blinken, Stratejik Diyaloğu gerçekleştiren bakanlar oldu. Stratejik Diyalog, ABD ve Yunanistan arasındaki derinleşen işbirliğinin altını çizmektedir. Açıklama şöyledir: “Bu yıl, Yunanistan’ın modern bir Avrupa devleti olarak 200. yılını işaret etmektedir ve hem ABD hem de Yunanistan, ortak değerlere ve çıkarlara dayalı, her zamankinden daha güçlü bir ikili ve transatlantik ilişkiyi vurguluyor ve aşağıda açıklanan alanlarda işbirliğini geliştirme iradesini yeniden teyit ediyor.

Yayımlanan bilgi notuna bakıldığında ABD, bölgesel “çıpa” ülkesi olarak Yunanistan’ı seçmiştir. Bu bölge Doğu Akdeniz, Batı Balkanlar, Avrupa ve Transatlantik’ten oluşur. ABD Yunanistan’daki varlığıyla bahsedilen bu bölgede ve aynı zamanda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da (MENA), Rusya ve Çin’in bölgedeki çabalarında ortak hareket edecektir.

ABD açısından Yunanistan’ın bölgesel önemi ve bu bağlamda asıl rakipleri olan Rusya ve Çin’in metinlerde adının geçmesi önemlidir.

Diyalogda konu edilen, kurallara dayalı sistem, insan hakları, uluslararası hukuk, istikrarı bozan eylemlerden kaçınma, diplomasi, iyi komşuluk, farklılıkların barışçıl çözümü, egemenlik, deniz hukuku, gerilimleri önleme ve bölgesel konulara saygı gibi ifadeler beni bir düşünceye itti; sanki ABD ve Yunanistan aslında Türkiye’ye karşı imalı bir yaklaşım içerisindeler. Tartışma götürür bir konu, egemenlik ve deniz hukuku vurguları bakımından ABD bundan böyle tamamıyla Yunan tezlerinin yanında olacak görülüyor.

Nitekim diyalog görüşmeleri metninde şöyle ifadeler var: “ABD, Yunanistan’ın istikrarı artırmak için Doğu Akdeniz’deki komşularıyla bağlarını derinleştirme çabalarını alkışladı. İki taraf, enerji sorunları, ekonomik kalkınma,terörle mücadeleve iklim krizi ve yakın zamanda bölgeyi etkileyen insani zorluklarla ilgili 3+1 formatı (Yunanistan, Kıbrıs, İsrail ve ABD) aracılığıyla işbirliğini güçlendirme isteklerini yineledi…

Bu ifadelerin öncüsü olarak görüşlerimi kronolojik olarak analiz ettiğim Türk-Amerikan İlişkilerine Stratejik Bakış başlıklı yazımda işaret etmiştim. ABD’nin Doğu Akdeniz’den ve Balkanlar’a uzanan hatta İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile bir kuşak oluşturması 2013 yılında netleşen bir konuydu. Bana göre bugüne dek ABD’nin bu ülkelerle olan yaklaşımları ve ortak politikaları hep bu doğrultuda gelişti ve dünkü diyalog toplantısı ve MDCA’da bu çerçevede gerçekleştirildi.

Doğu Akdeniz’de bölge ülkeleriyle (Suriye, Lübnan, Mısır, Türkiye, KKTC, Libya, Malta) ve Balkanlar’da Kosova, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile politikalar Yunanistan merkezli ama aslında 3+1 formatıyla geliştirilecektir. MENA ve Afganistan kaynaklı göç dalgalarına, sığınmacı ve mülteci sorunlarına karşı yine Yunanistan merkezli girişimlerle karşılık verilecektir.

ABD ve Yunanistan hakkındaki yeni vizyonun belirginleştirildiği bu diyalog toplantısına bütün bakmadan sadece Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması’nda (MDCA) çerçevesinde bakanlar oldu. Aslında tümü anlaşılmadan MDCA’nın okunması pek bir şey açıklamaz.

Bundan böyle jeostratejik bir çözümleme yapmadan önce ABD için Yunanistan’ın çıpa ülke, güvenilir ortak, stratejik ortak ve hakiki müttefik konumunda olduğunu kabul etmek gerekir. Savunma işbirliği bu manada değer kazanır ve geliştirilmesi söz konusu bir anlaşma olarak görülür. Elbette “bölgesel istikrar” gibi ifadeler metinlere girer. Ancak bu hususu iyi öğrendik artık; politik çıkar gereği bölgesel istikrarsızlıkları üretmek ve yönetmek için çıpa ülkeler üzerinden hareket edilir ki asıl amaç hasıl olsun. ABD savunma işbirliğini bu politik yaklaşımla nasıl İsrail ile tamamladı ise Yunanistan ile de geliştiriyor, olay budur. Sonra ifadeler peşi sıra metinlere girer: “Güvenlik, egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü korumak ve kollamak için karşılıklı olarak kesin kararlılıkları yenilemek.”  

O halde bu amaçlar için ne yapılmalıdır? Kararlılık tamam mı? Evet. Bu kararlılık anlayışıyla ikili ve çok taraflı tatbikatlar gerçekleştirilir, eğitim faaliyetleri sürdürülür, daha önce belirttiğim sahalarda işbirliğiyle çeşitli faaliyetler icra edilir, bunlardan bazıları sivil-asker işbirliği, bazıları ise ortak operasyon olabilir. Yine bahsettiğim gibi, Yunanistan merkezli bir bölgesel istikrar planı uygulaması söz konusu olacak ise ihtiyaçları da giderilir. Nedir bu ihtiyaçlar? Güçlü ve yetenekli ordu, modernizasyon programları, karşılıklı destek faaliyetleri (örneğin istihbarat) yürütülür. Silah sistem projeler neler? F-16, S-70B ve P-3B modernizasyonu. MH-60R denizaltı-savar helikopteri tedariki. F-35 projesine dahil edilmesine başlanması.

Not etmek açısından ifade edelim: Türkiye’ye verilmeyen F-35’ler Yunanistan’a verilecek. Türkiye’nin yeni başvurduğu F-16 modernizasyonunu ABD Yunanistan’a bu anlaşma hükmünce gerçekleştirecek.

Burada üslerin durumu ve geliştirilmesi bahsedilmemiş, ancak biliyoruz, Pire Limanı, Girit-Sauda Üssü, Dedeağaç Üssü ve Larissa-Stefanovikeio Üssü.

Her iki ülkenin “diyalog” çerçevesinde değindikleri diğer konu kolluk Kuvvetleri ve terörle mücadeledir. “Her iki taraf da organize suçlar, siber suçlar, karmaşık mali suçlar,kripto parabirimlerinin yasadışı kullanımı, kötü niyetli etki veterörle mücadeleiçin yakın işbirliğini sürdürmeye olan bağlılıklarını vurguladı. İki hükümet, karşılıklı adli yardım taleplerini ve iadeleri kolaylaştırmak ve ceza soruşturmaları ve iç güvenlik reformlarıyla ilgili operasyonları geliştirmek için kolluk kuvvetleri eğitimine devam etme konusundaki ortak çıkarlarını yeniden dile getirdi…

Başka konular da var; ticaret ve yatırım, enerji ve çevre, insani zorluklar ve afete hazırlık, insani ilişkiler. Bu konuların detayları için ilgili metne bakabilirsiniz. Yani iki ülkenin ortak çabası sadece savunma alanında değildir, İsrail ile neler düşünülüyorsa Yunanistan için de geçerlidir, hatta Kıbrıs Rum kesimi ile de. Bu jeostratejik bir vizyondur.

Afganistan’da Taliban’ın kalesi olarak bilinen güneydeki Kandahar vilayetinde bulunan Şiilere ait Fatımiyye Camisi’ne bombalı saldırı düzenlendi, en az 30 kişi hayatını kaybetti.

Öte yandan geçtiğimiz cuma günü de Afganistan’ıın kuzeyindeki Kunduz vilayetinin Sayed Abad bölgesinde Şiilere ait bir camiye, cuma namazı sırasında düzenlenen bombalı saldırıda 46 kişi ölmüş, 143 kişi yaralanmıştı. Camiye düzenlenen bombalı terör saldırısını terör örgütü IŞİD üstlenmişti. Associated Press’in (AP) haberinde, IŞİD’in Afganistan’ın kuzeyindeki Kunduz vilayetinin Sayed Abad bölgesinde Şiilere ait bir camiye düzenlediği terör saldırısında Şii Hazaraları hedef aldığını aktarmıştı.

Vladimir Putin Afganistan ve terör konusunda bir konuşmasında şunları söyledi: “Taliban’ı resmen tanımak için acele etmeye gerek yok. Afganistan’da 2 bin IŞİD militanı var ve liderleri diğer ülkeleri etkilemeyi planlıyorlar. Afganistan’daki durum endişeleri artırıyor. Orta Asya bölgesi için risk oluşturuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cuma namazı sonrası İstanbul’da gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Erdoğan, Suriye’ye yeni bir harekat sorusuna ilişkin, “Mücadelemiz çok daha farklı şekilde devam edecektir,” dedi. Erdoğan, Suriye’nin kuzeyindeki YPG güçlerinin ABD ve koalisyon güçleri tarafından desteklendiğini söyledi ve “Burada verdikleri silahlarla terör estiriyorlar,” dedi. “Bir yere kadar sabrımız devam etti. İki polisimiz burada şehit oldu,” diyen Cumhurbaşkanı, “Mücadelemiz çok daha farklı şekilde devam edecektir. Amerika’nın malum güçlerine, rejim güçlerine karşı her türlü mücadeleyi, vereceğiz. Bu konuda kararlıyız,” şeklinde konuştu. Erdoğan konuşmasında Suriye bütünü ifadesini de kullandı.

Bu konuşmadan anlaşılan, Ankara, teröristlerin yanı sıra, bunlara destek veren ABD, Koalisyon ve Rejim güçleri kapsamında bir düşünce içerisinde. Teröre karşı operasyon yapılırken, ki bu derinlikteki hedefleri de içerir mahiyette olabilir, buna destek verenlere karşı da sert mesajlar verilerek Türkiye’nin bu konudaki kararlılığı tam olarak gösterilmek istenecektir.

Afganistan konusunda Erdoğan’ın söyledikleri ise şu şekilde: “Taliban dünyada kabul arayışları içerisinde. Gerek insani yardım gerek Afganistan’daki yeni sürecin işlerliği konusunda talepleri oldu. Bu talepler konusunda her türlü desteği Afgan halkına vereceğiz. Afganistan’ın altyapı ve üst yapısında çok emeklerimiz oldu. Emeklerimizi son ana kadar sürdürdük… Kabil Havalimanı’nın işletmesini yürütüyorduk. Bundan sonraki süreçte de eğer anlaşmalar yapılabilirse Türkiye, Katar, Afganistan bu tür adımları atabiliriz.

TSK, Irak’ta Süleymaniye’nin Mawat, Ranya ve Pişder bölgesinde geniş çaplı hava operasyonu yapıyor. Bu bölgeler İran sınırına yakın ve Türk sınırından kuş uçuşu 250 kilometre derinliktedir.

Gece saatlerinde alınan bir haber, Maaret Misrin’de İdlib-Sarmada yolu üzerinde seyir halinde olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve SMO’ya ait konvoya patlayıcıyla saldırı gerçekleşti. Bir yaralımız var ve tedavi altında. SMO’dan da yaralılar olabilir. Helikopterler ve SİHA’lar İdlib bölgesinde uçuyorlar.

Saldırıyı Wagner’in taşeronu Ebubekir Sıddık Yardımcıları Seriyyesi örgütü üstlendi. Ebubekir Sıddık Yardımcıları Seriyyesi’nin politik çizgisinin IŞİD ile El Kaide arası. Türkiye’yi mürtet görüyor. HTŞ’yi de karşısına aldığı biliniyor. Örgüt bağımsız hareket ediyor, IŞİD ya da El Kaide’ye bağlı değil. Grubun faaliyetlerinin arkasındaki temel ideolojik ilham kaynağı, Hayal El Manhac adlı bir din adamının yazıları bulunuyor. Hayal’in yazılarından çıkan sonuç, aslen IŞİD’e yakın durduğu yönündedir (IŞİD’i halifelik olarak görmüyor). Hayal, HTŞ’nin otoritesini etkili bir şekilde tanıdığı belirttiği El Kaide iştiraki Hurras El Din örgütünü de eleştiriyor. El Kaide’nin değişmesi ve yeni bir kuşağın etkin olması gerektiğini söylüyor.

Bu örgütün paravan bir örgüt olduğu ve arkasında Rusya gibi bir gücün olabileceği yönünde bilgiler de var.

Gece saatlerinde Rus savaş uçakları Afrin’de Türk sınırına yakın uçuş gerçekleştirdiler.

Ayrıca Ayn İsa bölgesine topçu atışı başladı.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu


[1] https://www.state.gov/joint-statement-on-third-united-states-greece-strategic-dialogue/#.YWko59cKQ9Y.twitter

16 Ekim 2021/

Kırılma-10

ABD Dışişleri’nin diplomatik saldırısı

GKRY-Mısır Elektrik anlaşması

Türkiye-Polonya işbirliği devam edecek

Irak ve Suriye’de operasyonlar

Propagandistler

Paşinyan Türkiye ile resmi görüşmek istediğini açıkladı

Merkel’den Türkiye’ye veda ziyareti

Esad, İdlib-Sarmada şehrini bombaladı ve Tel Rıfat bölgesine tank sevkiyatı yaptı

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Yunanistan Başbakanı’na gönderdiği mektupta; ABD’nin son yıllarda Yunanistan ile artırdığı savunma işbirliğinin altı çiziliyor. Buradan yola çıkıp ABD’nin Türkiye’ye düşman demesi doğru olmaz deniyor. Yine de Yunanistan’a yazılan bir resmi mektupta Türkiye’nin bahsinin geçmesi diplomatik saldırıdır.

Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’tan Anadolu Ajansı’na açıklama var, şöyle: “ABD’nin Doğu Akdeniz’deki istikrarın devamına yönelik pozisyonu değişmemiştir. Deniz yetki sınırı konuları uluslararası hukuka uygun şekilde barışçıl yollardan çözülmeli.

Ne anladık? “Yunanistan’ın egemenliğinden yanayız, Türkiye hukuksuz yaklaşıyor…” diyor. Bu kabul edilemez!

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın Yunanistan ile ilgili hatırlatması: “Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Malta bayraklı ve İtalyan sahipli bir gemiyi kullanarak kıta sahanlığımıza araştırma gemisi göndermeye çabalıyor. Bir kez daha altını çizerek vurguluyorum; Akdeniz’de rotasını şaşıran cevabını alır.

Bugün Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır ile Kıbrıs Cumhuriyeti olarak elektrik temini ve ağları birleştirme anlaşması imzaladı. Anlaşmayı GKRY’nin Enerji Aakanı Natasa Pilides ve Mısırlı meslektaşı Mohamed Shaker imzaladı.

Dün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, resmi ziyaret kapsamında geldiği Polonya’da Savunma Bakanı Mariusz Blaszczak ile önce görüştü. Polonya’nın NATO çerçevesinde sağladığı desteğe teşekkür eden Akar, “Hava polisliği misyonu kapsamında bizim uçaklarımız da temmuzdan Eylüle kadar burada Polonya Silahlı Kuvvetleri unsurları ile birlikte başarıyla görev yaptı,” dedi. Polonya ve Türkiye’nin bu alanlardaki potansiyeline vurgu yapan Akar, şunları kaydetti: “Bu potansiyelden ortaya çıkacak sinerjiyle birlikte ülkelerimizin güvenliği ve silahlı kuvvetlerimizin gelişmesi için elimizden gelen gayreti göstermeye devam edeceğiz. Bu şekliyle sadece kendimiz için değil aynı zamanda NATO ve bölge için de önemli katkılar sağlayacağımıza inanıyorum. Benzer bir yaklaşım içinde Karadeniz’de, Ege’de, Doğu Akdeniz’de barışın ve istikrarın hakim olması için gayret gösteriyoruz.

Polonya ve Türkiye arasında 600 seneye dayanan tarihi ilişkiler olduğunu belirten Blaszczak, “İki ülke arasında sadece NATO içinde değil farklı alanlarda da iş birliği söz konusu. Cumhurbaşkanı Sayın Duda’nın Türkiye ziyareti sırasında iki ülke arasında iş birliği konusunda imzalanan anlaşmalar ve insansız hava araçlarının satın alınması bu iş birliğinin somut göstergesidir… Yakında Polonya’dan bir heyet, silah sistemleri satın alınması ve teknolojik tecrübe paylaşımı için tekrar Türkiye’ye gidecek.” diye konuştu.

Dün gece Irak ve Suriye’de operasyonlar gerçekleşti. Bugüne ilk yansıyan sonuç; Milli Savunma Bakanlığı, Irak’ın kuzeyindeki Pençe Kaplan ve Pençe Şimşek bölgelerinde tespit edilen 4 PKK’lı teröristin etkisiz hale getirildiğini bildirdi, Atak Helikopter taarruzu gerçekleştirildi.

Dün gece İdlib’deki saldırıya ilişkin kimler sorumlu davrandı kimler propagandistlik yaptı? Ben bu konuyu fazlaca önemserim. Ülke vatandaşı olduğu halde ülkesinin karşısında duranlar olmaz mı? Onlara meydan açıp medyada propaganda yapmalarını temin eden olmaz mı? Hatta sosyal medya mecraları kullanılarak iğneleyici üslupla sorun yaratanlar olmaz mı? Olur. Yine aynısını gördük!

Eylemi büyük gösterenler mi istersiniz, devletin İdlib’deki askerinin sahipsiz bıraktığını, ima değil açıkça ifade eden mi istersiniz, sonucu almadan bir sürü şehit ve yaralı olduğunu yayanlar mı istersiniz… Şu çevreler, bu çevreler demiyeceğim; malum çevreler demek yeterlidir. Hiç kuşkusuz bunlar bu coğrafyada hep vardı. Mesele bunlarla ilgilenmek değildir. Kararlı bir şekilde gerekeni ve doğru olanı yapmaya devam etmektir.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Türkiye ile resmi görüşmelere başlama ve işbirliği sürecine girmek istediğini bildirdi. Zengezur’a demiryolu ve otoban yapılması projesi masada. Paşinyan’ın böyle bir yola girmesini önlemek adına İran geçtiğimiz gün Zengezur’a yakın yerde askeri tatbikat bile yaptı. Önlemek isteyenler hep olur, Anadolu’da, Acem’de, Ermenistan’da, Suriye’de. Bunlara maşa dense ne olur?

Akla şu soru geliyor, acaba son Soçi zirvesinde erdoğan ve Putin bu Zengezur yatırımını ve Paşinyan’ın girişimin görüştüler mi?

Soğuk Savaş döneminin sonrasında Avrupa’nın istikrarının şekillenmesinde önemli bir katkıya sebep olan ve 16 yıl Başbakanlık yapan Almanya Başbakanı Angela Merkel veda ziyareti amacıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın misafiri oldu.

Erdoğan, Merkel ile bugünkü görüşmelerine ilişkin şu bilgileri verdi: “Nitekim Sayın Merkel’le bugünkü görüşmelerimizde ikili ilişkilerimiz başta olmak üzere gündemimizdeki meseleleri ayrıntılı şekilde ele aldık. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin geliştirilmesine verdiğimiz önemi teyit ettik. Gümrük Birliğinin güncellenmesi, vize serbestisi, 18 Mart Mutabakatı’nın yenilenmesi başta olmak üzere kritik meselelerdeki beklentilerimizi değerli dostumla bir kez daha paylaştım. Doğu Akdeniz, Afganistan, Libya ve Suriye’deki gelişmeler hakkında fikir teatisinde bulunduk. İkili ticaret hacmimizin en kısa sürede 50 milyar dolar seviyesine ulaşmasını hedefliyoruz. Almanya’daki Türk toplumu, ilişkilerimizin en önemli sosyal yönünü oluşturuyor. Ortak zenginliğimizi teşkil ediyor.

Tekrar Suriye’ye dönelim. Halep’in batısındaki 46’ncı Alay’da konuşlu Esad birlikleri, Türkiye sınırına 5 km uzaklıktaki İdlib, Sarmada şehrini bombaladı. Bir gaz fabrikası ve bir gıda fabrikası hedef alındı. Rejim güçlerinin saldırılarında 4 sivil hayatını kaybettiği, en az 13 sivil de yaralandığı öğrenildi.

Ayrıca Esad Rejimi Ordusu, Tel Rıfat ve İdlib kırsalına yeni sevkiyatlar yapıyor. Tank ve diğer zırhlı vasıtalar da bölgeye gönderiliyor. Türkiye’nin muhtemel operasyonuna göre kendince önlemler almaya başladı. Hatırlatalım, 27 Şubat 2020’de Esad güçleri Bahar Kalkanı Operasyonunda bölgedeki ordusunun yarısını bir çırpıda kaybetmişti, Rusya’nın araya girmesiyle Türkiye operasyonu durdurmuş idi.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

17 Ekim 2021/

Kırılma-11

ABD, İsrail ve Yunanistan ile ilişkilerin kırılması

CB Erdoğan’ın Afrika seyahati öncesi ABD ve F-16 projesi hakkındaki sözleri

Irak resmi genel seçim sonuçları

Dün gece yarısında Suriye, Ayn İsa istikamette SMO konvoyları görüldü… Gazanız mübarek olsun, şeklinde yazanlar oldu.

Son günlerde ABD, Yunanistan, Suriye, S-400, F-16 gibi konuları bolca tartışıyoruz. Ama diyorum ki tartışmayı doğru yerden başlayarak yapmak gerekir ki yararlı olalım. Sonuçlara bakıp onları “şu da var bu da” deyip tekrarlayanlar yarar sağlamıyorlar. Peki, rasyonel yaklaşım bize ne tür tespitleri yaptırıyor, gözden geçirelim mi?

Olup biteni doğru okumak en önemlisidir, tıpkı gömleğin ilk düşmesini doğru iliklemek gibi.

Yunanistan’ın taleplerinden, hamlelerinden ve girişimlerinden daha önemlisi, ABD’ninkilerdir.

S-400, F-35 ve F-16’dan daha önemlisi, ABD’nin Türkiye’yi yeniden tanımlamasıdır.

Esad, PKK, YPG ve SDG’den daha önemlisi ABD’nin Orta Doğu’daki planıdır.

Fikir ileri sürenler Yunanistan’ı, F-16’yı, Suriye’yi keşfetmekle uğraşıyorlar. Bunları bilmeyen yok, Jane’s’e bakın tafsilatlı bulursunuz. Uzamanlar silahın menzilini falan açıklıyorlar, silah tüccarı gibi konuşmanın zamanı mı? Zaman kaybı! Iskaladıkları esas meseleler ne olacak? Kaybedilenleri kim telafi edecek?

ABD ile Türkiye’nin arası 1 Mart 2003 tezkere olayı sonrasında kırıldı. ABD bu ilişkiyi tamir etmeye uğraşmadı. Kim uğraştı? Bakın ne oldu?

Tam bu noktada Avrupalı akıl, özellikle Fransa inisiyatif aldı. Tam bu noktada Yahudi aklı inisiyatif aldı. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar bunu hemen anladı, kendisinden isteneni yaptı, hepsi bu! Avrupa Birliği ve Güney Kıbrıs meselesi hakkında 2004’ten bu yana süreç çok başka.

Soğuk Savaş’tan beri Baasçı Suriye, Abdullah Öcalan’a yatırım yapan Hafız Esad’dan oğlu Başar’a kadar, Türkiye ile hiç barışık olmadı, Hatay’ı geri istedi durdu. Ona bu aklı Sovyet Rusya da verdi Mandatör Fransa da. Bu akıl değişmedi, üstelik 2003 yılında İsrail ve ABD oyuna tam dahil oldu, planı belli biçimde. O halde formülde iki faktör daha var, hem de başat olanından.

Yıl 2009, İsrail doğalgaz kaynaklarından dolayı emin oldu, Levant projesini yaptı, ittifak stratejisini buna göre belirledi. 

Bakın 2009, One minute olayına, sonrasına…

Siz S-400 konusunu konuşa durun! Başta, Türkiye Patriot’u İsrail’e kullanabilir diye vermeyen ABD, eşdeğeri S-400’ü mü kabul edecek? Patriot veya S-400, uzun menzilde füze kullandırtmamak için elinden geleni yapar. 

Siz F-35 konusunu konuşana durun! Başta ne İsrail ne de Yunanistan vardı bu projede. Konu en başlangıçta silah değil, önce jeostrateji, sonra politika ve silah gelir. Bugün Türkiye’de yok, İsrail’de var, Yunanistan da sırada. 

Hâlâ “maksimalist Yunanistan” hikayesi mi yazıyorsunuz? Maksimalist olan, hadi buna maksimum diyelim, ABD’dir. Neticede şablon sözcükler bunlar. Türkiye’de gençlerin doktora sınavlarında işe yarar. Gerçek Amerika Birleşik Devletleri’nin gücüyse kanatları altındaki İsrail de Yunanistan da benzer işlere soyunurlar. Birbirlerine ittifak kurarlar. Realistseniz ABD’ye bakacaksınız. Önce görülmesi gereken noktaya odaklanın, kendinizi kandırmayın.

Jeostrateji için çizdiler çizgiyi, tarih 2013: İsrail’den Balkanlar’a, Doğu Akdeniz boylamında, Türkiye Levant bölgesinden ne denli uzak kalırsa o denli işine gelecek Yunanistan’ın, Rumların, İsrail’in… 

Unutulmasın, İsrail diyor ki, tabii Amerika’daki Yahudi Lobisi de; “Neden Türkiye hâlâ NATO’da? İsrail NATO’da ve Avrupa Birliği’nde yok, Türkiye de olmamalı…”

Türkiye aleyhine bir söz söyleyin, Esad gizlendiği yerden hemen başını çıkarır, aksi olmaz, bir de o söylemeye kalkar. PKK/YPG’ye imkân tanır, hep yapageldiği gibi, üstelik Türkiye’ye “çık benim ülkemden” der.

Eğer Suriye’ye harekât yapar ise ABD tamamen Türkiye’ye yüklenecek! 

Bırakın Yunanlıyla yıllardır çözmediğimiz şu meseleleri, Türkiye’yi daha da oyalamak için o noktaya çekiyorlar. Patronlarına gidin, ABD’ye, İsrail’e, Fransa’ya… Muhatap bile almayın, masada oturup görüşmeyin bile. “Sen git büyüğün gelsin!” deyin.

Anlayamıyorum şu sayısı 60 kusur olan Yunanlılarla istişari görüşmelerin sonucundan neler beklendiğini…

Fay kırıldı! Meseleyi jeopolitik kapsamda okuma gerekir. Doğru okumak gerekir. Kolaycılık iyi değildir.

Strateji 50-100 yıllıktır. Bir sorun mu çıktı, “hemen çözün, adım atın…” denmesi, belirgin ve emin olunan bir strateji yok demektir. Fayı kırdırmamak için 11 Eylül 2001’de, George W. Bush’un “Artık eskisi gibi olmayacak!“ dediğinde strateji doğru belirlenmeli ve hangi hükümet olursa olsun, tam uygulanmalıydı.

Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar Türkiye’ye sürekli “hayır” diyor; ABD’ye, Fransa’ya ve İsrail’e “evet”. Şu an ABD de Fransa da İsrail de “Yunanistan’ın egemenlik hakları” diyor ve Türkiye’yi hukuka davet ediyor, tabii diplomatik dille. 

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ne dedi anlamadık mı? Blinken, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’e mektup yazıyor, güya! Aralarında anlaştıklarını kaleme alıp mektupmuş gibi kayda geçip basına veriyorlar, Türkiye’ye “sen anla!” dercesine. Anlamadık mı? ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın mektubu sosyal medyada. 

Durumu özetleyelim: Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması için Yunanistan’ın uluslararası deniz hukukuna dayalı egemenliğini açıkça destekliyor. Karşılıklı olarak saldırı durumunda iki ülkenin birbirine yardim taahhüdünün altını çiziyorlar. Yunanistan’ın F-35 talebinin olumlu karşılanıyor. Yunanistan resmi olarak 6 Kasım 2020’de 18-24 arası F-35 resmi talebi vardı, zaman içinde projeye dahil olacaktır.

“Şu da var bu da…”  Bu tarzı sevenlere hatırlatma olsun öyleyse:

Alınan bilgilere göre, Türkiye’nin F-16 talebi konusunda gelişme yok. Olmaz da. Bu konu Kongre’de ve ABD bürokrasisinin dar koridorlarında uzunca süre gezdirilir. Eskiden sorsaydınız, “inceliyoruz” derlerdi, ama Joe Biden işbaşına geleli beri bunu da demiyorlar, yeni taktik bu. 

Joe Biden, ABD’nin Yunanistan Büyükelçi adayı olarak Demokrat ve partiye yüklü bağış yapan Avukat George Tsunis’i seçtiği bilgisi var. Buna karşılık ABD’nin Ankara Büyükelçi adayı Jeff Flake’in oylaması 19 Ekim günü Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde yapılacak. Flake, Türkiye aleyhine bir sürü şeyi söylemişti bile…

Kongre Araştırma Merkezi’nin son Türkiye Raporunun sonuç bölümünde ikili ilişkilerin tarifi açıklanmıştı. “S-400’deki gidişata, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Dağlık Karabağ dengelerinin dikkat edilmesine, Türkiye’nin askeri ve ekonomik işbirliğini kullanarak (savunma ihracatı dahil) gücünü yansıtıp kendi etki alanını oluşturup oluşturamayacağına  ve ekonomik sorunlar ve insan hakları kaygıları göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkede kontrolü sürdürüp sürdüremeyeceğine bağlı olduğu,”  belirtilmişti. 

Sizce Roma’daki zirvede Biden ve Erdoğan ne konuşacaklar? Nereden başlamak gerekiyor? Konuşulacak o kadar çok onu var ki!.. Bu konuda yetkin olanlardan bekliyorum, F-16 mı, Suriye mi, yapılacak harekât mı?.. 

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrika turuna çıkıyor. Seyahat Angola, Nijerya ve Togo’yu kapsıyor. Türkiye’nin Afrika kırasındaki ticaret hacmi 25 milyar dolar.

Havaalanında soruları cevaplayan Erdoğan ABD ile ve F-16 projesiyle ilgili açıklamalarda bulundu. Bundan önce Türkiye’den talep mektubu gönderildiği şeklinde bilinen 40 F-16 Blok 70 alımı ve 80 F-16’nın modernizasyonu projesinin ABD tarafından geldiği ilk kez ortaya çıktı. erdoğan Şöyle dedi: ”ABD’nin bize F-16 teklifi oldu. Biz ülkemizin savunma ihtiyaçları için gerekli adımları atalım dedik. F-35’ler için ödediğimiz parayı almamız gerekiyor. Neticede ortada ödenmiş bir para var.”

F-16 hakkındaki açıklama üzerine düşüncemi ifade edeyim. F-35’ten olan alacağımız (1.4 milyar dolar) karşılığında F-16 proje teklifi ABD’den geldi ise kabul edilmemeli. F-35 hakkımız baki kalmalı. Ayrıca hukuki davalar açılma imkanı varsa bu yol kullanılmalı. F-16 vereceklerse versinler, alınır, ayrıca parası ödenir.

O veya bu yolla eğer F-16 alınması gerçekleşecekse, sonuç olumluya doğru gitse bile, bunun zaman açısından yakın olmayacağı açıktır. Hatta ABD içindeki tartışmaların çoğu zamana yansıyan türden olacaktır. Tam da Yunanistan ile savunma anlaşması yapan ABD’nin yarın gelip Türkiye ile bir F-16 anlaşması yapması zaten beklenemez. Bu tür konular 3-5 yıl bile süren tartışmaları kapsayabilir.

Irak Yüksek Seçim Kurulu parlamento seçimlerinin resmi sonuçlarını açıkladı: Sadr Hareketi 72, Irak Mutaqaddem Partisi 37, Bağımsızlar 35, Kanun Devleti 33, KDP 33, Fetih Koalisyonu 16, Kürt Koalisyonu (YB ve Goran) 16, Azam 13, Yeni Nesil 9, İmtidat Hareketi 9.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

18 Ekim 2021/

Kırılma-12

Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın Türkiye şikayeti

ABD Dışişleri Sözcüsünün F-16 ve F-35 hakkındaki sözleri

ABD’nin tutuklu Osman Kavala’nın serbest bırakılması talebi

İsrail’de Mavi Bayrak Tatbikatı

ABD’nin küresel ittifakı

Rusya’nın Tacikistan’da CSTO tatbikatı

ABD Savunma Bakanı Austin’in Gürcistan ziyareti

Terörizm

Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias şunları söyledi: “Türkiye, son teknoloji NATO dışı silahlar satın alıyor, Batı’dan bağımsız nükleer reaktör inşa ediyor. Günümüzün Türkiye’si 20 yıl önceki Türkiye değil ve hatta NATO’ya 1952’de katılan ülke değil.”

Dostça değil; Türkiye’nin Rusya ile işbirliği içinde olmasına, S-400 alımına, nükleer güç santrali inşa etmesine, NATO üyeliğinin yanlış geliştiğine ve yeni Türkiye’nin tehdit teşkil ettiğine dair imalı sözlere varana dek her şey söylenmiş! ABD’ye ve Avrupa’ya bu maddlerle Türkiye’yi işaret ediyor.

ABD Dışişleri Bakan Sözcüsü New Price şöyle dedi: “ABD Türkiye’ye F-16’larla ilişkili finansal öneride bulunmadı.” Türkiye’ye talep geldiği sorusuna, “Türk hükümetini referans gösteriyorum (onlara sorun anlamında). Kongreye iletime kadar bir askeri satış veya transfer sürecini konuşamayız,” şeklinde cevap verdi.

Bu konuda Reuters’te bir haber çıktı. Haberde, “ABD, F-16 jetleri için Türkiye’ye finansman teklifinde bulunmadığını açıkladı” şeklinde başlık atılmıştı. Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi tartışmalı hale gelmiş oldu.

Ayrıca Price, ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon), F-35 anlaşmazlığının çözümü için Türkiye ile istişareler yürüttüğünü açıkladı.

Bugün tutukluluk halinin dördüncü yılı sebep gösterilerek ABD Dışişleri Bakanlığ’nın, Türkiye tarafından Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerektiği talebi ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden de tekrarlandı. İfade şöyle: “Bugün, Osman Kavala’nın tutuklanmasının dördüncü yıl dönümü. Hakkında devam eden dava, Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğüne gölge düşürmektedir. Bugün, Almanya, Fransa, Hollanda, Yeni Zelenda, Kanada, Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya, ile Amerika Birleşik Devletleri Kavala’nın serbest bırakılması çağrısında bulunmaktadır.

Mavi Bayrak 2021 Tatbikatı ABD, İngiltere, İsrail, Yunanistan, Almanya, Hindistan, İtalya ve Fransa’nın katılımıyla İsrail’de başladı. Ne var bunda denebilir. İşte yeni bir merkez, ki İsrail, yeni bir ittifak, ki ABD’nin inşa ettiği. Daha önce ifade ettiğimiz ABD, İsrail ve Yunanistan (bunlara GKRY de eklemli) Doğu Akdeniz’de birlikte hareket etmekteydiler. Buna Avrupa’dan Fransa, Almanya ve İtalya’nın dahil olması da şaşırtıcı değil. ABD ile Atlantik ve Hint-Pasifik’te, esasen Anglospere gereği küresel çapta, birlikteliği olan İngiltere’nin Hindistan ile birlikte tatbikatta olması dikkat çekicidir.

ABD’nin daha doğrusu Joe Biden’ın inşa ettiği ittifak stratejisi önemlidir. Şöyle özetleyelim, ABD, Transatlantik’te Kanada, İngiltere, AB ülkeleri, Doğu Akdeniz’de İsrail, Hint-Pasifik’te Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore, Japonya ile askeri yönden, Hindistan ile ticari yönden ortaklık halindedir.

Rusya ise Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO) ülkeleri ile Tacikistan’ın Afganistan sınırında 4.000 askerin katıldığı bir tatbikata başladı.

Bugün ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Gürcistan’ı ziyaret edecek, Gürcistan Başbakanı ve Savunma Bakanı ile görüşme gerçekleştirecektir.

Terör ne durumda diyeceksiniz. TSK Irak Kuzeyi’nde etkili Pençe Kaplan operasyonlarına devam diyor. Hatta derinlikte Kandil’e de Hava Harekatı yapıldı. Bunun dışında Suriye bölgesinde Tel Rıfat ve Ayn İsa yakınlarında çeşitli hareketlenmeler sürüyor. Rejim güçleri, YPG, SMO tertiplenme faaliyetlerinde. Bunların Türkiye’nin geçtiğimiz hafta işaretini verdiği muhtemel operasyonla ilgili çeşitli tertiplenmeler şeklinde olduğu değerlendirilebilir.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Lübnan Güçleri Partisi’ne ve lideri Samir Geagea’ya hitaben şunları söyledi: “Askeri bünyemiz tek başına 100 bin savaşçıdan oluşuyor, bunlar bir iç savaşta savaşmak için değil, Lübnan’ı düşmanlarına karşı savunmak için tasarlandı.”

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

19 Ekim 2021/

Kırılma-13

Küresel F-35 Ortaklığı Ne Demek?

Almanya’da koalisyon kuruluyor

Dışişleri Bakanlığı’ndan Avrupa Komisyonu Türkiye Raporu’na ilişkin tepkisi

Dışişleri Bakanlığı’ndan Yunanistan, Mısır ve Güney Kıbrıs liderlerinin katılımıyla yapılan üçlü zirveye tepkisi

F-35 konusu yeterince tartışılıyor mu? Uçağın performansı, üstünlüğü veya zayıf tarafları ile ticari konuları beni ilgilendirmiyor, bakılması gereken yere odaklanıyorum. Türkiye bu projeye dahil oldu, ama sonrasında çıkarıldı. Neden çıkarıldı, yeterince tartışabildik mi? Neden olarak S-400 meselesi ileri sürülüyor. Bu mu gerçek olan? Halen Türkiye açısından konu sürüncemede görünüyor. Ancak ABD açısından bitti. Türkiye uluslararası mahkeme yoluna gider, süreç nasıl işler, bunu bilen yok.

Hep yapageldiğimiz gibi, karşımıza bir sorun çıkıyor, hemen ona ait cevap bulmaya çalışıyoruz. Konuşmalar sürüyor… Halbuki köklü faaliyetler yaklaşık yüz yıllık hesapla ele alınır. Önce bu kapsamda düşünmek gerekir.

Tarihi hatırlıyoruz ama şöyle tersinden örnekle açıklayayım, Osmanlı Devleti zamanında, İngilizler parası ödenen o iki zırhlıyı verseydi, tarih başka biçimde mi akardı veya bunun yerine Almanya’dan Yavuz ve Midilli alınmasıydı Birinci Dünya Savaşı’na girilmez miydi? Eğer bu soruları bir tarihçiye sorun size cevap bile vermez. Çünkü bu tarz fikir yürütmeler tarihin konusu değildir. Ama verilmeyen İngiliz zırhlılarını örnek veriyoruz! Bu ters sorular bizi az da olsa mantıken uyarsın, yeterli. Evlatlarımızın yazacağı tarihin kararlarını ise bugün bizler veriyoruz. Önemli olan bugün etraflıca ve doğru düşünüp karar vermektir.

Bütün köklü meseleler gibi bu F-35 konusu da bir “vizyon” ve “jeostratejik” bakışla ele alınmalıdır. Böylesi bakışa hiç mi gerek yok, eğer gerek varsa neler düşünülüyor? Malum, böylesi köklü meselelerde hükümetler çalışırlar ve sonuçta takdir milletin olur. Nasıl olsa tarih yazılacak!

Elbette vatanını sevenlere göre milli projeler esastır. Kendi uçak sistemlerimizle uçmak ve kendi S/İHA’ları veya MİUS’ları uçurmak temel hedeftir. Egemenlik kavramı savunma ile fazlasıyla ilişkilidir. Elbette vatanını sevenlere göre kişi başı milli gelir seviyemiz 50 bin dolarların üzerine çıkmalıdır. Egemenlik kavramı ekonomi ile de fazlasıyla ilişkilidir. 

Konu uçak değil, ortaklıktır. Yaklaşık ABD ile bir ortak ülke arasındaki işbirliğinin, en az yetmiş yıl daha garanti altındayken, bugün bunun bitme noktasında olmasını kendimize iyi açıklamamız gerekir. Bakın burada salt NATO ittifakından değil, özellikle ABD-Türkiye ortaklığının devam edip etmemesinden bahsediyorum. Başat güç ABD için öncelikli olarak kendince istikrarlı yönde ve çıkarı gereği bir ortaklık gelir. ABD için “kazan-kazan”ifadesi böyle somutlaşır. ABD özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana küresel kapsamda inisiyatif alabilecek güçtedir, hatta bu yönde kendi kurduğu sisteminin devamını ister. O halde bu neyin ortaklığıdır, kapsamı nedir, kimlerle birlikte olunur, ne kadar süreyle geçerlidir, soruları önemlidir. F-35’in kendisinden önce bu soruların cevabını vermek gerekir.

Burada hangi ABD’den bahsediyoruz? Türkiye’ye karşı sicili iyi olmayan bir ABD’den. Örneğin vaktiyle Türkiye uçak yapan bir ülkeydi ama, “ben sana veririm, uğraşma” dedi. Başka örnek, Kıbrıs Barış Harekâtı yaptığında Türkiye’ye ambargo uygulayan bir ABD var. Bugün farklı mı? Bu, “gel ortak olalım, bu senin için fırsat, benimle yürürsen projeye eklerim seni,” diyen bir Amerika. Durum net değil mi? Ama pazarlık yapmak ve durumu lehte geliştirmek başka bir konu!

Soru şöyle geliyor; “ABD mi, Rusya mı, seç bakalım.” Bu ne peki? Uçak üzerinden giderek mi böyle bir seçim yapılacak, yoksa o bildiğimiz Amerika üzerinden mi? Hem bugünün konusu mu bu, bu kadar mı? Stratejik meselelere biz hemen bakıp çözebiliyor muyuz? Yoksa bazı mecburiyetlerle mi ilgileniyoruz? Tam tersine Rusya veya başka bir ülkeye gidildiğinde elli-yüz yıllık düşüncemizin ne olacağını biliyor muyuz?

Söyleyin, 2050 sonrası dünya kurgusu için detaylı çalışılıp bir strateji belirlenecek, sosyo-ekonomik, sosyo-politik, güvenlik, bilim ve teknolojik gibi yönlerle bir sonuca varılacak, buna göre bir yol belirlenecek, söyleyin sizce durum ne? Buna yeterince çalışıldı mı? 

Strateji ve Silah Sistemi Tedarik Metodu

2050 sonrasında dünya nasıl olacak? ABD şöyle çalışıyor, önce kurgu, sonra teknoloji ve finans, bunların tamamı için politika. Politikasında ortaklarına başka davranıyor, karşısına aldıklarına başka. Kurgu derken hangi yıl hedeflendiyse o dönemin ortamı ya düşünülüyor ya da öyle gerçekleşmesi için ayrıca projeler yapılıyor ki ürünleri tam da aranan şekilde olsun. Yukarıdaki grafik bu yapıyı açıklamaktadır. 

ABD için mesele sadece süper bir uçak imal etmek değildir, bundan önce küresel üstünlük vizyonunu belirlemektir. ABD’nin 90’lı yılların sonlarında F-35 projesi başlarken yapılan “küresel durum değerlendirmesi”bugün bu uçağın kullanılabileceğini gösterir. 2000’li yılların başında, “ABD bu projeyi realize etti,” dendiğinde, aslında kastedilen uçak veya taarruz edilecek hedef değil, o proje kapsamındaki ortaklıkların küresel bütünlüğünün temin ve tesisidir. 

Lockheed Martin, F-35 Lightning II resmi sayfası Küresel Ortaklıklar kısmına bakıldığında, okunacak cümleler şöyledir: “Dünya çapında 50’den fazla ülke ile çalışarak ekonomilerini, endüstrilerini ve topluluklarını içeriden güçlendirirken ulusal çıkarlarını korumalarına yardımcı oluyoruz. Dünya çapında 350’den fazla tesiste 7.800’den fazla uluslararası çalışandan oluşan ağımız, ortak hedeflerimizi gerçekleştirmeye kendini adamıştır…” Bunun yanı sıra F-35 ile ilgili açıklamalar ne diyor, bakalım: “F-35, ulusal güvenliği güçlendirir, küresel ortaklıkları geliştirir ve ekonomik büyümeye güç verir. Dünyanın en ölümcül, hayatta kalabilen ve bağlantılı savaş uçağı olan F-35, pilotlara herhangi bir düşmana karşı kritik avantaj sağlayarak görevlerini yerine getirmelerini ve eve sağ salim dönmelerini sağlıyor.” Nedir bu küresel ortaklık meselesi?

Size aşağıda bir görsel sunacağım (aynı resmi siteden görselle hazırladım): 2035 yılında F-35 kullanan ülkeler hangileri? 

2035 Yılı F-35 Kullanan Küresel Ağ

Bunun anlamı şudur, 2020’de fiilen beşinci nesil, yarı otonom ve görünmez taarruz uçağı 500 ise (sayılar resmi değil, yaklaşıktır), 2035 yılında ortaklar arasında küresel görev yapabilecek biçimde 1.200 F-35 olacak. 2050’de bu sayı 2.500 F-35’tir. 

Bugün Joe Biden yönetiminin küresel ittifak ve ortaklık stratejisini biliyor muyuz? ABD’nin ittifak stratejisindeki ülkelerle küresel savaş uçağı projeleri paralel gelişmektedir.

İyi de henüz Rusya SU-57 ve Çin J-20 için prototip üzerinde çalışıyor, projelerini geliştiriyorlar. J-20 biraz daha önde gidiyor. Bu ülkeler tarafından 2035 yılında yaklaşık 500’er uçağa sahip olacakları düşünülebilir. Şunu da ifade edeyim, belki havacılıkta 2050 yılında Çin ABD’yi geçecektir. Ülkelerin birbirini geçmesini değil, havacılık teknolojisinden bahsediyorum. Bugün Çin çok çabalıyor da ABD hiçbir şey yapmadan bekliyor mu? Bu tür soruların cevabını Amerikalı ve Çinli yetkililer versin.

Buna karşılık 2035 yılında ABD ne yapacak dersiniz? Altıncı nesil insanlı ve insansız savaş uçağı olarak 500 yeni tip savaş sistemine sahip olacak, 2050’lere gelindiğinde bunlardan küresel olarak 1.200 adet görebileceğiz. Üstelik ABD bu periyotlarda dünyadaki ortamı/şartları da mümkün olduğunca düzenleyecektir. 2070’lerde F-35’lerin kullanım ömürleri tamamlandığında 2.500 adet altıncı nesil savaş vasıtaları uçuyor olacak. Burada ifade etmek istediğim sayılar değildir, ortaklık sistematiğidir. 

İngiltere veya Güney Kore’nin halen üzerinde çalıştığı beşinci nesil savaş uçağı projeleri var, yakında kullanmaya başlarlar. Bu ülkelerin F-35 sahibi olmaları milli uçak projelerini geliştirmelerine engel değildir. Bu ülkeler küresel güç mücadelesinde ittifakla hem ekonomik ve teknolojik hem de savunma gücü oluşturmayı hedefliyorlar.

Bölgemizde Türkiye F-35 projesinden çıkarıldı. Pilot ve yer personeli eğitimi sürmekteydi, teslim alınan uçaklar vardı. Türkiye’de bir hava üssü hazırlandı. Konu sadece ödenen para değil. Buna karşılık İsrail devreye kondu. Hatta geçtiğimiz günlerde ABD ve Yunanistan arasında varılan Savunma Anlaşması (MDCA) ile ifade edildi, muhtemel ki 24-36 adetlik bir paket F-35 Yunanistan’a verilecek. 

Acaba küresel çarkların dönüşünü iyi bilen İsrail ve Yunanistan, Türkiye’ye göre daha avantajlı politikalar mı geliştiriyor? Yoksa ABD böyle tercih ettiği için mi gelişmeler bu istikamette seyrediyor. Nitekim ABD, İsrail ve Yunanistan ile sıkı sıkıya savunma ilişkileri kurmuş, bununla da kalamamış, ilişkilerinde “güvenilir ve stratejik ortaklık” ifadelerini kullanmaktadır. ABD için bu iki ülke de bölgemizde “çıpa ülke” statüsündedir.

Bu durumda ABD’nin İsrail’i ve Yunanistan’ı jeostratejik bakışla yanına alması veya Türkiye’yi karşı tarafa koyması söz konusu oldu. Bu ifade şöyle de söylenebilir, örneğin, İsrail küresel jeopolitik gelişiminde kendi politikası gereği F-35 projesinden yararlanmaktadır. Nasıl? Bu silah sistemini kullanan küresel zincir bir “network” oluşturmaktadır. Buna “ağ merkezli harp” denir ise İsrail bu ağın gücünü kullanmaktadır hem fiilen hem de caydırıcılık bakımından. İlave olarak semalarda altıncı nesil ve sonrasındaki hava savaş aracı devreye girdiğinde yapay zekâ ile savunma şemsiyesi daha sıkı biçimde kullanılır olacak şeklinde hesap ediliyor, üstelik bunu garanti etmeyi de düşünüyor olabilir.

Geldik yazının sonuna. Silah sistemlerinin tedarik programları stratejiktir. Amaç uçak satın almak, değildir. Buna karşılık güvenliği ucuza mal etmek, esasen savaşmadan güvende kalmaktır. Bu esnada refaha yatırım yapılır. Türkiye milli savunma sanayiinde ilerlemesini hızlandırmalıdır, bu caydırıcılıkla ve refahla tamamen ilgilidir. Türkiye küresel ortaklıkların kurulduğu bu karmaşık dünya düzeninde geleceği referans yaparak ne kazanıp ne kaybedeceğini bugünden hesap etmelidir ve adımlarını buna göre atmalıdır.

Almanya’da yeni koalisyon hükümetini kurmak için görüşmelere başlayan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller Partisi ve Hür Demokrat Parti (FDP) ilk aşamada 12 sayfalık ortak bir metinde anlaştı.

Diplomasi sözel ve yazılı savaş türüdür. Şakası yoktur. Bir süreden beri ABD ve Avrupa Birliği, Türkiye’ye karşı diplomatik saldırılar gerçekleştiriyor ve buna karşı Türkiye defans yapmaya çabalıyor.

Birinci konu, bugün Avrupa Komisyonu Raporu yayımlandı. Dışişleri Bakanlığı’ndan Avrupa Komisyonu Türkiye Raporu’na ilişkin yapılan son dakika açıklamasında “Türkiye’ye karşı sorumlulukların göz ardı edildiği ve ülkemizle ilişkilerde yine çifte standartlı yaklaşımın sergilendiği bir Türkiye Raporu yayımlanmıştır. Özellikle siyasi kriterler ile Yargı ve Temel Haklar faslındaki mesnetsiz iddiaları ve haksız eleştirileri kabul etmiyoruz.” ifadeleri kullanıldı. Dışişleri’nin açıklaması aşağıdaki şekildedir:

Avrupa Komisyonu 2021 yılı Genişleme Strateji Belgesi ile Türkiye dâhil tüm aday ve potansiyel aday ülkeler için hazırlanan Ülke Raporlarını bugün açıklamıştır. AB ile olumlu bir siyasi gündem oluşturmaya çalıştığımız ve üst düzey diyaloğumuzu canlandırdığımız bir dönemde, ne yazık ki aday ülke Türkiye’ye karşı sorumlulukların göz ardı edildiği ve ülkemizle ilişkilerde yine çifte standartlı yaklaşımın sergilendiği bir Türkiye Raporu yayımlanmıştır.

Özellikle siyasi kriterler ile Yargı ve Temel Haklar faslındaki mesnetsiz iddiaları ve haksız eleştirileri kabul etmiyoruz. 23. Yargı ve Temel Haklar ile 24. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasılları önündeki siyasi engelleri kaldırmayan AB’nin, üye devletler bakımından bile tartışmalı olan pek çok konuda, ülkemize özgü koşulları değerlendirmeden, yönetim ve siyasal sistemimize, temel haklara, bazı yargı/idari kararlar ile terörle mücadelemize yönelik haksız ve orantısız tespitlerini reddediyoruz. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sınamalar ile PKK/PYD/YPG, FETÖ ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin tehditlerini dikkate almayan bu yaklaşım, Avrupa’daki AB ve Türkiye karşıtı radikal kesimleri mutlu etmekten başka bir amaca hizmet etmemektedir.

18 Mart Mutabakatının tüm boyutlarıyla güncellenmesi çağrılarımıza rağmen, Rapor’da Mutabakatın sadece göç boyutuna yer veren ve Türkiye’nin yaptıklarını övmekle birlikte kendi yükümlülüklerinden bahsetmeyen AB’nin, yalnız kendi çıkarlarına hizmet eden alanlarda bizimle günlük al-ver ilişkisi yürütmek istemesi kabul edilemez.

Bir yandan aday ülke Türkiye ile dış politika, bölgesel gelişmeler, güvenlik, savunma ve sektörel konularda mevcut üst düzey diyalog ve işbirliği mekanizmalarını engellerken, diğer yandan bu kritik alanlarda AB politikalarına uyumumuzun azaldığını ve çıkar çatışmaları doğduğunu belirtmek AB’nin tutarsızlıklarına yeni bir örnektir.

Raporda, Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs meselelerine ilişkin ve esasen AB’nin yetkisinde olmayan konularda, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yine tutarsız ve yanlı Rum/Yunan tezlerine yer verilmesini de reddediyoruz. Gerginliğin düşürülmesi, diyalog ve işbirliğinin başlatılması bakımından üzerimize düşeni fazlasıyla yerine getirmemize rağmen, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin hakkını, AB’nin ısrarla teslim etmemesini esefle karşılıyoruz. AB’nin bu taraflı ve haksız tutumu, sorunun çözümüne katkı sunmadığı gibi, gerginliklerin devamına neden olmakta; Birliğin her türlü bölgesel ve küresel güç olma iddiasını da zayıflatmaktadır.

Türkiye ekonomisinin gelişmişliğine vurgu yapılarak, Kovid-19 salgını ile mücadele kapsamında alınan önlemler sayesinde ekonomideki canlanmanın kriz öncesi seviyelere ulaştığı ve ekonomide kaydedilen toparlanmanın devam ettiğinin kayda geçirilmesi memnuniyet vericidir. Ancak, ülkemizin izlediği bazı politikaların işleyen piyasa ekonomisi açısından eleştirilmesini, Kovid-19 salgınının olumsuz ekonomik etkilerini bertaraf etmek için pek çok ülkenin para ve maliye politikası tedbirleri aldığı ve ekonomide devlet müdahalesinin arttığı bu olağanüstü dönemde anlamak zordur. Zamanın ve koşulların dayatmasına rağmen, Gümrük Birliğinin güncellenmesi sürecini de siyasileştirerek geciktiren AB’nin, Türkiye’ye yükümlülüklerini hatırlatma hakkı yoktur.

Raporda, 20 fasılda ülkemizin genel uyum düzeyinin iyi olduğu belirtilmekte, son bir yılda ise 20 fasılda çeşitli seviyelerde ilerleme sağlandığı teyit edilmektedir. Bu tablo, Türkiye’nin karşılaştığı siyasi engellemelere rağmen, AB müktesebatına uyum çalışmalarını sürdürmek konusundaki kararlılığını ortaya koymaktadır. Bu açıdan önemi yadsınamaz olan Katılım Öncesi Mali Araç (IPA) kullanımında hazmetme kapasitesindeki gelişmeyi teslim eden Rapor’un, Türkiye’ye yönelik IPA fonlarının artırılması konusunda da teşvik edici olması gerekirdi.

Türkiye, AB’ye üyelik yönündeki stratejik tercihini en güçlü şekilde sürdürmektedir. Bunun en somut örneği Yargı Reformu Stratejisi, İnsan Hakları Eylem Planı, AB’ye Katılım için Ulusal Eylem Planı ve başta Paris İklim Anlaşmasının onaylanması olmak üzere, Avrupa Yeşil Gündemi çerçevesinde attığımız kararlı adımlardır.

AB’nin, ortak genel çıkarlarımızı dikkate alarak, Türkiye’yi günlük al-ver ilişkisi yapılacak bir ortak olarak değil, müzakere eden bir aday ülke olarak görmesi ve ahde vefa ilkesi doğrultusunda bunun gereklerini yerine getirmesi herkesin yararına olacaktır.

İkinci konu, Dışişleri Bakanlığı bugün Yunanistan, Mısır ve Güney Kıbrıs liderlerinin katılımıyla yapılan üçlü zirvenin ardından yayınlanan bildiriye tepki gösterdi. Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, “Yayınlanan bildiri, Yunan/Rum ikilisinin Türkiye’ye ve Kuzey Kıbrıs’a yönelik hasmane politikalarının yeni bir tezahürüdür. Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ın dahil olmadığı hiç bir girişimin başarıya ulaşamayacağını dosta da düşmana da gösterdik,” ifadelerine yer verildi. Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamanın metni aşağıdadır:

Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin dahil olmadığı hiç bir girişimin başarıya ulaşamayacağını dosta da düşmana da gösterdik. Türkiye, bölge ülkeleri arasında işbirliğini artıracak enerji projelerini desteklemektedir. Ancak, bu projelerin Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını gözardı etmemesi ve kapsayıcı olması lazımdır.

Bildirideki ifadelerin aksine, bölgedeki gerginliğin esas kaynağı Yunan/Rum ikilisinin maksimalist ve gayri hukuki deniz sınırı iddiaları ve Kıbrıs Türklerini yok saymalarıdır. Bu ikilinin Doğu Akdeniz’de gerginlik çıkarmak için kıta sahanlığımızı ihlal teşebbüslerine geçtiğimiz günlerde gerekli cevap verilmiştir. Hem kendi haklarımızı, hem de Kıbrıs Türklerinin haklarını kararlılıkla korumaya devam edeceğiz.

Öte yandan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından sözkonusu ortak bildiriye ilişkin yapılan açıklamayı destekliyoruz. Ada’daki gerçekleri reddeden bir anlayışın Kıbrıs meselesinin çözümüne katkı sağlaması mümkün değildir. Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü tescil edilmeden yeni bir müzakere sürecinin başlamasının sözkonusu olmayacağını bir kez daha hatırlatırız.

Ayrıca, bir takım gayrımeşru gruplara verdikleri destekle Libya’nın istikrarsızlığa sürüklenmesine yol açan bu ülkelerin, şimdi Libya’nın meşru Hükümetiyle imzaladığımız Mutabakat Muhtıralarını hedef almaları, en başta Libya’nın çıkarlarına ve egemenliğine saygısızlıktır.”

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

20 Ekim 2021/

Kırılma-14

Şam’da bombalı saldırı

TSK ve MİT operasyonu

ABD Ankara Büyükelçi Adayı Flake Senato’da onaylandı

Malî Eylem Görev Gücü (FATF) Türkiye’yi Gri Listeye almak istiyor

Suriye Kurtuluş Cephesi (SKC) göreve hazır

Irak ve Suriye için Cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM’de

NATO Genel Sekreteri’nin Rusya açıklaması

Karadeniz’de ABD’nin stratejik bombardıman uçağı

Şam’da bir bombalı saldırı oldu. Henüz saldırıyı herhangi bir terör örgütü üstlenmedi. Bölgeden geçen ve Rejim askerini taşıyan bir kamyonda hasar oldu. Kamyonun içerisinde 14 Rejim askeri hayatını kaybetti.

Esad güçlerine ait topçular, İdlib’in güneyinde bulunan Ariha kentini vurdu. Topçu atışları hedef gözetmeksizin yapıldı. Pazaryeri vuruldu, otobüs isabet aldı. Öğlen saatlerindeki bilgilere göre sivil 13 ölü var ve bunların 6’sı çocuk, ayrıca 35 yaralı olduğu bilgisi var.

MİT ve TSK Ayn el Arab’da operasyon gerçekleştirdi. Bir araç SİHA ile vuruldu. Yerel kaynaklarca araç içerisinde 2 PKK/YPG’li teröristin öldüğü ifade edildi.

ABD’nin Ankara Büyükelçi Adayı Jeff Flake, Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde onaylandı. Sıra Senato Genel Kurulu’nda. Tahminen Büyükelçi Ocak ayında Ankara’da göreve başlar.

Financial Times’ın haberine göre, Malî Eylem Görev Gücü (FATF) perşembe günü Paris’te gerçekleştireceği toplantıda Türkiye’nin gri listeye alınıp alınmayacağı kararını onaylayacak. Türkiye, kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede başarılı olamadığı için FATF’ın gri listesine alınması değerlendiriliyor. FATF’ın kendi tanımına göre, gri liste, kapsadığı ülkelerin artırılmış bir izlemeye tabi olmasını öngörüyor, ilgili ülkenin stratejik eksikliklerini belirlenen zamanda giderme taahhüdü vermesini istiyor ve takibe alıyor. Bu karar ile birlikte Türkiye’nin halihazırda ülkeye çekmekte zorlandığı dış sermaye yatırımlarının daha da azalabileceği belirtiliyor.

Edinilen bilgilere göre, FATF Türkiye’nin Uluslararası İşbirliği İnceleme Grubu tarafından özel izlemeye alınması tavsiyesinde bulundu. Gri liste olarak da bilinen bu grubun içerisinde Arnavutluk, Fas, Suriye, Güney Sudan ve Yemen gibi ülkeler bulunuyor.

39 üyeye sahip FATF Kurulu’nun büyük ihtimalle tavsiyeye uyacağı belirtilirken, kaynakların bazıları ise bu onayın sadece bir formalite olacağını vurguluyor.

Suriye Milli Ordusu’na (SMO) bağlı 5 grup yeni bir çatı oluşuma geçti. Buna Suriye Kurtuluş Cephesi (SKC) adı verildi. SKC, Suriye’de gerçekleştirilecek yeni harekat için hazırlıklarını tamamladı.

Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon konusunda Cumhurbaşkanı’na verilen yetkinin iki yıl daha uzatılmasını öngören Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM’ne sunuldu. Tezkerede göçe karşı önlem ifadesi de bulunuyor.

NATO Genel Sekreteri Jean Stoltenberg, NATO ile Rusya arasındaki karşılıklı akreditasyon iptali ve temsilcilik kapatılması kararını açıkladı, “Rusya’nın NATO nezdindeki temsilciliğinin faaliyetlerini durdurma kararını üzüntüyle bildiriyoruz,” dedi. Buna karşılık Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “NATO’daki misyonumuzu askıya alıyoruz, gerekli olursa Brüksel’de Büyükelçiliğimiz üzerinden irtibata geçebiliriz,” dedi.

Akşam saatlerine yakın ABD B-1B bombardıman uçağı Karadeniz’de tanker uçağından yakıt ikmali yaptı. Bu tatbikat Rusya’ya karşı bir gösteri mahiyetinde gerçekleşti. Aynı şekilde Rusya 2 adet SU-30 ile uzak mesafeden önleme görevi uçtu.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

21 Ekim 2021/

Kırılma-15

Jeopolitik Zorunluluk

MİT operasyonları

Ukrayna’da ABD ve İngiltere için askeri üs bilgileri

NATO Dışişleri Bakanları toplantısı

Cumhurbaşkanı’nın Suriye ve F-16 konusunda söylediklerinin değerlendirilmesi

OECD’ye bağlı FATF Türkiye’yi gri listeye aldı

Bazı şeyler beklenmeden oldu bazıları ben geliyorum dedi. İklim krizini biliyordu insanlık. Ancak burada şaşırtıcı olan insanlığın böylesi köklü bir konuya yeterince ilgilenmek istememesiydi. Diğer yandan koronavirüs pandemisi beklenmiyordu. Küresel değişimi öyle bir etkiledi ki bütün hesaplar altüst oldu. Krizler kolay mukayese edilecek değil, ama insanlığın bu ani gelişen pandemiye verdiği tepki ile daha köklü ve az çok hesabı belli şekilde gelişen iklim krizine verdiği tepki farklı oldu. Diğer konu sosyo-ekonomideki çeşitli dalgalanmalar, değişimler, kurallar… Bu husus ise bütünüyle bir belirsizlik konusu oldu. Gelecek endişesini artırdı. Savunma faaliyetlerini takip edenler teknolojik silahlanma ve kitle imha silahları bağlamında endişeli bir sürece odaklandı. Hepsinin üstünde ise “düşman kim” diye insanlığın yaşıyla eşit bir tehdit arama ve önlem alma refleksi var. Düşman kim? İki başat güç ABD ve Çin büyük bir rekabet içinde ve bütün bu küresel risklerle olumsuz gelişmeleri kendilerine göre kullanmak, yöntemlerini sistemleştirmek istiyorlar. Bu bir gelişme ve tahakküm sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yine gelişmelere bakılırsa ABD ve Çin kendi güçlerine göre küresel krizlerle baş edebilmek ve rakiplerinin önünü kesebilmek için hummalı bir çaba içerisindedir. Bu tıpkı SSCB ve ABD arasındaki 1962 Küba krizi gibi bir etki yapmakta, kriz yönetimini ön plana çıkarmaktadır.

İklim ve pandemi krizlerinin ağır baskısına ve ülkelerin gerileyen ekonomik kondisyona rağmen; küresel çapta kriz yönetimi, silahlanma, kitle imha silahları ve atma vasıtalarının ileri sürülmesi söz konusu olmaktadır. Bu durumda dünya büyük sorunlarına eğilirken, ülkeler kendilerini gayet gergin hissediyor olmalılar ki, askeri güçlerini artırma yönünde ortak bir eğilimi sürdürüyorlar. Neredeyse ekonomi kadar askeri fonksiyonun öne çıkması, elbette bir soruyu gündeme getiriyor; savaş mı olacak? Bir bu eksikti, dedirten kriz haline ilave bir mesele… Savaş hesabı yapılınca insanlık hemen bildiği yöntemleri hatırlıyor, kümeleşiyor, ittifak hesaplarını devreye konuyor. İnsanlar savaşı istemeseler bile güvenlikte olmak için buna bütçe ayrılması gerekli görüyor. Uzmanlar bu yöndeki yeterliliği, kapasiteyi ve mukayeseleri sorguluyorlar.

Devletler uluslararası ilişkilerde sorunlarını çözmek için ekonomi, diplomasi, teknoloji, sosyo-kültürel, gibi milli güç unsurlarının hepsini kullanırlar. Fakat bunların içinde askeri gücün başka bir yönü daha vardır, devlet otoritesinin korunması ve genişletilmesi. Bunun için devletler, ama daha çok başat güç konumundaki devletler, iç otoriteye ilave, küresel otorite hesabını da dikkate alarak her an hazır olma ihtiyacı duyarlar. Hatta biri diğerine rakip olarak baskı uygularken bu otoriteyi zayıflatacak her türlü girişimi esas alır ve askeri gücünü caydırıcı olarak gösterir. Yine Soğuk Savaş örnek verilebilir. ABD ve Sovyetler Birliği’nin kendi etki alanlarını savunma istekliliği ve yeteneği, nükleer caydırıcılık da dahil olmak üzere, dünyada iki kutuplu bir düzeni tanımlamıştı. Tersten bakılırsa, sorunların hızla çözümü için, askerin caydırıcılığı olmasa acaba uluslararası ilişkiler ne türden çözümler üretirdi, sorusu aklımıza geliyor. Bunu neden işaret ettim? Bunca küresel olumsuz gelişme varken askeri gücün artırılması yönünde görünen tavrın mantıklı bir nedeni olmalı. İşte bu alandaki gerilim aynı zamanda diplomasiye de alan açar ve uluslararası politikaları besler. 

ABD Başkanı George H. W. Bush 1990 yılında Yeni Dünya Düzeni’nin doğuşunu ilan etti. Bu ilan jeopolitik önceliklerden jeoekonomik önceliklere doğru geçileceğinin işareti oldu. Francis Fukuyama, kapalı, otoriter toplumlar ekonomik veya askeri olarak rekabet etmek için gerekli yaratıcılığa sahip olmadığını, bu nedenle hayatta kalmak ve gelişmek istiyorlarsa liberal kapitalizmi benimsemeleri gerektiğini savundu. Edward Luttwak, devletlerin (ve devlet bloklarının) çıkarlarını, giderek artan bir şekilde, ekonomik yollarla ilerleterek kendilerinisavunmaya çalışacaklarını ve geleneksel jeopolitiğin yerini jeoekonomi’nin aldığı bir dünyada olduğumuzu açıkladı. Son çeyrek asırda dünya bunun için mücadele etti, jeoekonomi haklı çıksın istendi!

Charles Krauthammer’in “tek kutuplu an” olarak adlandırdığı dönem gerçekten kısa sürdü. 2020’lere gelindiğinde ise şartlar değişti ve dünya tekrar jeopolitik önceliğin esas alındığı bir dünyayı teyit etti. Temel neden, Asya’nın küresel açıdan askeri takibe alınması gereken bir kıta olduğuydu. Asya’da büyük bir güç mücadelesi başlamıştı. Silahlanma, kitle imha silahları, büyük tatbikatlar, silah denemeleri, gövde gösterileri…

Şurası aldatıcıydı, Çin, Kuşak Yol Girişimi’ni (BRI) açıklayınca bu bir jeoekonomik önceliktir diyenler oldu; ancak süreç öyle gelişmedi, jeoekonomiyi güvenlik altına almak için jeopolitik şartların tam olması gerektiği anlaşıldı. Anlaşılan oydu ki Soğuk Savaş sonrası barış ortamının geldiği şeklindeki düşünce sadece bir yanılsamadan ibaretti. Yanılsama dönemi bitmiş ve tekrar hakikat kendini göstermişti. Bugün uzmanlar jeopolitik sözcüğüne daha fazla sarılır oldular.

Rusya, 2008’de Gürcistan’a girdiğinde durum pek anlaşılamamış olmalı ki 2014 yılı geldiğinde Rusya bu kez Kırım’a girince barış geldi diyenlerin hepsi suspus olmayı seçmişlerdi. Rusya’nın bu yolu seçeceği aşikardı aslında, en iyi bildiği iş buydu! 

ABD, Rusya’nın bu hamlelerini gördü ve şaşırmadı. Zaten kısa süren tek kutuplu bahar havası ABD’nin içe dönmesine yol açmadı, bilakis gücünü küresel olarak muhafaza etmenin yanı sıra yenilemenin yoluna gitti. Bu noktada ABD Soğuk Savaş döneminin ittifak yönteminin yetmeyeceğini hesapladı. Yeni ittifak ve ortaklık anlaşığını kabul etti ve ilk adımlarını attı bile. Zira rakibi sadece Rusya değildi. Beraberinde küresel amaçları olan Çin de vardı. Bütün bunları gözeterek askeri gücünü ve stratejisini yeniledi. Uzay ve Siber alnda komutanlıklar kurdu. Bölge komutanlıklarına yeni şekiller verdi. 

Bölgemizde örneğin Merkez Kuvvetler Komutanlığı içindeki İsrail buradan çıktı ve Avrupa Komutanlığı’na dahil edildi. Beyaz Saray’da Orta Doğu’dan sorumlu Milli Güvenlik sorumlusunun görev alanına Kuzey Afrika da dahil edildi. Afrika Komutanlığı’na daha fazla önem ve bütçe verilmeye başlandı. Daha önemlisi, Türkiye’yi de ilgilendiriyor, Doğu Akdeniz ve Balkanlar arasında yeni bir savunma hattı oluşturuldu, bu hattın aktörleri içinde İsrail ve Yunanistan yerleştirildi, Türkiye’ye olan ihtiyaç azaldı. Bunun nedeni Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini geliştirmesi olarak gösterildi.

Buna ilave olarak ABD Kuzey Buz Denizi, Doğu ve Güney Çin Denizi ve Hint-Pasifik’te güçlendirilmiş stratejileri geliştirdi. Bunu stratejide boşluk bırakmamak adına iki yolla yaptı; birincisi jeoekonomi’yi gözeterek, örneğin QUAD gibi, ikincisi ise jeopolitik’i gözeterek, örneğin AUKUS gibi.

Barışa katkı olacak anlayışıyla NATO içinde Ruslara bir irtibat imkanı sunuldu. NATO Genel Sekreteri Jean Stoltenberg, NATO ile Rusya arasındaki karşılıklı akreditasyon iptali ve temsilcilik kapatılması kararını açıkladı, “Rusya’nın NATO nezdindeki temsilciliğinin faaliyetlerini durdurma kararını üzüntüyle bildiriyoruz,” dedi. Buna karşılık Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “NATO’daki misyonumuzu askıya alıyoruz, gerekli olursa Brüksel’de Büyükelçiliğimiz üzerinden irtibata geçebiliriz,” şeklinde karşılık verdi. Bu olay kesinkes tek kutuplu dünyanın barışçıl beklentilerinin kurumsal olarak da tükendiğinin kanıtıdır.

Genel olarak bakılırsa ABD bu tür tedbirlerle güçlendirdiği jeopolitik anlayışıyla, aslen yeni ittifak ve ortaklıklarla, küresel meydan okumaya hazır olduğunu işaret etmiş oldu. Başlangıçta ileri sürülen argümana dönersek, askeri gücün otoriteyi tesis etmekte kullanılması hakikati bu kez küresel biçimde tavizsiz devreye konmuştu, dememiz gerekir.

Son çeyrek asrın bu tür stratejik değişimleri içinde barındıran yönü atılması gereken adımları belirginleştirdi: Jeopolitik önde, kapsayıcı ve jeoekonomi ile desteklenen biçimde olmalı. Bölgesel dinamikler gözetilerek bu temel anlayışa dayalı yapı, ağırlıkları değiştirilir ve araçları çoğaltılabilir biçimdedir. Joe Biden bunu akıllı güç yöntemiyle gerçekleştirmektedir. Ancak bilinmesi gereken konu şudur, mevcut gelişmelere bakarak söylemeliyim; devletler askeri amaçlarından asla taviz vermemelidir, kendini avutacak türden olan barışçı anlayışları olsa olsa romantik bulmak durumundadır. ABD, Rusya ve Çin’in taviz vermeden geliştirdiği ve pozisyon aldığı güvenlikçi bakış açısı bizim bunu düşünmemizi gerektirmektedir. Hatta Avrupa ülkelerinin bile değiştiğini ve daha da değişeceğini söylemek mümkündür. Almanya tekrar savunma harcamalarını artırabilir. Brexit ile Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere giderek İmparatorluk dönemi askeri stratejilerini hatırlar duruma dönmektedir. 2019’lardan itibaren görünür biçimde olan Avustralya’nın silahlanmasındaki artış boşa değildir.

Pesimist olmamak adına şunu da ekleyerek yazımı sonlandırayım; askeri güç Soğuk Savaş’ta nispeten bir dünya savaşını önlemişti, bugünkü akılların karışık olduğu dönende de küresel güvenlik dengelerini belli bir yere oturtabilir. Barışın yolu bu olabilir.

Terör konusu, MİT’in Irak kuzeyi Metina bölgesinde 7 ve 11 Ekim’de gerçekleştirdiği 2 operasyonda PKK/KCK’ya mensup 5 teröristi etkisiz kıldığı açıklandı.

Henüz teyit edilmedi ancak haber şöyle: İspanya’nın özerk bölgesi Katalonya Parlamentosu düzenlediği özel oturumda PKK/YPG’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda kurduğu gayrimeşru özerk yönetimini oy çokluğuyla tanıdı. SDG’nin bu gelişmeyi politikasında kullanacağı ifade edilebilir.

Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) şöyle bir açıklama yaptı: Ülkelerindeki zulümden kaçan Suriyeliler’in evlerine geri döndükten sonra 2017’den beri Esed rejimi güçleri ve İran destekli militanlar tarafından kötü muamele, taciz ve işkenceyle karşı karşıya kalınmaktadır.

Diğer bir habere göre, 200 kişilik MİT ekibi, Mossad’ın Türkiye’de casusluk amacıyla faaliyet gösteren üçer kişilik hücreler halinde örgütlenmiş 15 kişilik bir şebekesini çökertti. Casuslar, Türkiye’deki üniversitelerden özellikle ileride savunma sanayiinde görev alabilecek yabancı öğrencilerin bilgilerini Mossad’a servis ediyordu.

Son bir ayda MİT’in gerçekleştirdiği operasyonlarda; Van’da 8 kişilik İran, İstanbul ve Antalya’da 6 kişilik Rus ve 15 kişilik Mossad ajan şebekesi çökertildi.

Diğer yandan Ukrayna’da ABD ve İngiltere ve dolayısıyla NATO için hazırlanan askeri üsler ve müşterek sürdürülen askeri eğitim faaliyetleriyle ilgili bilgiler ortaya çıktı. Aşağıdaki harita bu kapsamda hazırlanmıştır. Askeri üslerin Ukrayna’nın NATO kapsamındaki görevlerine ön hazırlık niteliğindedir.

Haritada tespit edilen müşterek faaliyet noktalarıdır. Deniz üsleri haricindeki yerlerde irtibat ve lojistik merkezleri ve atış poligonları vardır. Ukrayna, ABD’nin Yunanistan-Dedeağaç’a yaptığı askeri yığınakla da ilişkilendirilebilir. Bazı askeri malzemeler Dedeağaç’tan Ukrayna’da hazırlanan üslere sevk edilebilir.

Öte yandan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı açıkladı: Moskova, NATO’yu Ukrayna’nın askeri ittifaka dahil edilmesinin sonuçları olacağına ilişkin uyardı.

Arap Parlamentosu, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, “Cezayir hakkındaki açıklamaları sorumsuz ve kabul edilemez,” dedi. “Cezayir’in kazanımlarına dokunacak her türlü suistimale karşı Cezayir’in yanındayız,” şeklinde ekleme yapıldı.

Bugün Brüksel’de NATO Dışişleri Bakanları toplantısı gerçekleştiriliyor. Ana konular Terörizmle Mücadele (Afganistan ve Irak), Stratejik Konsept (nükleer silahlar) ve İttifakın Modernizasyonu (NATO’nun yeni coğrafyalarda görev planı) olacak. İttifakın Modernizasyonu konusunda yeni bir yaklaşım var, NATO’nun Teknik Sınırları şeklinde. Uzay ve siber alanın dahil edilmesiyle ve Kuzey Buz Denizi ile Çin’in görev alanına alınmasıyla ilgili bu temel kavram bundan sonra üzerinde duracağımız bir konuyu tarif etmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika turu sonrası uçakta verdiği bilgiler çerçevesinde konularımıza açıklık getiren demeçlerine değinelim.

Suriye konusunda kararlılık sürüyor. Buradan anlaşılan hazırlık safhası ve küçük çaplı karlılık verme cinsinden operasyonlar devam ediyor. Sanırım Roma’daki Biden-Erdoğan görüşmesine kadar bekleyeceğiz. Eğer kapsamlı bir operasyon olacaksa bu görüşmeden sonrayı düşünmek gerekir diye düşünmekteyim.

Yine gündeme getirilen fakat bana göre Roma’daki Biden-Erdoğan görüşmesine bakacağımız bir diğer konu F-16 ve F-35 projeleri olacak. Cumhurbaşkanı her iki ülke Savunma Bakanları’nın F-16 projesi konusunda konuştuklarını ifade etti. Buna göre Brüksel’deki NATO zirvesi esnasında fırsat olursa Savunma Bakanları’nın temasını beklemek gerekir.

Alına habere göre Mali Eylem Görev Gücü (FATF), kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede eksikleri olduğu için Türkiye’nin daha sıkı izlenmesini gerektiren gri listeye alındığını duyurdu. Merkezi Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan ve OECD’ye (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) bağlı kurum, bu hafta düzenlenen Genel Kurul’da alınan kararları bugün bir basın toplantısıyla duyurdu. Buna göre en son 2019’da yapılan değerlendirmede bu alanlarda bazı eksiklerinin olduğu vurgulanan Türkiye, yakından takip edileceği anlamına gelen gri listeye girdi. FATF Başkanı Marcus Pleyer, basın toplantısında Türkiye’de mali sektörün, emlakçı ya da değerli maden ticareti yapan kişiler gibi farklı aktörlerin daha sıkı denetlenmesi gerektiğini vurguladı. Gri listede yer alan 22 diğer ülke arasında Arnavutluk, Fas, Suriye, Güney Sudan ve Yemen yer alıyor.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

22 Ekim 2021/

Kırılma-16

Akar-Austin görüşmesi

NATO Yapay Zeka Programını başlattı

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın Türkiye’nin geri listeye alınmasına tepkisi

NATO Parlamenterler Asamblesi Türk Grubu Washington’da

Putin Taliban’ı terör listesinden çıkarabileceklerini söyledi

ABD’li Temsilciler Meclisi Üyelerinin Türkiye’ye F-16 verilmesin mektubu

Putin, Bennett ile Soçi’de görüştü

ABD yargısının Halkbank davası kararı

İran’ın Suriye’deki harcamaları üzerine

NATO Toplantısı için Brüksel’de bulunan Savunma Bakanları Hulusi Akar ve Lloyd James Austin görüşmesinde, G20 Liderler Zirvesi öncesinde olumlu gündem oluşturulması için ayrıntılı görüşme yapılmasının gerekliliği ele alındı.

Benzer görüşmeler Akar tarafından diğer Savunma Bakanları ile de yapıldı. Örneğin İngiltere, Yunanistan Savunma Bakanları ile ikili görüşüldü.

NATO savunma bakanları toplantısının son gününde ittifakın ilk yapay zeka stratejisini geliştirme konusunda anlaştığı açıklaması geldi. Genel Sekreter, NATO İnovasyon Fonu kapsamında NATO ülkelerindeki mucitlere 1 milyar Euro yatırım yapılmasını beklediğini belirtti. Stoltenberg ayrıca “NATO İnovasyon Fonu, daha büyük bir resmin bir parçasıdır. Beraberinde NATO, Kuzey Atlantik için ‘DIANA’ dediğimiz bir Savunma İnovasyon Hızlandırıcısı inşa ediyor. DIANA’nın bir parçası olarak Müttefikler, güvenliğimiz için sivil yeniliklerden daha iyi yararlanmak amacıyla İttifak genelinde bir teknoloji test merkezleri ve hızlandırıcı siteler ağı sağlamaya kararlıdır,” dedi. Genel Sekreter ayrıca bakanlar toplantısında önemli bir karar alındığını belirterek müttefik ülkelerin ilk defa ‘yapay zeka stratejileri’ üzerinde anlaştığını ifade etti. Avrupa Birliği (AB), Finlandiya ve İsveç ile görüşmeler yapıldığını açıklayan Stoltenberg “NATO-AB işbirliği şimdiden görülmemiş seviyelere ulaştı. Siber uzayda, gerçek zamanlı olarak tehditler ve güvenlik açıkları hakkında bilgi alışverişi yapıyoruz. Ege Denizi’nde deniz misyonumuz, Türkiye ile yaptıkları anlaşmayı uygulamak için AB ile birlikte çalışıyor,” ifadelerini kullandı.

Bir önceki gün Türkiye FATF tarafından gri listeye alınmıştı. Hazine ve Maliye Bakanlığı, FATF’nin Türkiye’yi ‘gri listeye’ almasına tepki gösterdi. İlgili bakanlık tarafından cevap, “Yapılan uyumluluk çalışmalarına rağmen ülkemizin gri listeye alınması hak edilmeyen bir sonuç ortaya çıkarmıştır,” şeklinde verildi. Devamında, “Ülkemizin hak etmediği bu listeden en kısa sürede çıkması sağlanacaktır,” dendi.

Benim düşüncem Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın Türkiye’nin kurumsal olarak konuya ilişkin neler yaptığını açıklaması FATF için yeterli bir cevap olmayacak niteliktedir. Onlar daha ziyade İdlib bölgesindeki ticaretin nasıl işlediğine bakıyorlar, cevapta bu gibi saha bilgilerine ilişkin savunma yok.

TBMM NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu üyeleri (AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti) Washington DC’de Amerikalı mevkidaşlarıyla görüşmeler yapmaktalar. Türk-Amerikan ilişkilerinin derin bir kırılma yaşadığı ve özellikle Kongre kanadında Türkiye aleyhine tutumların arttığı bir dönemdeyiz. Bu tür temaslar yararlı görülebilir ancak yetersizdir. Daha etkili ve sık gerçekleştirilmelidir.

Bir Rus medya organına göre, Putin, ülkesinin Taliban’ın terör listesinden çıkarılmasını destekleyeceğini söyledi.

ABD’de 3 Temsilciler Meclisi Üyesi tarafından, Dışişleri Bakanı Blinken’a yolladığı Türkiye’ye F-16 verilmemesini talep eden mektup çerçevesinde şimdi de benzer bir şekilde meslektaşlarına mektup gönderildi. Mektupta, CAATSA hatırlatması, Kongre’nin gerekli ek adımları atacağı hatırlatması ve F16’nın verilmesinin risk olacağı konularını kapsamaktadır. Mektubun Türkçesini aşağıda veriyorum:

Sizi, Türkiye’den ABD’den mevcut savaş uçakları için 40 F-16 savaş uçağı ve düzinelerce modernizasyon kiti satın almak için bildirilen Talep Mektubuna (LOR) karşı Dışişleri Bakanı Antony Blinken’e gönderdiğimiz iki taraflı mektubumuza katılmaya davet ediyoruz.

2017’de Kongre, Yaptırımlar Yoluyla Amerikan Düşmanlarına Karşı Mücadele Yasasını (CAATSA) kabul etti ve Başkan yasalaştırdı. CAATSA ilerlerken ve Kongre’nin niyeti çok açık olmasına rağmen, Türkiye S-400 karadan havaya füze savunma sistemini Rusya’dan satın alacağını duyurdu. Türkiye’nin CAATSA’yı ihlal etmesini engelleyecek bir çözüm bulunması için yaklaşık üç yıldır süren girişimlere rağmen Türkiye, Rus S-400’lerini satın alıp devreye sokmaya devam etti ve CAATSA yaptırımları uygulandı.

17 Ekim’de Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan gazetecilere verdiği demeçte, ABD’nin ‘bir grup F-16 savaş uçağının satışını teklif ettiğini’ söyledi. Kongre’nin Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasında ısrar etmesinin nedenlerinden biri, S-400’lerin ve F-35’lerin bir arada kullanılmasıyla ilişkili önemli riskler yüzündendi. Uzmanlar, Ankara’nın Rus S-400’lerine sahip olmaya devam etmesi durumunda, Türkiye’ye modernizasyon kitlerinin sağlanmasının benzer ortak yerleşim riskleri oluşturduğuna dikkat çekti.

ABD, Erdoğan hükümetinin ABD yasalarını ve NATO ittifakının standartlarını ihlal ettiği için hesap vermekten kaçmasına izin veremez. Mektuba katılmak isterseniz, lütfen bu formu doldurun. Herhangi bir sorunuz varsa, lütfen Jake Friedman ile Jake.Friedman@mail.house.gov adresinden Pappas Temsilcisi ile iletişime geçin.

İçtenlikle, Kongre Üyeleri; Chris Pappas, Gus M. Bilirakis, Carolyn B. Maloney

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İsrail Başbakanı Naftali Bennett ile ilk kez bir araya geldi. Soçi’deki görüşme öncesi konuşan Putin, iki ülke arasında belli ölçüde, hatta benzersiz bir ilişki geliştiğini ifade etti.

Geçtiğimiz günlerde Osman Kavala konusu gündeme geldi. Bugün de Halkbank davası sorunu kendini gösterdi. Bu bekleniyor muydu? Evet. Peki bizim açımızdan olan ne? Kırılma! Kırılmayı yazma nedenimizi destekleyen konu Halkbank değil, olayların peşi sıra gelişmesidir. Bu periyoda sığdırılan konular bir bütün halinde okuduğumuzda bir sonuç çıkarmış oluruz ki Kırılma karşılığını bulmuş olur.

Bugün, devlet bankası Halkbank, İran’ın Amerikan yaptırımlarından kaçmasına yardımcı olduğu suçlamaları nedeniyle yargılanabileceğine karar verdi. ABD 2. Temyiz Mahkemesi, Yabancı Egemen Dokunulmazlıklar Yasası bu bankayı korusa bile, Halkbank’a yönelik suçlamanın ticari faaliyet istisnası kapsamına girdiğini gerekçesiyle bu kararı aldı. ABD savcıları, Halkbank’ı petrol gelirlerini önce altına, ardından İran’ın çıkarları için nakite çevirmekle ve petrol gelirlerinin transferini haklı çıkarmak için sahte gıda sevkiyatlarını belgelemekle suçlamıştı.

Şimdi şöyle düşünün, Roma’da veya Glasgow’da Biden ve Erdoğan görüşmesi olursa, F-16 mı konuşulur, Halkbank mı?

Bir rapora göre, İran’ın Suriye’deki fiili askeri ve ekonomik harcamalarının tahmini bu tarihe kadar 30 milyar dolar ile 105 milyar dolar arasında değişiyor, deniyor. Bana göre bu tür bilgiler aldatıcıdır. Zira İran’ın sistemi şudur, gider bir ülkeye orada ihaleleri alır, ticari faaliyetlere katılır ve bununla kendine bir bütçe oluşturur. Bu sistemi öldürülen IRGC Kudüs Gücü eski Komutanı Kasım Süleymani kurdu. Bu yapı en fazla Suriye’de ve Irak’ta uygulanmaktadır. Suriye’de doğudan batıya alınan yol ve Lazkiye bölgesinde liman işletmesi işlerini İran aldı, bu bilineni. Hesapta olmayan ise ticaretten komisyon almasıdır.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

23 Ekim 2021/

Kırılma-17

ABD Dedeağaç’a askeri yığınak yapıyor

Savunma Bakanı Sn. Akar’ın NATO toplantısı sonrası açıklamaları

ABD, Suriye’de hava harekatı ile El Kaide sözde liderini hedef aldı

NATO’nun Rusya tarafından ortaya atılan iddialara resmi cevapları

BM Suriye Özel Temsilcisi Pedersen 6. turdan sonuç çıkmadı dedi

Balkanlar’da neler oluyor? ABD, Dedeağaç’a asker ve askeri malzeme yığdı, bunun anlamı ne?

Anlaşılan o ki Haziran ayında karşılıklı görüşen Joe Biden ve Vladimir Putin Ukrayna meselesi üzerine anlaşamamışlar. ABD, Rusya’nın Kırım’daki işgaline son vermesini istiyor. Şimdi de bunun temini yolunda stratejik baskısını artırıyor, çok yönlü faaliyetler içerisinde: Askeri tatbikatlar ve yığınaklanmalar, yeni askeri anlaşmalar, NATO’nun bölgeye tevcih edilmesi, diplomasi…

O halde anlaşmazlıktaki ve hareketlenmedeki temel çatışma noktası Ukrayna’dır. ABD, Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmesi sürecini ileri noktalara taşıdı. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise “Eğer Ukrayna NATO’ya girerse bunun bedeli olur,” dedi. 

ABD ve İngiltere, Ukrayna’da NATO tesisleri için girişimlerini tamamlamak üzere. (Bkz. Kırılma-15)

Dün Brüksel’de NATO Dışişleri Bakanları toplantısı başladı. Öncesinde Rusya ile ilgili bir konu var. NATO Genel Sekreteri Jean Stoltenberg, NATO ile Rusya arasındaki karşılıklı akreditasyon iptali ve temsilcilik kapatılması kararını açıkladı, “Rusya’nın NATO nezdindeki temsilciliğinin faaliyetlerini durdurma kararını üzüntüyle bildiriyoruz,” dedi. Buna karşılık Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “NATO’daki misyonumuzu askıya alıyoruz, gerekli olursa Brüksel’de Büyükelçiliğimiz üzerinden irtibata geçebiliriz,” dedi. (Bkz. Kırılma-14)

NATO’nun nükleer kapasitesini tekrar önemsemesi en başta Rusya ile ilgilidir.

Dün İtalya’da 14 NATO ülkesi katılımıyla Nükleer Darbe Tatbikatı (Steadfast Noon 2021) icra edildi.

Mart 2021’de geçen yıldan kalan Soğuk Savaş sonrası en büyük tatbikat Defender Europe-21 gerçekleştirildi. Tatbikat alanı Doğu Avrupa ve Bakanlar idi. ABD, Dedeağaç’a bir kısın askeri malzemeyi yığdı. (Bkz. Karadeniz’de Gerginlik ve Türkiye’de Siyaset)

Mart 2021’den bu yana Karadeniz’de nükleer kabiliyetli stratejik bombardıman uçaklarının uçuşlarına tanık olundu. Önceki gün de yine B-1B tanker uçağından yakıt almak suretiyle mini bir tatbikat yaptı. Rus uçakları (2 adet SU-30) da bunları uzaktan izledi (askeri anlamda, önledi).

Havada olanların yanı sıra Karadeniz’de de gövde gösterileri olmaktaydı. İngiliz savaş gemileri ile Rus savaş gemilerinin Kırım bölgesindeki sürtüşme hatırlanacaktır. (Bkz. Rusya-İngiltere Gerginliği)

14 Ekim’de ABD ve Yunanistan, Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması (MDCA) imzaladı ve Ortak Diyalog açıklaması yaptı. ABD’nin Yunanistan’daki askeri üsleri belirlendi: Pire Limanı, Girit-Sauda Üssü, Dedeağaç Üssü ve Larissa-Stefanovikeio Üssü. (Bkz. Kırılma-8 ve Kırılma-9)

Bu yıl önümüzdeki ay yine kapsamlı bir tatbikat yapılacak. Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan ülke alanları kullanılacak, NATO ülkeleri ama başta ABD ve İngiltere bu bölgede olacak. Dün büyük bir taşıma gemisi Dedeağaç’ta askeri malzemeleri indirmeye başladı.

Tatbikat ve sonrası şöyle gelişebilir: Tatbikata satıh unsurları, uzay ve siber unsurlar, deniz ve hava unsurları dahil olacak. Tatbikat yapılacak, ama bir kısım askeri malzeme yeni yerlerine götürülüp bırakılacak. Bu kez Karadeniz’e ABD savaş gemileri girebilir.

Geçtiğimiz hafta ABD Hava Kuvvetleri’ne bağlı 336. Filodan 15 adet F-15E savaş uçağı ve bunlara ait yer sistemlerini taşıyan C-17 kargo uçakları Yunanistan, Larissa Hava Üssü’ne intikal etti. (Bkz. Kırılma-6)

Bir nokta daha var ilave etmemiz gerekiyor: ABD ile İsrail, 2013 yılında kendi Doğu Akdeniz (East-Med) planlarında anlaşmaya varmışlar. Buna ABD ve İsrail arasında yapılan “Bölgesel Strateji Anlaşması“ dendi, ama kısaca EastMed idi (East Mediterranean, Doğu Akdeniz).  Bu anlaşma, ABD, İsrail ve Yunanistan (buna Güney Kıbrıs ta dahil), Levant bölgesinden Balkanlar’a kadar olan ABD savunma hattının yeni oluşumunun ilk sinyali idi. Geçmişten günümüze gelişmeleri bu kapsamda düşünmek gerekir. (Bkz. Türk-Amerikan İlişkilerine Stratejik Bakış)

Hatta geçtiğimiz günlerde İsrail’de gerçekleştirilen yeni Blue Flag-2021 tatbikatına dahi bu kapsamda bakılabilir. Bu tür bayrak tatbikatlarının amacı stratejik mesaj vermek amaçlıdır.

Türkiye nerede? ABD bölgemizde esasen İsrail ve Yunanistan ile hareket etmeyi seçti. Türkiye’yi gri ülke olarak görmektedir. ABD tarafından Türkiye’nin savunma faaliyetlerinde Rusya ile angajmanda olduğu değerlendirilmektedir.

Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, NATO Savunma Bakanları Toplantısı sonrasında gazetecilerle Türkiye’nin NATO Daimi Temsilciliğinde bir araya geldi. Toplantıya yönelik değerlendirmelerde bulunan Bakan Akar, gazetecilerin sorularını yanıtladı, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nın yoğun geçtiğini belirten Bakan Akar, “Savunma ve caydırıcılık konularının üzerinde önemle duruldu. Ayrıca, Afganistan başta olmak üzere bölgesel ve küresel gelişmeler de bakanlar tarafından ele alındı. Türkiye olarak tüm görüşlerimizi açık ve net bir şekilde ortaya koyduk. Görüşlerimizin bazı ülkelerce de paylaşıldığını memnuniyetle müşahede ettik.” ifadesini kullandı.

Başta DEAŞ, FETÖ ve PKK/YPG olmak üzere Türkiye’nin tüm terör örgütleriyle kararlılıkla mücadele ettiğini bir kez daha vurguladıklarını aktaran Bakan Akar, “Teröristin dinî ve etnik yapısı olmaz noktasından hareketle ‘terörist, teröristtir.’ tanımıyla mücadelemizi sürdürdüğümüzü belirttik.” dedi.

Türkiye’nin NATO içindeki sorumluluklarını bugüne kadar yerine getirdiğini, bundan sonra da getirmeye devam edeceğini vurgulayan Bakan Akar, “Bazıları bilinçli veya bilinçsiz olarak ‘Türkiye bir yere mi gidiyor’ gibi söylemlerde bulunuyor. Türkiye’nin bir yere gittiği yok. 70 yıldan beri biz NATO’nun şerefli bir üyesiyiz. Sorumluluklarımızın bilincindeyiz. Bugüne kadar sorumluluklarımızı yerine getirdik bundan sonra da yerine getirmeye devam edeceğiz.” dedi.

NATO Karargâhında İngiltere, ABD, Yunanistan, İspanya, Polonya, Macaristan, Romanya, İtalya, Slovenya, Letonya ve Bulgaristan Savunma Bakanları ile gerçekleştirdikleri kısa süreli görüşmelerle savunma ve güvenlik alanlarında görüş alışverişinde bulunduklarını ifade eden Bakan Akar, “Bu görüşmelere bağlı olarak önümüzdeki günlerde çalışmalarımızı sürdüreceğiz.” diye konuştu.

Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki terörist unsurların varlığına ilişkin soru üzerine Bakan Akar, Türkiye’nin tüm komşularının sınırlarına ve egemenlik haklarına saygılı olduğunu vurguladı. Hedeflerinde sadece ve sadece teröristlerin olduğunu dile getiren Bakan Akar, şunları söyledi: “Kürt kardeşlerimize karşı faaliyet gösterdiğimiz şeklindeki söylemler fitne çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya yönelik asılsız iddialardır. Kürtlerin kardeşimiz olduğunun, ekmeğimizi, suyumuzu paylaştığımızın en açık göstergesi şehitliklerimizdir. Örneğin Çanakkale Şehitliğimizde Suriye’den 687, Irak’tan 46, Lübnan’dan 50, Filistin’den 92, Hicaz’dan 11, Libya’dan 20 ve Tunus, Mısır ve Sudan’dan şehidimiz var. Bizim kardeşlik davamızın ne kadar gerçek olduğunu yakın tarihimizdeki olaylar açıkça göstermektedir. Bizim tek hedefimiz teröristlerdir. Asil milletimizi, 40 yıldan beri başına musallat olan terör belasından kurtarmakta kararlıyız. En son terörist etkisiz hâle getirilinceye kadar da mücadelemiz kararlılıkla devam edecek.

Bakan Akar, Türkiye’nin sınırlarını korumakla birlikte NATO’nun da sınırlarının korunmasına katkı sağladıklarını belirterek “Sınırlarımızın hemen yakınında bir terör koridoruna müsaade etmeyeceğimizi söyledik. Yaptığımız operasyonlarla terör koridorunu engelledik.” diye konuştu. Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelere de değinen Bakan Akar, şunları söyledi: “ABD’lilerle Ruslarla yaptığımız mutabakatlar var. Bu mutabakatlarda bize düşen ne varsa en iyi şekilde yerine getirdik, getirmeye devam ediyoruz. Muhataplarımıza da kendilerine düşen görevleri yapmalarını hatırlatıyoruz. Sağlanan bir ateşkes var. Zaman zaman birtakım ihlaller, çatışmalar, saldırılar olsa da genel anlamda alınan tedbirler çerçevesinde ateşkes ve istikrar sürüyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın Soçi’de Sayın Putin ile yaptıkları görüşmeden sonra ortam daha sakin bir hâle gelmişken, 20 Ekim’de Şam’da bir saldırı oldu. Bombalı saldırı sonrasında 14 Suriye askeri, daha sonra rejim unsurları tarafından İdlib’de yapılan saldırılar sonucunda 10 masum insan hayatını kaybetti. İdlib’deki insanlar Şam’daki olaylarla hiçbir alakası olmayan masum insanlardı.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde teröristlerden arındırılan bölgelerde hayatın normale dönmesine yönelik çalışmalarını sürdürdüğünü aktaran Bakan Akar, “Bu çalışmalarımızı bazıları ‘Buralara yerleşiyorsunuz’ diye yanlış yorumluyor. İnsanoğlu su, ekmek, barınma olmadan yaşayamaz. Bizim oradaki çalışmamız bölgedekilerin insani ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik. Bunu başka şekilde yorumlamak doğru değil.” dedi.

İdlib’deki gelişmelere değinen Bakan Akar, “Bizim mevcudiyetimiz önemli. Bizim oradaki varlığımız rejimin katliamlarını engelliyor. Bunun engellenmesi de göç dalgasını ve radikalleşmeyi durduruyor.” diye konuştu.

Yunanistan ile Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta yaşanan sorunlara ilişkin değerlendirmesi sorulan Bakan Akar, Türkiye’nin sorunların iyi komşuluk çerçevesinde, diyalog yoluyla çözümünden yana olduğunu yineledi.

Bununla ilgili temaslarını sürdürdüklerini, Yunanistan Savunma Bakanı Nikolaos Panagiotopoulos ile de NATO Karargâhında görüştüklerini hatırlatan Bakan Akar, “Yunan Savunma Bakanı ile olumlu, yapıcı bir görüşme yaptık. Bu görüşmenin olumlu sonuçlarını önümüzdeki dönemde görmeyi bekliyoruz.” dedi. Şöyle devam etti: “Biz gerilimi artıran, provokatif eylem ve söylemlerin fayda sağlamayacağını her zaman dile getirdik. Bazı siyasi figürlerin, kişilerin bu konuda öne çıktığını, bunun önlenmesi gerektiğini muhataplarımıza söyledik, söylemeye devam ediyoruz. Bu arada bazı ülkelerin de kışkırtma ve teşvikiyle silahlanma başta olmak üzere bazı eylemler ortaya çıkıyor. Bunların orta ve uzun vadede hiçbir yararının olmadığının bilinmesini istiyoruz. Neden? Biz iyi komşuluk ilişkileri içinde beraber yaşamayı, zenginliklerden beraber faydalanmayı ve ülkelerimizin güven ve refah içinde yaşamasına gayret ediyoruz. Bunun dışında NATO’nun içinde olmamıza rağmen birtakım ittifaklar aranmasının hem NATO’ya hem ikili ilişkilere zarar vereceğini, güveni sarsacağını herkesin bilmesi gerekir.

Sn. Akar şöyle devam etti: “Mevcut ittifakların ruhuna, lafzına uygun hareket etmek lazım. İçinde bulunduğumuz NATO ittifakı günümüzde ve tarihteki en güçlü savunma örgütüdür. Dolayısıyla bunun içindeyken bunun dışında başka arayışların uygun olmadığını herkesin görmesi lazım. Eğer müttefikler arasında NATO dışında ayrı bir ittifak olursa bunlar NATO’nun 2030 vizyonuna da aykırıdır. NATO, birlik olmaktan, beraberlikten bahsediyor. Bunların dışına çıkmanız NATO’yu aşındırmak anlamına gelir.

Yunanistan’ın son dönem girdiği silahlanma yarışına da değinen Bakan Akar, “Bu, ‘Türkiye’ye karşı değil’ diyorlar. Peki kime karşı?” diye sordu. Bakan Akar, Türkiye’nin müttefikleri ve ortakları için hiçbir zaman bir tehdit olmadığını belirterek “Türkiye müttefikleri ve ortakları için güvenilir, güçlü ve etkin bir müttefiktir. Bunun herkes tarafından bilinmesi lazım. Ayrıca, ifade edildiği gibi ekonomik problem yaşayan Yunanistan’ın böyle maceralara girmesinin Yunan halkının hayatını daha da zorlaştıracağını görmek lazım.” dedi.

Türkiye’nin ABD’den F-16 tedarikine ilişkin soru üzerine Bakan Akar, “84 milyon nüfusumuzu, 780 bin kilometrekare topraklarımızı ve bu çerçevedeki hak ve hukukumuzun korunması bizim vazifemiz. Bunu nasıl yapacağız? Ordumuzla yapacağız. Ordu ne demek? Personel ve donanım demek. Bunu yerine getirmeye çalışıyoruz. Yani ordumuzu en iyi şekilde teçhiz etmeye çalışıyoruz.” diye konuştu.

Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın liderliğinde savunma sanayisinde yerlilik oranının yüzde 80’lere yaklaştığını dile getiren Bakan Akar, “Birçok ihtiyacımızı yerli olarak karşılayabilecek durumdayız. Bunun dışında karşılamamız gereken ihtiyaçlarımız da var. Bu manada elimizdeki F-16’ların yenilenmesi lazım. Stratejik müttefikimiz, dostumuz ABD’den hem blok 70 Viper F-16 tedariki hem de elimizdeki bazı uçakların modernize edilmesi için teknik çalışma başlatıldı. Süreci takip ediyoruz. Türkiye’nin, TSK’nın güçlenmesi aynı zamanda NATO savunmasının güçlenmesi anlamına geliyor.” ifadelerini kullandı.

ABD Savunma Bakanı Austin ile görüşmesinin nasıl geçtiğine yönelik soruya da Bakan Akar, “30 Ekim’de Roma’da Liderler Zirvesi yapılacak. Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Biden görüşecek. Buradaki temaslarla o zirvenin olumlu, yapıcı, rahat, sorunları çözücü şekilde gerçekleşmesine yönelik elimizden gelen katkıyı sağlamaya çalışıyoruz.” yanıtını verdi.

Suriye’nin kuzeyinden son dönemde gerçekleşen terör örgütü PKK/YPG saldırılarına ilişkin soru üzerine de Bakan Akar, “Olayları çok yakından takip ediyoruz. Yeri ve zamanı geldiğinde gereken yapılır. Hak ve menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bugüne kadar yapıldığı gibi, bundan sonra da yapılacak.” dedi.

AFP’nin haberine göre ABD tarafından Suriye’de El Kaide’ye yönelik hava harekatı düzenledi. Merkez Komutanlık Sözcüsü Binbaşı John Rigsbee yaptığı açıklamada, “Bugün Suriye’nin kuzeybatısındaki bir ABD hava saldırısı, üst düzey El Kaide lideri Abdülhamid el-Matar’ı öldürdü” dedi.

NATO resmi sayfasında Rusya ile ilişkileri özetler mahiyette 5 Rus iddiasına cevap niteliğinde bilgilendirme var. Bunları aynı şekliyle buraya kaydedelim (NATO’nun ifadesidir):

NATO Rusya ile gerçek diyalogla ilgilenmiyor, iddiası: (Cevap) Rusya’nın NATO’daki diplomatik misyonunun ve NATO’nun Moskova’daki Askeri İrtibat Bürosunun çalışmalarını askıya alma ve Moskova’daki NATO Enformasyon Bürosunu kapatma kararından üzüntü duyuyoruz. NATO ve Müttefikler, Rusya ile anlamlı diyalog çağrılarında tutarlılar. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, gerilimlerin yüksek olduğu zamanlarda Rusya ile diyalogun şart olduğunu defalarca vurguladı. Bu, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile yaptığı son görüşmede yinelediği bir mesaj. Genel Sekreter, NATO’nun uzun süredir devam eden NATO-Rusya Konseyi toplantısı düzenleme teklifini de yineledi. Rusya bugüne kadar bu teklife yanıt vermedi. Ekim 2021’de NATO, Rusya’nın NATO Misyonu’nda görevlendirilmemiş Rus istihbarat subayı olan sekiz üyesinin akreditasyonunu geri çekti. Bu karar istihbarat temelinde alındı ​​ve NATO’nun caydırıcılık ve savunmayı anlamlı diyalogla birleştiren Rusya’ya yönelik politikasını değiştirmiyor.

NATO, askeri tatbikatları NATO ile Rus kuvvetleri arasındaki “temas hattından” uzaklaştırma önerisini görmezden geliyor, iddiası: (Cevap) NATO ve Rus kuvvetleri arasında bir “temas hattı” yoktur, ancak NATO Müttefiklerinin uluslararası kabul görmüş sınırları vardır. NATO’nun Müttefik topraklarında konuşlanmaları savunma amaçlıdır, orantılıdır ve uluslararası taahhütlerimizle uyumludur. İttifakımızın doğu kısmındaki gelişmiş mevcudiyetimiz, bir çatışmayı kışkırtmak değil, bir çatışmayı önlemek içindir. Rusya’nın komşularına karşı askeri güç kullanmasına ve Baltık bölgesi ve ötesindeki askeri birikimine bir yanıttır. Rusya’nın önerisinin aksine, bu yılın başlarında Ukrayna’da ve çevresinde Rus kuvvetlerinin büyük bir yığılması da dahil olmak üzere agresif Rus askeri faaliyetlerinin devam ettiğini görüyoruz. Rusya’yı askeri tatbikatlar ve kuvvet duruşu da dahil olmak üzere mevcut şeffaflık kurallarına uymaya çağırıyoruz. Ayrıca Rusya’yı doğrulama önlemlerini geliştirmek için Viyana Belgesini modernize etme sürecine dahil etmeye çağırıyoruz. NATO-Rusya Konseyinde ve ordudan askeriye kanallarımız aracılığıyla risk azaltma ve şeffaflık konusunda daha fazla diyaloğa açığız.

Ukrayna NATO’ya giremez, iddiası: (Cevap) NATO Müttefikleri Ukrayna’nın NATO’ya katılma isteklerini memnuniyetle karşılıyorlar ve 2008 Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna’nın İttifak üyesi olacağına dair alınan kararın arkasında duruyorlar. NATO üyeliğine ilişkin kararlar her bir başvurana ve 30 NATO Müttefikine bağlıdır. Rusya’nın müdahale etme hakkı yoktur ve böyle bir süreci veto edemez. Avrupa’da herhangi bir etki alanı fikrini ret ediyoruz, bunlar tarihin bir parçası ve tarihin bir parçası olarak kalmalıdır. Her ülke gibi, Ukrayna da kendi güvenlik düzenlemelerini seçme konusunda egemenlik hakkına sahiptir. Bu, Rusya’nın da kabul ettiği ve saygı duyması gereken Avrupa güvenliğinin temel bir ilkesidir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Rusya, Paris Şartı, AGİT’in kurulması, Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’nin oluşturulması ve NATO-Rusya Kurucu Yasası dahil olmak üzere kapsayıcı bir Avrupa güvenlik mimarisinin inşasında rol oynadı.

NATO, Rusya’nın silah kontrolü önerilerini reddetti, iddiası: (Cevap) Rusya’nın karadan atılan orta ve kısa menzilli füzelerin Avrupa’da konuşlandırılmasına ilişkin moratoryum önerisi inandırıcı bir teklif değil. Sahadaki gerçeği göz ardı ediyor. Gerçek şu ki, Avrupa’da yeni ABD füzeleri yok, ancak Avrupa’da yeni Rus füzeleri var (SSC-8). Füze sistemi hareketli olduğundan ve hızlı bir şekilde hareket ettirilebildiğinden, Rusya’nın SSC-8’lerinin konuşlandırılmasıyla ilgili herhangi bir coğrafi sınırlama inandırıcı değildir. Rusya, SSC-8 sistemini doğrulanabilir bir şekilde yok etmedikçe, bu moratoryum gerçek bir teklif değildir. NATO, NATO’nun caydırıcılığının ve savunma duruşunun güvenilir ve etkili kalmasını sağlamak için Rusya’nın SSC-8’lerinin oluşturduğu önemli risklere ölçülü bir şekilde yanıt veriyor. NATO yeni bir silahlanma yarışı istemiyor ve Avrupa’da yeni kara tabanlı nükleer silahları konuşlandırma niyetinde değil. Müttefikler silahların kontrolü, silahsızlanma ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesine sıkı sıkıya bağlı kalırlar.

NATO, Rusya’yı çevreliyor ve kontrol altına almaya çalışıyor, iddiası: (Cevap) NATO, amacı üye devletlerimizi korumak olan bir savunma ittifakıdır. Tatbikatlarımız ve askeri konuşlandırmalarımız Rusya’ya veya başka herhangi bir ülkeye yönelik değildir. Bu iddia aynı zamanda coğrafyayı da yok sayar. Rusya’nın kara sınırı 20.000 kilometrenin biraz üzerinde. Bunun on altıda birden (1.215 kilometre) daha azı NATO üyeleriyle paylaşılıyor. Rusya’nın 14 ülke ile kara sınırı var. Bunlardan sadece beşi NATO üyesidir. NATO toprakları dışında, İttifak’ın yalnızca Kosova ve Irak’ta askeri varlığı bulunuyor. KFOR barışı koruma görevi, Rusya’nın da üyesi olduğu BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler yetkisiyle yürütülüyor. NATO’nun Irak’taki savaş dışı misyonu, uluslararası terörizme karşı mücadeleye önemli bir katkıdır ve Irak’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne tam saygı gösterilerek ve Irak hükümetinin talebi üzerine yürütülür. Buna karşılık, Rusya’nın üç ülkede (Gürcistan, Moldova ve Ukrayna) hükümetlerinin rızası olmadan askeri üsleri ve askerleri var.

Bu NATO açıklamaları çerçevesinde Avrupa’da nükleer caydırıcılık konusunda alınacak önlemlerin devam edeceğini, Ukrayna’nın ittifaka girmesi yönündeki çalışmaların devam edeceğini not etmek gerekir. Ayrıca buradan anlaşılan o ki NATO ile Rusya’nın birlikte barışa doğru adım atması yönündeki tek kutuplu dünya algısının sonuna gelindiği buradan anlaşılabilir. Bundan sonraki dönemde restleşmeler daha da artarak devam edecek niteliktedir.

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir O. Pedersen, Cenevre’de süren Suriye Anayasa Komitesi (45 kişiden oluşmaktadır, 15 kişilik 3 grup var) altıncı tur görüşmelerinin hayal kırıklığıyla sonuçlandığını belirterek, “Elde etmeyi umduğumuz şeyi başaramadık. Yeni bir metin sunmamaya karar veren hükümet (Esed rejimi) delegasyonuydu.” dedi.

İki oturum halinde düzenlenen son gün toplantılarının ardından Pedersen basın toplantısı yaptı. 18 Ekim’de başlayan altıncı turda hangi başlıkları anayasa metnine dönüştürmeleri ve anayasa metnini kimlerin sunması gerektiğine dair müzakerede bulunduklarını belirten Pedersen, “İki eş başkan, toprak bütünlüğü ve egemenlik ilkeleri üzerinde anlaştılar. Salı günü muhalefetin ordu, güvenlik ve istihbarat konulu bir anayasa taslağı sunmasına karar verildi. Üçüncü gün, hukukun üstünlüğü taslağının üçüncü delegasyon tarafından sunulmasına karar verildi. Dördüncü gün, hükümet tarafından terör ve aşırılıkla ilgili metnin sunulmasına karar verildi.” dedi.

Pedersen, hafta boyunca toplantılarda iniş ve çıkışlar olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti: “Bugün müzakere ettiğimiz ilkeleri öne çıkarmaya odaklanacak ve geçici bir anlaşmaya veya en azından bazı konularda ittifak etmeye ve neleri kabul etmediğimizi kararlaştırmaya odaklanacaktık. Bugünkü görüşmeler büyük bir hayal kırıklığıydı. Elde etmeyi umduğumuz şeyi başaramadık. Nasıl bir fikir birliğine varılacağı konusunda iyi istişarelerimiz olabilirdi, fakat süreci nasıl ilerleteceğimiz konusunda doğru bir anlayıştan mahrum kaldık. Yeni bir metin sunmamaya karar veren hükümet delegasyonuydu.”

Pedersen’den sonra basın toplantısı düzenleyen, muhaliflerin eş başkanı Hadi el Bahra ise 6’ıncı tur görüşmelerinde rejim heyetinin tutumuna tepki gösterdi. Bahra, “Bu şekilde yeni bir tura gidemeyiz. Eğer mevcut yöntemi değiştirmezsek istediğimiz sonuçları alamayacağız.” uyarısında bulundu. Anayasa Komitesinin görevinin sadece yeni anayasa hazırlamak değil aynı zamanda reform olduğunun altını çizen Bahra, “Önerilerimizi ortaya koyduk, bazı önerilerimizin rejimin taslağındaki önerilerde yer almasından ötürü ortak konular üzerinde ilerleyebileceğimizi düşündük. Ama rejim kendi sunduğu metindeki bazı ifadeleri dahi onaylamadı.” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye Anayasa Komitesinin yapısı kısaca şöyledir: Büyük ve küçük olmak üzere iki yapıdan oluşuyor. Büyük yapı, komite üyelerinin tümünü kapsıyor ve rejim, muhalefet heyeti, sivil toplum temsilcileri olmak üzere 3 gruptan oluşuyor. Küçük yapı ise 3 listeden seçilen 15’er kişiden meydana geliyor ve anayasanın yazımından sorumlu bulunuyor. 45 kişilik yazım kurulunun hazırladığı taslakları, 150 kişilik büyük yapının onaylaması, karar alınması için ise üyelerin en az yüzde 75’inin “evet” oyu vermesi gerekiyor. Komitenin iki eş başkana sahip olması dikkati çekiyor. Muhaliflerin eş başkanlığını eski Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Hadi el Bahra, rejimin eş başkanlığını ise önceki anayasayı hazırlayan komitede de yer alan hukukçu Ahmed Kuzbari yürütüyor.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

24 Ekim 2021/

Kırılma-18

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kavala’yla ilgili açıklama yapan 10 Büyükelçi hakkında ifadesi ve tepkileri

İsrail’in Suriye ve Batı Şeria hamlelerine hazırlıkları

Terörizmle mücadele

Dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Osman Kavalı’nın serbest bırakılmasını isteyen 10 Büyükelçinin istenmeyen adam (persona non grata) ilan edilmesi hakkında Dışişleri Bakanına talimat verdiği konusu üzerine bu tartışma öne çıktı. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Kavala’yı ”Soros artığı” olarak işaret etmektedirler.

Kavala, 2013’te Gezi Parkı Eylemleri protestolarını fonlayanlardan ve düzenleyenlerden olduğu ve 2016’da FETÖ darbeyle bağlantılı bir dizi alternatif suça ilişkin yargı süreci devam etmekte ve 2017’den bu yana hapistedir. İnsan hakları gözlemcisi olan Avrupa Konseyi, Türkiye’ye Kavala’nın yargılanmak üzere serbest bırakılması için 2019 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına uyması için bir uyarıda bulunmuştu. Avrupalı yetkililer şöyle ifade etmektedir, Türkiye 30 Kasım-2 Aralık’ta Kavala’yı serbest bırakmazsa, Strazburg merkezli Konsey, Ankara aleyhine ilk disiplin soruşturmasını başlatmak için oy kullanabilir. Dolayısıyla 10 Büyükelçinin bu ortak çıkışıyla, ki ne şekilde bir araya gelip bu ortak hareket etme iradesini gösterdikleri bilinmiyor, Türkiye hem yargı hem de diplomatik olarak Avrupa Konseyi bakımından alınabilecek bir karara zemin hazırlamış olmaktadırlar.

Her ne kadar 10 Büyükelçinin birlikte hareket etmesinin arkasında ne amaçla ve kim var bilmiyoruz derken, New York Times’da bir yazıda bu işin arkasında Joe Biden olduğu açıkça ifade edildi. Gazetenin İstanbul Büro Şefi Carlotta Gall’ın imzası bulunan haberde “Çağrının ardında ABD Başkanı Joe Biden hükümeti var” ifadeleri yer aldı. Bu kafaları karıştırdı. Eğer böyleyse ABD tarafından dünya kamuoyuna yansıtılmak istenen algı, “Türkiye’de yargı sorunu olduğu“ biçimindedir. Buradan hareketle Kavala’nın yanı sıra ABD tarafından HDP’li Selahattin Demirtaş’ın hapisten çıkarılmasının dahi düşünülmüş olabileceği düşünülmektedir. Hukuk ve diplomasi yoluyla başka bir ülkeye (ki NATO müttefiki) baskı uygulamak, tümüyle bu şekildeki psikolojik baskının günümüzde yeni bir müdahale şekli olduğu düşüncesinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Hemen akla şu geliyor, Biden henüz seçim arifesindeyken bir Tv programında sorulan soruya cevaben, “Türkiye’de (Erdoğan kastedilerek) iktidarı değiştirmenin başka yolunu uygulayacaklarını“ söylemesi acaba bu tarz bir şey mi?

Tepkiler yoğunlaştı. ABD Büyükelçiliği’nden yapılan açıklama şöyle: “Osman Kavala’nın tutuklanmasının üzerinden dört yıl geçti. Davanın, farklı dosyaların birleştirilmesi ve beraat kararından sonra yeni davaların yaratılması yoluyla sürekli geciktirilmesi, Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelemektedir. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz.

Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı verdiği açıklamasına “yılmayacağız” diyerek tepki gösterdi. Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynak da 10 ülkenin konuyu aralarında görüştüğünü söyledi.

Danimarka’nın Dışişleri Bakanı Jeppe Kofod yaptığı yazılı açıklamada, “Ortak bildiride de ifade edildiği şekilde, değerlerimizi ve ilkelerimizi muhafaza etmeye devam edeceğiz,” dedi.

Norveç Dışişleri Bakanlığı’nın baş sözcüsü Trude Maaseide, “Büyükelçimiz sınırdışı gerektirecek herhangi bir şey yapmadı. Türkiye’ye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi altında taahhüt ettiği demokratik standartlar ve hukukun üstünlüğüne uyması çağrısını yapmayı sürdüreceğiz,” dedi ve Türkiye’nin Norveç’in bu konuda görüşlerini çok iyi bildiğini söyledi.

Washington Post’un Kareem Fahim imzalı yazısında, ”Kavala’nın Türk yargı sisteminde demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve şeffaflığa saygıya gölge düşüren yıllarca tutuklu yargılanması ve yargılanmasındaki gecikmeler nedeniyle Türkiye’yi eleştiren 10 büyükelçiliğin kamuoyuna yaptığı açıklamadan beş gün sonra geldi…” açıklaması yapıldı. Reuters, Al Jazeera, New York Times ve Forbes’te de benzer yazılar yer aldı. Bundan başka dünya basını bu konuya yer vermeye başladı.

BBC şöyle yazdı: ”Kavala ile ilgili bu haftaki açıklama ABD, Kanada, Fransa, Finlandiya, Danimarka, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç ve İsveç’in büyükelçiliklerinden ortaklaşa geldi. Yedi tanesi Türkiye’nin NATO müttefikleri. Avrupa’nın başlıca insan hakları gözlemcisi olan Avrupa Konseyi, Türkiye’ye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’yı yargılanmak üzere serbest bırakma kararına uyması için son bir uyarıda bulundu.

AFP’nin haberinde şu ifade var: ”Elçiler Pazartesi günü, Paris doğumlu hayırsever ve aktivist Osman Kavala’nın devam eden tutukluluğunun Türkiye’ye gölge oluşturduğunu söyleyen oldukça sıra dışı bir ortak bildiri yayınladı... Geçen hafta hücresinden AFP’ye konuşan Kavala, Erdoğan’ın yaklaşık yirmi yıllık iktidarına iç muhalefet için yabancı bir komployu suçlama girişimlerinde bir araç gibi hissettiğini söyledi.”

Eleştiriler bir yana, planlı bu diplomasi eylemini ele alalım. Adı geçen ülkelerden birkaçı hukuki bu Kavala meselesi üzerinden giderek, politik bir gelişmeyi planladılar ve bunu diğer ülkelere de konuyu açtılar ise sonuçta Ankara’daki Büyükelçiler ne olacağını biliyorlardı, onlar da talimatı uyguladılar. Eğer bu böyleyse daha ciddi bir durumdur, Türkiye’ye yönelik bir eylemden söz edebiliriz. Büyükelçiler kendi başlarına bir araya gelip böyle Türkiye’ye müracaatta bulunamazlar, onlara kendi Hükümetleri böyle yapın der. Bu nokta önemlidir! O halde Büyükelçiler değil ilgili Devletler muhatap alınır ve ilgili devletler nezdinde girişimleri Türk Dışişleri yapabilir miydi? Başka bir deyişle örneğin Almanya Dışişleri Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı, Fransa Dışişleri Bakanlığı, Kanada Dışişleri Bakanlığı, vs. toplam 10 ülkenin Dışişleri üzerinde bir hamle yapılabilir miydi? Böyle yapılması bu hukuki konu hakkında değil, politik alanda konuşulma imkanı verir miydi?

Bahse konu Büyükelçilerin ülkeleri Türkiye’nin de içinde bulunduğu çeşitli uluslararası örgütlere mensuptur. Bu ülkeler mütekabiliyete esas faaliyetlerde bulunması yanı sıra uluslararası kurumları da harekete geçirerek diplomatik bir eylem planı yapma potansiyeline sahipler. Şu an Türkiye’nin uygulamasını bekliyorlar. Bundan sonra gelişmeleri görmek mümkün olacaktır. Hatta Ekim ayı sonunda Roma G20 zirvesinde de bu konu fazlaca tartışılacak görünmektedir.

Başka konulara geçelim. Al Arabia haberine göre, İsrailli Bakan şöyle diyor: İsrail, Suriye hava sahasında özgürce hareket etmesi için Rusya’dan yeşil ışık aldı. Bunun anlamı şu, İsrail, Suriye’deki İran Devrim Muhafızları unsurlarına ve Hizbullah hedeflerine hava taarruzlarına başlayabilir.

Diğer yandan Dışişleri Bakanlığı: “İsrail Yüksek Planlama Konseyinin önümüzdeki hafta Batı Şeria’daki çeşitli İsrail yerleşimlerinde 3 bin 100 yeni konutun inşasını onaylama planını kınıyoruz.” şeklinde bir mesaj yayımladı.

Dün Ayn el-Arab’a SİHA taarruzu yapılmıştı. Bir araç vurulmuştu. PKK/YPG Terör Örgütü, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Ayn el-Arab kentinde yapılan hava saldırısı sonucu 3 teröristin öldüğünü doğruladı.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

25 Ekim 2021/

Kırılma-19

Sudan’da darbe girişimi

10 Büyükelçi konusu çözülme yolunda

Demirtaş’ın açıklamaları demokrasi mi?

Yargıtay Başkanı Akarca’nın 10 Büyükelçi konusunda açıklaması

ABD Büyükelçiliği ve sırasıyla diğerleri, Viyana Sözleşmesi 41. Madde açıklamasıyla geri adım

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Büyükelçi konusu hakkında açıklaması

ABD’nin tavrı

Sudan’da darbe girişimi olduğu bilgisi var. Sudan’da bir grup askerin sabah saatlerinde Başbakan Hamduk ile ülkeyi yöneten koalisyon hükümeti ortağı partilerin liderlerini gözaltına aldığı bildirildi. Sudan Enformasyon Bakanlığı ise Egemenlik Konseyi üyelerinden bazıları ve geçiş hükümetinin bazı bakanlarının ortak askeri güçler tarafından tutuklandığı bilgisini paylaştı. Gözaltılar sonrası başkent Hartum’da protesto gösterilerinin başladığı ve bazı yollarda göstericilerin lastik yakarak yolları trafiğe kapadığı kaydedildi.

10 Büyükelçi konusu çözüldü sayılır.

Çok sayıda Alman politikacı, hafta sonunda yaptıkları açıklamalarda, Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını talep etti. Yaşanan gelişmeleri, “eşi benzeri görülmemiş bir dış politik gerginlik” olarak tanımlayan Federal Parlamento Dışişleri Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen “Eğer büyükelçiler sınır dışı edilirse bu durumda tüm Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin, birlikte hareket ederek Erdoğan’a aynı şekilde cevap vermeleri ve Türkiye’yle elçilik düzeyinde ilişkileri sona erdirmeleri gerekiyor” dedi. 26 Eylül’de yapılan seçimden sonra görevinden istifa eden Armin Laschet’ten sonra Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi başkanlığı için adı geçen Norbert Röttgen, “Büyükelçilerin, mahkeme kararı olmadan bir kişinin tutuklanmasına karşı yaptığı açıklama, haklı ve yerinde. İnsan hakları sadece bir ülkenin kendi iç meselesi değildir. Bu NATO üyesi olan Türkiye için de geçerlidir” dedi. Röttgen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tarz acıkmalarla, ülkesini Avrupa ve Batı’dan tümüyle başka bir yöne çevirdiğini de söyledi.

Almanya’da yakında kurulması beklenen koalisyon hükümetinin ortaklarından Yeşiller Partisi’nin Federal Meclis Grubu Dış Politika Sözcüsü Omid Nouripour da partisinin hukuk devleti ve demokrasinin ayaklar altına alınmasına seyirci kalmayacağını belirterek “Erdoğan’ın tavrı kabul edilemez ve karşılığında yaptırımları olmalı. Bundan sonra da Erdoğan’a karşı açık bir tonda konuşmamız gerekecek” dedi. Nouripour, Cumhurbaşkanın sözlerinin, kurulacak Alman hükümetine yönelik “sözde ne kadar güçlü olduğunun işareti” şeklinde bir mesaj olduğunu da öne sürdü.

Federal Meclis Başkan Yardımcısı Claudia Roth’sa yaptığı açıklamada, yaptırım çağrısında bulunarak “Erdoğan’ın muhaliflere karşı artan vicdansızca tutumu engellenmeli. Uluslararası çapta yanıt verilmeli ve Türkiye’ye silah ambargosu konulmalı” dedi.

Diğer yandan Almanya’daki siyasi partilerden Team Tödenhöfer’in Genel Başkanı Jürgen Todenhöfer, Osman Kavala’nın serbest bırakılması için bildiri yayımlayıp Türk yargısı hedef alan Büyükelçilere tepki gösterdi. “Neden Birleşik Krallık’ta Julian Assange’ın ya da ABD’nin Guantanamo mahkumlarının hapsedilmesini protesto etmediler?” diye soran Alman siyasetçi, “Korkaklar böyle davranır” dedi.

İç politikada muhalefetin geliştirdiği süreçlerle dışarıdan gelen baskılar birbirini tamamlamaya mı başladı? Önce bu soruyu sorduk. 10 Büyükelçi meselesi, arkasında Joe Biden’ın olduğunun NYT’da ifade edilmesi tartışılırken tam da bu sırada Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Demokrasi Kültürü başlıklı yazısında, “Baskıcı bir yönetimin değişmesi, otomatik olarak demokrasiye geçtiğimiz anlamına mı gelir?” ifadelerini kullandı. Demirtaş yazısında “Önümüzdeki seçimi bu denli önemli kılan, tarihimizde ilk defa bir seçime demokrasi isteğini, demokrasi vaadini merkeze oturtarak gidecek olmamızdır,” dedi.

Demirtaş devam ediyor: “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilince her şey tastamam olacakmış gibi bir hava yaratılıyor sanki. Ben bu bakış açısını son derece yetersiz görüyorum. Devlet yönetimi, eskisine göre kısmen demokratikleşince demokrasi sorunu tümden çözülecek diye düşünenler demokrasiyi zerrece bilmiyorlar kanımca. Oysa demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır. Demokrasiyi inşa edecek olan, giderek bir kültüre dönüştürecek olan esas özne toplumdur, bireydir. Toplum ve bireyler de bunu siyasetle değil, sadece ve sadece eğitimle, sanatla, edebiyatla yapabilir. Çünkü demokrasi bir yasa, anayasa meselesi değil, kültür meselesidir. Anayasa ve yasalar, bu sürece yasakçı olmamakla yardımcı olabilir sadece.”

Demirtaş’ın demokrasiden beklentisi, toplumun içindeki ayrılıkçı unsurların önünde devletin olmaması gerektiğidir. Bunun özgürlük demek olduğunu savunur. Bu vasıtayla HDP, birlikte hareket ettiği diğer siyasilere mesaj vermektedir.

Buradan yola çıkarak Joe Biden’ın belli ülkelere ve rejimlere kendine göre demokrasi dersi vermesiyle, Türkiye’de bölücülük yapan Demirtaş’ın demokrasi anlatımı hakkında bir şeyler söylemeliyiz, acaba ABD’de de toplumlar kendi demokrasi tariflerini yaparlar ise Amerika Birleşik Devletleri, Biden yönetimi, CIA, FBI, Homeland Security, Pentagon, vs. kurumlar, “biz karışmayız” mı desin, bugüne dek böyle mi oldu?

Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, 10 Büyükelçinin tutuklu Osman Kavala’yla ilgili açıklamalarda bulundu. Anayasa’nın 138. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir, talimat veremeyeceğini, genelge gönderemeyeceğini, tavsiye ve telkinde bulunamayacağını” vurgulayan Akarca, şunları kaydetti: “Bahsi geçen sayın Büyükelçilerin sıradan bir şekilde değil de adeta örgütlü şekilde bir araya gelerek, toplu şekilde bildiri yayımlamış olmaları Türkiye’de bağımsız yargıyı, bağımsız yargı mensuplarını, tüm hakim ve Cumhuriyet savcılarını, yüksek yargı mensuplarını derinden yaralamış ve üzmüştür. İnfiale neden olmuştur. Sayın Büyükelçilerin bulundukları ülkenin hukukuna da bağımsız yargının verdiği kararlara da saygılı olmasını beklemek en doğal hakkımızdır. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, 1920 yılında yaptığı konuşmada, ‘Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığının birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez.’ demektedir. Burada bağımsız yargıya hiçbir makam, merci, güç içeride veya dışarıda tavsiye ve telkinde bulunamaz, emir ve talimat veremez. Burada bulunan sayın büyükelçilerin de diplomatik teamüllere uygun olmayan bu davranışlarından büyük ve derin üzüntü duyduğumuzu belirtmek isterim.

Kabine toplanmadan önceki saatlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Bahçeli görüşme yaptılar.

Kabine’nin toplanacağı ve devamında 10 Büyükelçinin istenmeyen adam ilan edileceği saatlerde ise işler değişti. Büyük ihtimalla 10 Büyükelçi ile ilgili ülkelerin Dışişlerinin geri plandaki çalışmaları neticesinde bir yöntem bulundu ve krizin atlatılması yoluna gidildi. Diplomasi tarihine geçecek bu süreç çok önemlidir, her anı düşünülmelidir.

Amerika Birleşik Devletleri Ankara Büyükelçiliği bir twit attı ve Viyana Sözleşmesi 41. maddeye tabi olduklarını ifade etti. Peşinden Kanada, Hollanda, Yeni Zelanda (ve diğerleri olacaktır,) benzer açıklamalar yaptılar.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı’ndan açıklama geldi. ABD Büyükelçiliğinden (ve diğer Büyükelçiliklerden) 10 Büyükelçi ile ilgili meselede Viyana Sözleşmesinin 41. maddeyi teyit eden mesajının olumlu bulunduğu, duyuruldu. Bu maddenin son cümlesi: “Anılan devletin iç işlerine karışmamak da bu şahısların keza görevidir.”

Demek ki tamamından, 10 Büyükelçilik’ten aynı mesaj geliyor. Bunun karşılığında Türkiye Persona Non Grata ilanından vaz geçeceğini açıklayabilir veya bu olay hiç olmamış gibi davranabilir.

10 Büyükelçi meselesinde olumlu bir yol bulundu. Gelecekte ilişkilerin olumlu gelişmesini talep edelim. Olumsuzluğu imkanını kışkırtan mihraklar kendini hemen gösterdi bunlara tevessül etmeyelim. Dışişleri meseleleri itidalle sürdürülür.

Evet, “kırılma” bahsini ortaya atma zamanımız doğruydu. Diplomasi tarihi açısından bir kırılma noktası. Türkiye-ABD ilişkilerinin tekrar olması gerektiği bir noktaya dönmesi için bu bir fırsat ise kırılma noktası. Avrupa’da kolaylıkla Türkiye aleyhine konuşan kesimlerin tekrar söylediklerini düşünmeleri için bu bir kırılma noktası. İç politikayı dışarıdaki kötü niyetlilere göre yapmaya çalışanlar için bu bir kırılma noktası. Şimdi hemen herkes bu konuyu değerlendirecek.

İki organizasyon vardı: Birincisi, ABD’de geri planda olup kendi Büyükelçilerine “bu işi yapın” diye talimat vermesi, ikincisi ise Ankara’da Büyükelçileri toplayan organizasyon. İkisi de sorgulanabilir, nedenleri derin bir biçimde araştırılabilir. Zaman içinde böyle olacaktır da. Ancak organizasyonlar bir yana, burada adı geçen her ülke için ifade edelim, ikili ilişkilerin nasıl seyretmesinden yanayız? Olumlu gelişmelidir. Bu arada kendine fırsat verildiğini zanneden kötü niyetlilerin de derhal görevlerinden uzaklaştırılmalarını isteyeceğiz, en azından vicdanen. Hatta medyada dünyayı kötülüğe sürüklemek istercesine tutum içinde olanların takip edilmemerini sağlayacağız. İşte bu bir fırsat, bu bir kırılma noktası.

Günün sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Büyükelçi meselesi hakkında ne söyleyeceği merak eden konu oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süredir yaşanılan siyasi, ekonomik, toplumsal, diplomatik saldırıların gerisinde bu panik halinin yol açtığı acelecilik ve saygısızlığın bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:

Türkiye’nin nezaketini, teennisiyle davranma tarzını zaaf olarak görerek eski alışkanlıklarına yönelenler, yaptıkları yanlışı kabul etmedikleri sürece hak ettikleri cevabı alacaklardır. Son dönemde bazı ülkelerin büyükelçileri tarafından yapılan hadsiz ve talihsiz açıklamayı da aynı çerçevede değerlendiriyoruz. Bu açıklama herhangi bir kişiyi ve konuyu değil doğrudan ülkemizin yargısını ve egemenlik haklarını hedef almıştır. Her şeyden önce bu tavır ülkemizdeki yargı teşkilatımız, hakimlerimiz, savcılarımız avukatlarımızla birlikte tüm yargı mensuplarımıza yapılmış bir büyük hakarettir. Anayasamızın 138’inci maddesinde belirtildiği şekilde, Türk yargısı kimseden talimat almaz, kimsenin emrine girmez. Kendi yasama ve yürütme organlarımızın bile Anayasa gereği işine karışamadığı yargımızı, bir grup büyükelçinin sigaya çekmesine tahammül edemeyiz.

Dünyada nice acılar yaşanır, zulümler yapılır, adaletsizlikler sergilenirken Türkiye’yi dillerine dolayanların amaçlarının hak, hukuk takibi olduğuna kimse bizi inandıramaz. Bağımsız ve tarafsız yargımızla yargı mensuplarımıza yönelik bu saygısızlığa gereken cevabı vermek, devletin başı olarak herkesten önce bizim görevimizdir. Cumhurbaşkanı olarak, malum açıklamayı yapan büyükelçiler hususunda ülkem ve milletim adına ortaya koyduğumuz tavır, işte bu sorumlu ve samimi duruşun tezahürüdür. Bizim niyetimiz asla kriz çıkarmak değil, ülkemizin hakkını, hukukunu, onurunu, çıkarlarını ve egemenlik haklarını korumaktır.

Bugün aynı büyükelçilikler tarafından yapılan yeni bir açıklamayla Türk yargısına ve Türkiye’ye yönelik bühtandan geri dönüldüğüne işaret eden Erdoğan, “Viyana Sözleşmesi’nin 41’inci maddesine, yani ülkelerin kanunlarına ve nizamlarına uyulacağı, içişlerine karşılamayacağı taahhüdüne bağlılıklarını ifade eden bu büyükelçilerin artık Türkiye’nin egemenlik hakları konusundaki beyanlarında daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz. Ülkemizin bağımsızlığına ve milletimizin hassasiyetlerine saygı duymayan hiç kimsenin, sıfatı ne olursa olsun bu ülkede barınamayacağını da ayrıca ifade etmek istiyorum.” şeklinde konuştu.

Bu süreçte kimin Türkiye’nin ve milletin yanında durduğunun, kimin de ellerin kılıcını çaldığının bir kez daha görüldüğünü vurgulayan Erdoğan, “Türkiye’nin bugün yaşadığı en büyük sancılardan biri de bu tür meselelerde yerli ve milli duruş sergilemeyi bir türlü başaramayan kimi siyasetçi, eski diplomat ve medya mensubundan oluşan güruhtur. Kişisel hırsları, ideolojik saplantıları ve kalplerini karartan kinleri uğruna kendi ülkelerinin aleyhindeki kampanyaların gönüllü aparatlığına soyunan, sözcülüğünü üstlenen mankurtları milletimiz yakından takip etmektedir. Önümüzdeki dönemde güvenlikten ekonomiye pek çok sorunumuzla birlikte inşallah bu hastalıklı zihniyetten de kurtulacağız.” değerlendirmesini yaptı.

Erdoğan, ülke ve millet olarak bu tür çarpıklıklarla, uluslararası medyadan siyasetçisine kadar farklı kesimler üzerinden ilk defa karşılaşılmadığına işaret ederek, şunları kaydetti:

Gezi olaylarında, neredeyse bir ay boyunca ülkemizden yapılan canlı yayınları hatırlayın. Benzer hadiseler çok daha vahim boyutlarda Avrupa başkentlerinde yaşandığında aynı çevreler tek bir karenin bile dışarıya sızmasına izin vermediler. Ülkemizin yakın tarihindeki en büyük ihanetleri olan 17-25 Aralık emniyet, yargı darbe girişiminin ardından kopartılan fırtınaları da hatırlayın. PKK terör örgütünün çukur eylemleri ve HDP’nin 6-8 Ekim kanlı sokak olayları sırasında yaşananları da hatırlayın. DEAŞ’ın ve PKK’nın sınırlarımız boyunca ve sınırlarımız içinde gerçekleştirdikleri kanlı eylemleri de hatırlayın. Elbette 15 Temmuz darbe girişimini hatırlayın. Bunların hangisinde ülkemize her fırsatta demokrasi ve hukuk diskuru çekenlerin haktan, adaletten, meşruiyetten hepsini bir kenara bıraktım, insanlıktan yana tavır aldığını gördünüz mü? Tam tersine bu hadiselerin hepsinde de terör örgütleri ve darbecilerin sırtları sıvazlanmış, Türkiye’nin seçilmiş yöneticileri, diplomasi ve medya kıskacına alınarak pes ettirilmeye çalışılmıştır. Allah’ın yardımı ve milletimizin desteğiyle tüm bu oyunları bozduk, tuzakları boşa çıkardık, hevesleri kursaklarda bıraktık. Hangi engelle karşılaşırsak karşılaşalım ülkemizi 2023 hedeflerine ulaştırma azmimizden zerre kadar geri adım atmadık.

O halde sıra Türkiye’nin içerideki sorunları çözmeye gelecek, örneğin Türkiye’yi dışarıya şikayet emek veya dışarıdan göz kırpan birilerine yanaşarak çıkar elde etmek peşinde koşanlara son bir şans daha verecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu ifade etti.

ABD tarafı ne demiş olabilir? Kısaca değinelim: “Erdoğan’ın açıklamalarını not ettik. 18 Ekim’de Kavala ile ilgili açıklama Viyana Anlaşmasının 41. maddesiyle tutarlıdır. Tüm anlaşmazlıkları dile getirmeye devam edeceğiz. ABD Büyükelçisi Türkiye’dedir.

Ned Price, Türkiye ile iş birliği yapmaya devam edeceklerini vurgulayarak şöyle konuştu: “Biden yönetimi ortak öncelikler üzerinde Türkiye ile iş birliği yapma arayışındadır ve bir NATO müttefikimiz olarak herhangi bir anlaşmazlığın çözümü için diyalog yolunu kullanmaya devam edeceğiz. Önümüze bakmanın en iyi yolunun, ortak çıkar alanlarında iş birliği yapmak olduğuna inanıyoruz ve Türkiye ile pek çok ortak çıkarımız olduğunu biliyoruz.

ABD Basını ne demiş? New York Times “Türkiye Cumhurbaşkanı 10 Batılı Diplomatın sınır dışı edilmesinden geri adım attı” derken, Washington Post “Erdoğan, ABD ve diğer Batılı müttefiklerle olan krizi önleyerek elçileri sınır dışı etme tehdidini azalttı” dedi. Tam tersi iddialar…

Ne anlaşılır? O halde ABD ile meselelerin devam etmesi başka, bu hamleden boşa çıkmaları boşa!

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

26 Ekim 2021/

Kırılma-20

ABD’li 11 Senatörün Türkiye aleyhine mektubu

Beyaz Saray Sözcüsü Psaki’nin açıklamaları

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Flake oldu

Yunanistan-Mısır askeri tatbikatı

Yunanistan, İngiltere ile savunma ve teknoloji anlaşması imzaladı

Biden, Bartholomeos ile görüştü

Erdoğan-Aliyev Fuzuli Havalimanını açtı

Ukrayna Ordusu Donetsk’te Türk SİHA’yı kullandı

Barzani istikrarı bozan PKK terör örgütü aleyhine konuştu

Terörist Cemil Bayık PYD ile PKK ilişkisini ifşa etti

Tezkere onaylandı

Terörle mücadele devam ediyor

ABD’li 11 Kongre üyesi Başkan Biden’a ve Dışişleri Bakanı Blinken’a Türkiye hakkında mektup gönderdi. İfadeler şöyle: “Türkiye’ye F-16 satılmamalı. Yönetim satışı onaylarsa Kongre bunu blok koyar. F-35’ler S-400’den dolayı verilmedi. Türkiye, ABD ve müttefiklerimiz için tehlikedir…” Bu mektubu hazırlayanlar ağırlıklı olarak Yunan kökenliler ve onlara yakın Temsilciler Meclisi Üyeleri. İmzalayanlardan biri Türk Dostluk Grubu Üyesi (Fitzpatrik). Geçen haftadan beri Biden Yönetimine Türkiye aleyhine bu ikinci mektup oldu.

ABD Beyaz Saray Sözcüsü Psaki, Türkiye ile ilgili son yaşanan olaylara ilişkin bazı açıklamlarda bulundu: “Türkiye’deki (Kavala) aktivist tutukluluğunu konuşmaya devam edeceğiz, bu kapsamda özel ve halka açık şekilde kaygılarımızı paylaştık.” Biden ve Erdoğan görüşmesi olacak mı sorusuna cevaben, “bazı ikili görüşmelerimiz için boşluklar var, eklemeler yapılabilir, gün ilerledikçe anlayacağız,” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden’ın ABD’nin Ankara Büyükelçiliğine aday gösterdiği Jeff Flake, Senato Genel Kurulunda onaylandı. Flake Türkiye aleyhine sorulan sorulara verdiği cevapta takipçisi olacağını ifade etmişti. Özellikle Ermeni meselesi üzerinde söylediği dikkat çekti.

Yunanistan, Mısır ile Girit adası güney batısında askeri tatbikat yaptı. Bu iki ülke, Kıbrıs Rum Kesimi de dahil, Nisan 2021’de askeri anlaşma imzalamışlardı.

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias bir savunma ve teknolojik anlaşmasını da İngiltere ile imzaladı. İngiltere’nin nükleer güç sahibi, BM daimi temsilcisi ve Kıbrıs’ta garantör olması nedeniyle önemli olduğunu işaret etti. Ayrıca Dendias, Brexit ile Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere ile ilişkilerinin devam edeceğini açıkladı. Bundan önce Yunanistan, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri ile savunma anlaşması imzalamıştı.

Fener Rum Patriği Bartholomeos Beyaz Saray’da Joe Biden tarafından kabul edildi. Görüşmesinde, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, iklim kriziyle mücadele ve Kovid-19 aşısının dağıtımı hakkındaki konulara değindi.

Türkiye ve Azerbaycan, Güney Kafkasya’da 2. Karabağ Savaşı’nın yaklaşık 8 ay sonrasında istikrara ve refaha ilişkin somut projesi olan Fuzuli Havalimanı’nı açtı, bu ilk proje uzunca süredir yoksul kalan bölgenin imarına ve kalkınmasına ilişkin bir motivasyon sağladı. Bu açılışı müteakip Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Ahmetbeyli-Füzuli-Şuşa ve Ahmetbeyli-Horadiz-Mincivan-Ağbend karayollarının temel atma törenine katıldı. İki liderin verdiği mesaj kardeşlik, dayanışma, müttefiklik türü ifadelerle dile getirildi.

Aliyev: “Zengezur Koridoru bütün Türk dünyasını birleştirecek. Hem Türkiye hem Azerbaycan Zengezur Koridoru’nun gerçekleşmesi için gerekli adımları atacak,” dedi. Aliyev, Erdoğan’ın Kavala olayıyla bağlantılı 10 Büyükelçi konusunda gösterdiği iradeyi sitayişle açıkladı, “bu örnektir” dedi.

Ukrayna, ilk kez Türk Bayraktar insansız hava aracını Donetsk bölgesindeki Hranitne köyü yakınlarında Rus yanlısı vekil güçlere karşı kullandı. Bugün erken saatlerde bir Ukraynalı askerin öldürülmesinin ardından topçu teçhizatını imha etmek için yapıldı. Ayrıca gece saatlerinde Donbass’ın güneyinde bulunan Telmanove hattında Ukrayna Ordusu ile ayrılıkçılar arasından çatışmalar ve karşılıklı topçu atışları gerçekleşti.

Ukraynalı Gazeteci Yuriy Butusov şöyle açıklama yaptı: “Donbass’ta Rus hava ve elektronik harp sistemleri aktif olmasına rağmen Granitnoye yakınlarında konuşlu Rus D-30 obüs bataryasını imha eden Türk yapımı TB-2 SİHA’ya Ruslar müdahale edemedi, ateş edemedi hatta SİHA’yı tespit edemedi.”

Rus Vekil Andrey Medvedev’den Bayraktar TB-2 ile ilgili şaşırtan açıklama: “Bizi, bu İHA’ların AliExpress’ten alınmış ucuz malzemelerle yapıldığına inandıran ‘uzmanların’ fikrini merak ediyorum.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani, “PKK’nın IKBY için baş ağrısı” olduğunu belirterek, “PKK’nın en başından beri Erbil’deki IKBY hükümetinin karşısında durduğunu” söyledi. Barzani, Erbil merkezli Orta Doğu Araştırma Enstitüsü (MERI) tarafından düzenlenen “İstikrarlı bir Orta Doğu için istikrarlı bir Irak” başlıklı forumda konuşma yaptı. IKBY Başkanı, Irak hükümeti ile IKBY arasında 9 Ekim 2020’de imzalanan ve Sincar’daki PKK varlığını sonlandırması öngörülen anlaşmanın PKK nedeniyle uygulanamadığını kaydetti.

Barzani, Türkiye’nin Irak’taki PKK karşıtı operasyonlarına ilişkin, “Operasyonların ana sebebi PKK’dır ve bu Kürdistan Bölgesi için baş ağrısıdır. Aynı zamanda (PKK) Türkiye’de herhangi bir eylem yapamıyor. Ancak bu kaosu Kürdistan topraklarına taşıyor. Yani bu sorunları yaratan temel sebep PKK’dır,” dedi. “Eğer PKK bu sorunları yaratmazsa, biz çok kolayca ve yüksek bir sesle Türkiye’ye ‘bu işi yapman senin hakkın değil’ diyebiliriz” ifadelerini kullanan Barzani, PKK’nın, IKBY hükümetinin kararlarına ve kurumlarına saygı duymadığını söyledi. Barzani, “(PKK) En başından beri çok aşikarca hem parlamento hem de Erbil’deki Kürdistan hükümetinin karşısında durdu” diyerek, IKBY’nin Türkiye ve İran için tehdit kaynağı yapılmaması gerektiğini belirtti.

Terör örgütü PKK sözde liderlerinden Cemil Bayık şöyle dedi: “Suriye’de PYD’nin Rusya ile ilişkileri olduğunu biliyoruz. Rusya’ya yönelik eleştiriler olabilir ama suçlamaları, saldırgan dili doğru bir üslupla görmüyoruz. Bizim Rusya’ya ya da başka bir ülkeye karşı olumsuz bir yaklaşımımız yok.” PKK’nın alenen Suriye’de olduğu bu sözlerden ABD tezlerinin boşa çıktığı görülmektedir.

Türkiye Irak kuzeyinde Zap bölgesi başta olmak üzere terörle mücadele faaliyetlerine devam etti, hava operasyonlarıyla etki sağladı.

Akşam saatleri itibarıyla en önemli konu tezkere oylamasıydı. Sonuçta, Irak ve Suriye’ye asker göndermeyi içeren tezkerenin süresi, CHP ve HDP’nin “hayır” oylarına karşı AK Parti, MHP ve İYİ Parti’nin “evet” oylarıyla 2 yıl daha uzatıldı.

Türk ordusuna ait 130 araçlık zırhlı araç taşıyan konvoy İdlib’e girdi. Bunun yanında Barış Pınarı bölgesinde Tel Abyad batısında da başka bir konvoy hareket halindeydi. Bu askeri faaliyetle Tel Rıfat ve Ayn el Arab istikametini işaret etmektedir.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

27 Ekim 2021/

Kırılma-21

Miçotakis Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye saldırgan dedi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Azerbaycan dönüşü ifade ettiği önemli konular

Sn. İbrahim Kalın’ın ABD’li muhatabıyla görüşmesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Parti Meclisinde söyledikleri

Ankara’da Amerikalı askeri heyetle F-35 toplantısı

Yunanistan Başbakanı Miçotakis şöyle dedi: “Biz güven içindeyiz, bize yönelik jeopolitik bir tehdit olduğunu düşünmüyorum. Günün sonunda Türkiye de Doğu Akdeniz’deki bu saldırgan duruşuyla hiçbir yere varmayacağını anlayacak.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan Azerbaycan dönüşü uçakta gazetecilere bazı önemli konularda detay verdi. Önemine binaen bu konulara bakalım:

Erdoğan, ”Aziz Kardeşim” dediği Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in daveti üzerine, Azerbaycan’a gerçekleştirdiği günübirlik çalışma ziyaretinin verimli bir şekilde tamamladığını söyledi. Azerbaycan’ı son olarak Haziran ayında ziyaret ettiğini hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ”İlham Kardeşimle, Şuşa’nın ardından bu defa da işgalden kurtarılan Füzuli ve Zengilan’da bir araya geldik” dedi.

Erdoğan şöyle devam etti: ”Ziyaretimizde, Azerbaycan’ın, işgalden kurtarılan topraklarında hayata geçirdiği yeniden imar ve kalkınma çalışmalarını yakından gördük. Bölgedeki ekonomik kapasitenin canlandırılmasına, ulaştırma hatlarının ihyasına ve yenilerinin inşasına dair faaliyetleri birlikte incelemiş olduk. Azerbaycan’ın başarılarıyla, en az Azerbaycanlı kardeşlerimiz kadar biz de mutlu oluyoruz. Türkiye olarak, bu projelerin parçası olduğumuz için gurur duyuyoruz. Ziyaretimiz kapsamında, 8 ay gibi rekor bir sürede tamamlanan Füzuli Uluslararası Havalimanı’nın açılışını, kardeşim Cumhurbaşkanı Aliyev’le birlikte gerçekleştirdik. Böylelikle kilit önemdeki bir hava ulaştırma güzergahı, hayata geçirilmiş oldu. Bu havalimanı, sadece Azerbaycan için değil, Kafkasların geneli için de ulaştırma konusunda katma değer sunabilecek potansiyele sahiptir. Azerbaycan’ın, bölgenin kalkınma önceliği yönündeki iradesinin tezahürü olan ve çok kısa sürede tamamlanan bu önemli ulaştırma merkezinin faaliyete geçirilmesinde emeği bulunan herkesi tebrik ediyorum. Ziyaretim vesilesiyle, yine bölgedeki ulaştırma için önemli bir yere sahip olan karayolları inşasıyla ilgili çalışmaları da yerinde inceledik; bunların temel atma törenine iştirak ettik. Şirketlerimiz tarafından bölgede sürdürülen karayolu inşaatı çalışmaları hakkında yetkililerimiz ve çalışanlarımızdan bilgi aldık. Türkiye olarak, bölgesel barış ve istikrarın tesisinde ulaştırma hatlarının önemini her zaman vurguladık. Ziyaretim sırasında, bölgenin yeniden kalkındırılması amacıyla başlatılan akıllı tarım projeleri kapsamında, Zengilan’ı da ziyaret ettik ve buradaki Akıllı Tarım Kampüsünün temelini, kardeşim Sayın Aliyev’le birlikte attık. İşgalden kurtarılan bölgelerde, tarım üretiminin modern ve sürdürülebilir yöntemlerle yeniden başlamasını, 30 yıla yakın süren işgalin çevreye verdiği tahribatın yaralarının sarılması bakımından önemsiyoruz. Azat edilen Azerbaycan topraklarının, yakın zamanda bölgede örnek birer üretim ve refah merkezi olacağına gönülden inanıyorum. Tüm bu alanlarda ilgili kurumlarımız, kuruluşlarımız ve firmalarımız Azerbaycanlı kardeşleriyle omuz omuza çalışıyor.

Aliyev’e İran tarafından “İsrail’i buraya getirdiniz“ şeklinde yapılan bir eleştiri vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu soruldu. Cevabı şöyle: “İlham Bey’le bu konunun da müzakeresini yaptık. İlham Bey kararlı bir duruş içerisinde ve o kararlı duruşundan da herhangi bir taviz vermiyor. Dedi ki ‘Bizim İsrail’e yönelik verilmiş bir tavizimiz yok. Biz İsrail’le her türlü mal mübadelesi içerisinde adım atabiliriz. Farklı ülkelerle nasıl adım atıyorsak, burada da aynı şekilde İsrail’le bu tür ilişkilerimiz vardır ve bundan sonra da olacaktır.’ Bu konularda da ülkeler birbirlerinin karar mekanizmalarını etkilememeli, etkileyemez. Temennimiz odur ki İran da burada aklıselim ile hareket ederse İran ve Azerbaycan arasında herhangi bir sıkıntı yaşanmamış olsun.

10 Büyükelçi konusu soruldu ve şöyle cevaplandı: “Bizim atmış olduğumuz adım birilerine gövde gösterisi değil, sadece Türkiye’de görev yapmakta olan büyükelçilerin Türkiye’nin iç işlerine müdahil olmaması anlamındadır. Herhangi bir büyükelçi görev yaptığı ülkenin iç işlerine müdahale yetkisine sahip değildir. Viyana Sözleşmesinin 41’inci maddesini bunların benden daha iyi bilmeleri lazım. Çünkü büyükelçilerin kendileriyle ilgili bu tür sözleşmeleri adım adım uygulaması lazım, adım adım takip etmesi lazım. Kaldı ki sen Türkiye’de görev yapıyorsun; Türkiye’de görev yapan bir büyükelçi, Türkiye’nin bir kabile devleti olmadığını bilmesi lazım. Türkiye gibi böyle kadim bir tarihe sahip olan bu ülkede görev yapan büyükelçi neyin nereye varacağını çok iyi bilmesi lazım. Eğer bunu bilmiyorsa Viyana Sözleşmesinin 41’inci maddesini onlara hatırlatmış olduk. Olay bu kadar basit. Tabi Amerika’nın büyükelçisi de bu işe karıştığı için herhalde Biden nezaket gösterisinde bulundu ve ilk açıklama oradan geldi. Zaten Amerika’dan açıklama gelince diğer 9 tanesi de ona tabi olmak suretiyle bu iş böylece kapanmış oldu.

“Erdoğan geri adım attı mı“ diye sorulduğunda ise cevap: “Ben nasıl geri adım attım? Ben taarruzdayım. Benim kitabımda geri adım atmak yok… Benim herhangi bir beklentim yok. Benim sadece tek beklentim var; biz bildiğimizi okuruz. Konsey bildiğini mi okur; okusun. Onlar ne okuyor; dinleriz, görürüz. AİHM’inkini de Konsey’inkini de dinleriz; dinledikten sonra da biz üzerimize düşeni yaparız. Gereği neyse bunu yapacağız. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak bu makamda bulunduğum sürece üzerime düşen görevi dört dörtlük yaparım. Acaba şu ne der, bu ne der; bunlara hiç bakmam. Benim aldığım terbiye bu, yetişme tarzım bu. Ölene kadar da aynen bu istikamette devam ederim, devam edeceğim.

Erdoğan devam etti: “… Bunlardan biri de geçmişte Bakü’de büyükelçi olarak görev yapmıştı, şimdi CHP’de güya siyaset yapıyor. İlham Bey’le konuşurken o bile ‘Ben bu adamı bir daha bu kapıdan içeri sokmam’ dedi. Çünkü Azerbaycan’a da ihanet etti. Sen önce bir defa büyükelçilik yaptığın ülkenin siyasetine saygılı olmayı öğren. Bunu öğrenmedi ki bu adam. Şu anda da rastgele işte nasıl olduysa siyaset yapıyor. Biz bu tür siyasetçileri cepten çıkarıyoruz. Bunların siyaseti öğrenmeleri için daha çok fırın ekmek yemeleri lazım. Bunlar büyükelçilik yapmış, siyasetçilik değil. Siyasetçilik başka bir şey, büyükelçilik başka bir şey.
 
F-16 ve Biden ile görüşme konusu soruldu, cevap: “Roma’nın gündemi ile Glasgow’un gündemi şu anda değişmiş gibi gözüküyor. Büyük ihtimalle Roma’da değil ama Glasgow’da görüşmemiz olacak. Bu görüşmede de tabi ki en önemli maddemiz; malum bizim F-35 konumuz var. F-35’le ilgili olarak bizim 1 milyar 400 milyon dolarlık yapmış olduğumuz bir ödeme var. Bu ödemeyle ilgili olarak da tabi ki bunun bize geri ödeme planının nasıl olacağını kendileriyle görüşmemiz gerekecek. Bu konuda mükaleme ne getirecek ne götürecek; onu kendileriyle görüşerek öğreneceğiz. Alt düzeyde aldığımız bazı bilgiler var. Bize F-16 verme konusunda gelen bazı bilgiler… Bize gelen bilgi, bunlarla bu işi ödeme gibi bir plan olduğu yönünde. Bu doğru mudur, değil midir; bunları kendilerinden öğreneceğiz. En üst düzeyde de bunu tabi benim Sayın Biden ile konuşmam isabetli olacaktır. Eğer böyleyse ona göre bir anlaşma yoluna gitmiş olacağız.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ABD Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile telefonda görüştü. Görüşmede; F-35, Afganistan, Libya, Karabağ, Yunanistan ve Doğu Akdeniz konuları ele alındı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Parti Meclisi konuşmasında yine detaylı bilgiler verdi.

Dün TBMM Genel Kurulu’nda, Türkiye’nin Irak ve Suriye topraklarına terörle mücadele amacıyla sınır ötesi operasyonlar yapabilmesi için Cumhurbaşkanı’na verilen yetkinin 2 yıl uzatılması ile ilgili bir tezkere oylandığını anımsatan Erdoğan, esasen bu tezkerenin Türkiye’ye yönelik sınır ötesi terör tehditlerine karşı uzun yıllardır devam eden rutin bir uygulama olduğunu; son 71 yılda 76 ayrı tezkerenin Meclis’te görüşülüp ve kabul edildiğini söyledi.

Suriye ve Irak ile ilgili tezkerenin amacı da sınırlarımız boyunca kurulmak istenen terör koridoruna izin vermemek ve ülkemize yönelik terör saldırılarını kaynağında kurutmak” diyen Erdoğan, bu tehdidin PKK, YPG’nin yanında DAEŞ gibi terör örgütlerinden de kaynaklandığını ifade etti.

Son tezkere oylaması öncesinde HDP yöneticileri CHP’ye bir çağrı yaptıklarını hatırlatan Erdoğan şunları kaydetti: “Bu çağrıda, HDP’nin içinde fiilen yer aldığı ama resmen varlığının inkar edildiği siyasi ittifakın devamı, CHP’nin tezkereye destek olmaması şartına bağlanıyordu. Hatta bununla da kalınmayarak CHP açıkça tehdit ediliyordu. Tabii böyle bir durumda onurlu bir partinin ve liderin çıkıp ‘Siz kim oluyorsunuz da bizi tehdit ediyorsunuz, biz kendi politikamızı kendimiz belirleriz.’ diyerek HDP’lilere ağızlarının payını vermesi beklenirdi. Ama karşımızda maalesef artık böyle bir CHP mevcut değildir. CHP yönetimi oylamaya saatler kala tezkereye ‘hayır’ diyeceklerini ilan etti. Biz bugüne kadar nasıl CHP ve iplerini ellerine verdiği efendilerine rağmen ülkemizin güvenliğini sağlayacak adımları atmışsak bundan sonra da atmayı sürdüreceğiz.”

Erdoğan, Türkiye’yi Suriye’den dışlamak isteyenlerin kullandığı argümanların ve sergilediği çirkefliklerin hepsinin, soru olarak önlerine koyulduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tamam biz kimin kılıcını çaldığınızı biliyoruz da siz kendinizi bu kadar belli etmeyin bari. Hiç şüphesiz burada asıl önemli olan; ülkemizin en büyük 2. partisi durumundaki CHP’nin, terör örgütünün oyuncağı HDP’ye teslim olması, HDP’ye biat etmesi, HDP’ye boyun eğmesidir. Hem demokrasimiz adına hem milli güvenliğimiz adına ne kadar üzüntü verici, ne kadar hazin bir tablo” diye konuştu.

Kendilerine ‘Mustafa Kemal’in askerleri’ diyenlerin, onlara ‘Mustafa Kemal’in itleri’ diyerek hakaret edenlerin dümen suyuna girdiğini görmek bizim bile ağırımıza gidiyor” ifadesini kullanan Erdoğan, şunları kaydetti: “Allah, CHP’ye gönül veren vatandaşlarımızın sabrını artırsın. Anlaşılan o ki CHP yönetimi bu fotoğraftan herhangi bir rahatsızlık duymuyor. CHP Genel Başkanı’nın askerliği, çocuk oyuncağı veya televizyon şovu sanan cehaletini de milletin takdirine bırakıyorum. Küresel ve bölgesel askeri iş birlikleri, diplomatik incelikler, ülkenin ve milletin menfaati için atılacak adımlar konusunda en küçük bir fikri, daha doğrusu böyle bir derdi olmayanla bu hususları konuşmak bile abestir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin muharip gücünün tamamının profesyonel askerlerden oluştuğunu bilmeyecek, sınır ötesi harekatlarının sokaktan toplanan rastgele kişilerle yapıldığını sanacak kadar cahil bir tiple karşı karşıyayız. Bizim Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanı olduğumuz doğrudur. Asıl sorulması gereken soru Kılıçdaroğlu’nun nasıl olup da HDP’nin emir eri konumuna geldiğidir.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak göreve başlayacak Jeff Flake’in Senatoda konuşmasında yine Türkiye aleyhine çalışacağına dair sinyaller vardı: “... Daha fazla CAATSA yaptırımını tetikleme riski taşıdığı konusunda Türkiyeyi uyaracağım… NATO müttefiki statüsüne uymaya zorlayacağım…

Gece yarısı açıklaması: ABD ve Türk yetkililer Ankara’da F-35 konusunda görüşme yaptı ve bir sonraki görüşme Washington’da olacak.

Konuya ilişkin yazılı açıklamada yapan Pentagon, Sözcüsü Yarbay Anton T. Semelroth Avrupa ve NATO Politikası Baş Direktörü Andrew L. Winternitz ve Savunma Bakanlığı Tedarik ve İkmalden Sorumlu Müsteşarlığın Planlama, Programlar ve Analiz Direktörü Melissa Benkert’in öncülük ettiği Savunma Bakanlığı heyetinin 27 Ekim’de Ankara’da temaslarda bulunduğunu belirtti.

Yarbay Semelroth, heyetin, “Türkiye’nin F-35 programından çıkarılma sürecinin 23 Eylül’de nihayete erdirilmesi” konusundaki anlaşmazlıkların çözümü için görüşmeler yaptığını ifade etti. Görüşmede Milli Savunma Bakanlığı’ndan yetkililerin bulunduğunu kaydeden Sözcü, “Toplantı, Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin Türkiye’nin F-35 programına önceden katılımını saygıyla sonuçlandırma taahhüdünü göstermektedir. Tartışmalar verimli geçti ve delegasyonlar önümüzdeki aylarda Washington D.C’de tekrar bir araya gelmeyi planlıyor.” ifadelerine yer verdi.

Bu da gösteriyor ki F-35 konusu Türkiye ve ABD açısından bitmiş ve her iki taraf bunun üzerine görüşmelerini sürdürüyor. Bu toplantılar ödemenin geri alınması gibi kalan konuların ne şekilde çözümleneceğini belirlemek için yapılıyor.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

28 Ekim 2021/

Kırılma-22

Rus savaş uçakları Kamışlı’da

MSB’nin F-35 toplantısı açıklaması

Çavuşoğulu’nun 10 Büyükelçi olayını açıklaması

Dün Suriye’de Rusya savaş uçaklarının Türkiye’ye çok yakın Kamışlı Meydanına intikal ettikleri gözlendi. Bilinen endişelerin yanı sıra bu uçakların ABD müdahalesine karşı da bir varlık gösterisi olması bakımından bölgeye geçici intikal ettirildiği düşünülebilir.

Yine dün gece F-35 konusunda Ankara’da yapılan toplantı ile ilgili Milli Savunma Bakanlığı resmi açıklamasını bu sabah yaptı. İfade ettiğimiz gibi konu artık mali, geri ödemelerle alakalı bir durumdadır.

F-35 konusunda mali konular konuşuluyor programa tekrar dahil olma bitti. Olası Erdoğan-Biden görüşmesi öncesinde başlatılan bir süreç. Şimdilik F-16 talebi alacak 1.4 milyar $ karşılığı bu mali F-35 görüşmesi içinde bir madde olarak yer almaktadır, sonra bütün olarak ele alınır.

10 Büyükelçi konusunun perde arkasını Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan öğrendik. Açıklamadan öne çıkanlar şöyle: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı üzerine sınır dışı işlemlerine başladık, Pazartesi Kabine’ye arz edecektik. Cumhurbaşkanımızın Eskişehir konuşmasından sonra panik daha da derinleşti. Hazırlıklarımızdan haberdar olan elçiler arasından bavullarını toplamaya başlayanlar olmuş. Yapılan açıklama hangi açıdan bakarsanız bakın kabul edilemez bir açıklama. İnsanlar uluslararası platformlarda görüşlerini dile getirebilir, ancak diplomatların bunu yapmaları yanlış, ülkeye ve yargıya talimat verme amacıyla yaptılar. Hemen arkadaşlarımıza talimat verdim, ‘Hepsini çağırın, hadlerini bildirin’ dedim. Açıklamanın arkasında Biden yok, Nordik ülkelerin önerileri sonucunda hazırlanmış bir metin. Bizim edindiğimiz bilgiye göre, genç diplomatlar tarafından hazırlanan açıklamaya onay vermişler. Bazıları açıklama için onay almış. Osman Kavala Soros’un adamı, Gezi eylemleriyle meşru hükümeti devirmeyi amaçladı. FETÖ’nün de Gezi olayları içerisinde olduğunu görüyoruz, hangi ülke bunu kabul edebilir?

(Biden Erdoğan görüşmesi hakkında) Görüşme teklifi ABD tarafından geldi. Öyle görünüyor ki bu görüşme Glasgow’da olacak, görüşme saati üzerinde çalışılıyor. ABD, Türkiye’yi F-35 programından haksız yere çıkardı, gerekçesi de S-400. F-35 uçaklarının alımı için ödeme yapıldı ancak henüz bize uçak teslim edilmedi. Türkiye’nin ya F35 programına geri dönmesi lazım, ya da Türkiye’nin parasını ödediği F-35’lerin Türkiye’ye verilmesi lazım, bu da olmayacaksa paranın geri verilmesi lazım. CAATSA yaptırımında F-35 var, ancak yaptırım kapsamında olmayan birçok ürün var. Tabii burada esas olan silahlı kuvvetlerimizin ihtiyacıdır. ABD’den bir heyet geldi, görüşmeler devam edecek. ABD Kongresi’nin kararlarında Türkiye düşmanı lobilerin de etkili olduğunu görüyoruz. ABD yönetimleri Patriot’ları bize satmadı. Cumhurbaşkanımızın korumalarının basit silahlarına bile izin vermediler. Biz de ihtiyaçlarımız doğrultusunda başka kaynaklara yöneldik. Amerikan yönetimi kararlı durursa kongreyi etkiler.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

29 Ekim 2021/

Kırılma-23

Cumhuriyet

Ülkede 29 Ekim kutlamaları yapılırken bir Cumhuriyet tartışması yapılır mı? Yapılıyorsa bu kabul edilebilir mi? Tartışma Cumhuriyet zemininde değildir, aslen Demokrasi hakkındadır. Demokrasi kültürü sürekli gelişir, tartışmaya değerdir.

Önce kavramsal olarak bakalım. Cumhuriyet (halk yönetimi, republic) bir rejimdir. Bu rejimde yöneteni toplumun kendisi seçsin, egemenlik milletin kendisinde olsun düsturu hakimdir. Sistemde parti gerekir; tek olsa da çok olsa da. Demokratik, dini, oligarşik, sosyalist cumhuriyetler olur. Atatürk henüz 1920’lerdeyken demokratik cumhuriyeti seçmiştir.

Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nde komünizm var. Rusya’da oligarkların egemenliği var, seçim de oluyor, bu bir yönetim biçimidir, ama Rusya’da kimse bunun bir cumhuriyet olup olmadığıyla pek ilgilenmemektedir. İran dini bir rejimdir. Cumhuriyet rejimiyle beraber adı İran İslam Cumhuriyeti’dir. Seçimler yapılıyor, değil mi? Ama nasıl? Suriye’de de Irak’ta da seçimler yapılıyor. Demek ki yeterli olmayan çok şey var. 

Politik amaçla ifade edelim. ABD’deki Joe Biden yönetimi, önceki Demokratlar da dahil, dünyada ortak gelişmenin Batı tipi liberal demokrasi ile olabileceğini ifade ederken, rakiplerinin de aynı sisteme dahil olmalarını istemekte ve bunu ulusal tehdit dokümanlarında ifade etmektedir. O halde şöyle, Batı kapitalizminin ana merkezi ABD, küresel ve/veya enternasyonel politikaları için liberal demokrasi yolunu önermektedir veya kullanmaktadır.

Modern cumhuriyet kavramı Fransa’da gelişti, ulusçuluk (nasyonalist) bu şekilde açıklanır oldu ve bu husus imparatorluklar dönemini bitiren temel faktörler arasına girdi. Dünya Savaşları zamanında özellikle Avrupa’da faşizm yaygınlaştı. Almanya’da Nazi döneminde Nasyonal Sosyalizm vardı. O günler geçti, bugün Avrupa demokrasiler için örnek olduğu gibi kendi içinde bir Birlik kurarak yer kürede tek bölgesel entegrasyonunun tamamlamış yapıyı tarif etti. Birlik’in politik değerleri; liberal demokrasi ve ulusal federatif devletler.

Günümüzde Batılı devletlere bakalım. Fransa’da demokratik cumhuriyet var. Parlamenter demokrasiyi, sekülerizmi (laisizmi) ve yarı başkanlık sistemini kabul etmiştir. Sekülerizm, liberal demokratik tezdir. Fransa’da çok sayıda parti vardır. İdeoloji liberal ve neoliberaldir, küreselcidir (globalist). Almanya’da federal bir cumhuriyet var. Federal Almanya Cumhuriyeti tam bir parlamenter demokratik cumhuriyet örneğidir. Amerika Birleşik Devletleri de benzer biçimdedir, ancak başkanlık demokrasisiyle idare edilir. ABD yönetimini demokrasi kavramına değindikten sonra açıklayalım.

Demokrasi (halk iktidarı) cumhuriyetin uygulama biçimidir. Demokraside asgari olması gerekenler; seçim, en az iki parti, özgürlük, eşitlik, temsil, güçler ayrımı.

ABD’de esas aktör konumunda iki parti var; Demokratlar ve Cumhuriyetçiler. Bu ülkede Demokratlar liberal ve neoliberaldir, küreselcidir (globalist). Fransızlar gibi sekülerizm, liberal demokratik (özgürlükçü, eşitlikçi, globalist) tezdir. ABD’de daha çok Demokratlar savunur. Buna karşılık Cumhuriyetçiler muhafazakardır (konservatif), ulusalcıdır (nasyonalist, milliyetçi), uluslararası sistemle ama nihayetinde Amerikan emperyalizmi bağlamında Amerikan Enternasyonalizmi’ni hedefler. 

Gelelim Türkiye’ye. Kuruluş düşüncesi önemlidir, temeller burada atılır ve gelişim bu doğrultuda ilerler. Atatürk’ün ideolojisi sosyalist, Marksist, komünist, anarşist, faşist, vs. değildi; sosyal demokrasiyi ve siyasal liberalizmi kabul etti. Atatürk, Yeni Türk Devleti’ni baştan itibaren demokratik esaslı bir cumhuriyet temeline oturttu. Bu önemli noktayı tekrar ediyorum, Atatürk bilerek ve hesaplayarak, gömleğin ilk düğmesini doğru iliklemiş, sonra doğru gitmiştir.

Atatürk döneminden bugüne pek çok şey yaşandı. Aslında dünyada da çok şey yaşandı. Hepsini birlikte düşünmek gerekir. Örneğin bugün bir Hitler veya Soğuk Savaş yoktur. Ama ne var? ABD’nin iddia ettiği Batı Kapitalizmi.

Bugün Türkiye’de çok partili sistem var. Son merhalede Türkiye, Başkanlık sistemine geçince partiler güç birliği yapmak durumunda kaldılar, halen iki ittifak altında siyaset yapılıyorlar. Her ne kadar isimlerine Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı dense de her ikisi de etimolojik olarak fazlaca farklı sayılmazlar, fark politikadan kaynaklanır. 

Bugünün siyasi tablosuna bakarak iki ana partiyi (iktidarı ve ana muhalefeti) kavramsal yönden açıklayalım. Partiler kendilerini başka şekillerde tarif ediyor olabilirler, ben tamamen kendi açımdan bakıyorum, şöyle:

Adalet ve Kalkınma Partisi muhafazakâr, özellikle 2015 sonrasında ulusalcı (milliyetçi), bir yönüyle de neoliberal muhafazakâr bir partidir. Başkanlık demokrasisini savunur (sistemin kurucusudur).

Örneğin bugün AK Parti, ABD’de iktidarda olan Demokrat Joe Biden ile politik taban bakımından zıttır. Demokrat Biden, başta belirttiğim politikası gereği, AK Parti’yi otokratik demokrat olarak tarif ediyor. Aynı zamanda bu durum AK Parti’nin karşısında olan Millet İttifakı tarafından kabul gören bir siyasi tariftir. Buna karşılık Cumhur İttifakı’nın bir diğer partisi Milliyetçi Hareket Partisi, ABD’nin bu politikaları doğrultusunda tamamen AK Parti ile ortak görüşe sahiptir.

Buna karşılık, adında her ne kadar cumhuriyet olsa da ABD’dekine benzer kriterlerle söylersek, bugünkü Cumhuriyet Halk Partisi; küreselcidir (globalist), liberal demokrattır, sekülerizmi savunur. Örneğin bugün CHP, açıkça ifade etmemekle birlikte, Demokrat Biden ile siyasi taban bakımından örtüşür ve desteğini alacak politik yaklaşımı gösterir. Millet İttifakı olarak parlamenter demokrasiyi savunur, en azından bunu söyleyebiliriz. 

Denecektir ki; kurucu Atatürk’ün CHP’si nerede, bugün CHP Atatürkçü politika yaptığını ifade ediyorsa bunun manası nedir, Atatürk bugünün dünya konjonktürüne bakarak ne tür bir politik çizgi izlerdi? Başta Atatürk’ün CHP’si ulusalcı (milliyetçi) ve sosyal demokrat idi. Bugünkü CHP’nin sosyal demokrasi ile ilgisi yoktur, liberalizm hakkında temel bir politikası da fark edilemiyor. Ancak Atatürk bir rasyonalist idi, bugün dünyaya bakar, başka şeyler söyleyebilirdi.

Atatürk önce asker kimliğiyle önderlik etmiş, beka nedir gayet iyi bilen bir dehadır, politikasını da inşa ederken en iyisi neyse o yöne doğru bir çizgi oluşturmuştur. Bu yaklaşımla Cumhuriyet döneminde Hatay’ı sınırlarına katmış bir Atatürk gördük. Örneğin Atatürk sağ olsaydı, 12 Adalar meselesinde İsmet İnönü tarafından izlenenden farklı bir politikayı izleyebilirdi. Kenan Evren’in Yunanistan’ı tekrar NATO’nun askeri kanadına almayı kabul etmesi gibi bir kararı vermezdi. Bugün ABD’nin güney sınırımıza bir garnizon devletçik kurma girişimine ne yapar yapar karşı dururdu, engellemek için savaş verirdi. Atatürk’ün yöntemleri öngörülü olurdu ve adımlarını zamanında eksiksiz atardı. Temellerini attığı milli silah sanayii için günbegün somut kazanımlarla bugün bu alanda söz sahibi olunmasını sağlardı.

Tanımladığım iki partinin dışındakilerin tanımını siz yapabilirsiniz. Bunu yaparken özellikle bazı partiler için göreceksiniz, Türkiye’de siyaset yelpazesinden kaynaklı tarif sorunu olup olmadığını, partiler kanununa göre yapılan tarif ile kendilerini tarif etme biçimlerinin, hatta günlük siyaset çizgileri bakımından çok farklı olduklarını siz de göreceksiniz. Şöyle sorabilirsiniz, o partilerdekilerin kendisi partilerinin nasıl tanımlıyor olabilirler?

Bir ülkede demokratik kültür yerleşmişse cumhuriyetçilik tartışmasına hiç gerek yoktur. Ülkede halen cumhuriyet tartışması yapılıyor, bu yapay veya politik amaçlı bir tartışmadır. Hatta bunu rejim tartışması gibi sunanlar bile var. Olması gereken demokrasinin gereğidir; anayasal, partiler ve seçim kanunları, vs. yönleriyle. Kendini tanımlayamayacak veya tanımlasa bile çelişkili yönleri olan politika yapılacaksa, buradan sonuç almak elbette mümkün olmayacaktır. Bu çelişkili durum cumhuriyete, demokrasiye ve milletin (basitçe toplumun) kültürel yapısına zarar vermektedir, başka çelişki yumakları doğurmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 98. yıldönümünde düşünmemiz gerekenler bellidir, ilerilere gitmek, refahımızı ve güvenliğimizi daha da artırmaktır. İç ve dış politika olacaktır, bunu böyle bilelim. Tartışma konusu herkes için geçerli olan demokrasi kültürü zeminindedir!

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

30-31 Ekim 2021/

Kırılma-24

G20 Liderler Zirvesi

Küresel Asgari Kurumlar Vergisi Anlaşması

Yapılacak Erdoğan-Biden görüşmesi

İran nükleer anlaşmasına dönüş

Ukrayna SİHA meselesi

Yemen’de terör

Biden ile görüşme ve G20 sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Basın Toplantısı

Roma’da G20 Liderler Zirvesi gerçekleştirildi. Daha sonra liderler İklim Zirvesi için Glasgow’a geçilecek.

G20 Dönem Başkanı İtalya’nın, Roma’daki Nuvola Kongre Merkezi’nde düzenlediği G20 Liderler Zirvesi’nin açılışı, ev sahibi İtalya Başbakanı Mario Draghi’nin konuklarını karşılamasıyla yapıldı. Draghi, konuklarını karşıladı, aile fotoğrafı çekildi. Liderler, daha sonra “Küresel ekonomi ve küresel sağlık” temalı birinci çalışma oturumuna geçti. Zirvede, salgın döneminde ekonomik toparlanma, aşılama kampanyası ve salgın döneminde sağlığa ilişkin öne çıkan gelişmeler ele alındı.

G20 liderleri, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) çok uluslu şirketler küresel asgari kurumlar vergisi anlaşmasını onayladı. ABD Hazine Bakanı Janet Yellen yaptığı yazılı açıklamada, G20 liderlerinin, OECD’nin çok uluslu şirketlerin faaliyette bulundukları ülkelerde 2023’ten itibaren en az yüzde 15 oranında vergilendirilmesine yönelik 136 ülkenin kabul ettiği anlaşmayı onayladıklarını bildirdi. G20 liderlerinin “küresel bir asgari vergi de dahil olmak üzere yeni uluslararası vergi kuralları konusunda tarihi bir anlaşmayı” onayladığını belirten Yellen, asgari verginin onaylanmasının ABD’li şirketlere ve onların çalışanlarına “yarar” sağlayacağını aktardı. Yellen, “Bu anlaşma, küresel ekonomiyi Amerikan iş dünyası ve işçileri için daha kazançlı bir yer haline getirecek.” değerlendirmesinde bulundu.

OECD, 8 Ekim’de aralarında ABD, Çin, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya ve Türkiye’nin de yer aldığı, küresel Gayrisafi Yurt içi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 90’ınından fazlasını temsil eden 136 ülkenin uluslararası vergi reformuna yönelik anlaşmayı kabul ettiğini açıklamıştı. Anlaşma; Google, Amazon, Microsoft ve Facebook gibi internet şirketleri de dahil olmak üzere küresel şirketlerin 2023’ten itibaren en az yüzde 15 vergi oranına tabi tutulmasını sağlayacak. OECD’nin 2012’de bu yana üzerinde çalıştığı ve 140 ülke arasındaki müzakereleri koordine ettiği küresel kurumlar vergisi düzenlemesi, ABD’de Biden yönetiminden temmuz ayında gelen destekle küresel ekonominin gündemindeki yerini yeniden almıştı. Söz konusu anlaşmanın, çok uluslu şirketlerin cazip vergi oranları sunan İrlanda ve Macaristan gibi ülkelerde genel merkezleri kurarak vergiden kaçınmalarını zorlaştırması bekleniyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, zirve kapsamında art arda bazı ikili görüşmeler yaptı. Erdoğan, İtalya Başbakanı Mario Draghi, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Hollanda Başbakanı Mark Rutte ve Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo ile bir araya geldi.

31 Ekim Pazar günü TSİ 12:10’da Roma’da Erdoğan-Biden görüşmesi yapılacak, 20 dakikalık bir görüşme olacak, takip edeceğiz. ABD’li yetkili Biden’ın görüşmede Erdoğan’a “Krizlerden kaçınılması gerektiğini ve düşüncesizce eylemlerin iki ülkenin müttefikliğine fayda sağlamayacağını söyleyeceğini” ifade etti.

G20 vesilesiyle bir arada bulunan dört ülke ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa liderleri İran ile nükleer anlaşmanın tekrar başlatılması hususunda olumlu bir görüşme gerçekleştirdi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bir görüşme yaptı. Burada öne çıkan konu, geçtiğimiz gün Donbass bölgesinde Rus silahlarına karşı başarıyla kullanılan Ukrayna’nın Türk menşeili SİHA’ları oldu. Bakan Çavuşoğlu, “SİHA’lar bizim değil Ukrayna’nın,” çıkışını yaptı. Çavuşoğlu “Ukrayna bizim adımızı kullanmayı bırakmalı” dedi.

Diğer yandan ABD ülkesindeki 55 Rus diplomatını sınırdır etmeye hazırlanıyor. Bu konu ABD-Rusya arasında yeni bir diplomatik kriz olacak.

Dışişleri Bakanlığı, Yemen’in geçici başkenti Aden’deki havalimanının girişinde düzenlenen bombalı saldırıyı kınadı. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, Aden’deki havalimanı girişinde bomba yüklü araçla gerçekleştirilen saldırıda ölen ve yaralananların olduğunun, derin üzüntüyle öğrenildiği kaydedildi. Söz konusu bombalı saldırı sonucu 10 kişinin öldüğü, 20 kişinin de yaralandığı bildirilmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Joe Biden ile 20 dk’lık bir görüşme yapacaktı ancak yaklaşık bir saati geçen bir süre önemli bir daraltılmış toplantı gerçekleştirildi. Bu görüşme Türkiye ve ABD arasındaki meselelerin hem çok ve karmaşıklığına bakılırsa hem somut sonuç odaklı olacağı da düşünülürse, gayet önemlidir. Basın Toplantısına gelelim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi’nin yapıldığı Nuvola Kongre Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısının ardından gazetecilerin sorularını cevapladı.

“ABD’nin terör örgütlerine silah desteğine ve ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesine” ilişkin bir soru üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Suriye’de bulunan bu terör örgütleri PKK/PYD-YPG gibi, bunların özellikle Amerika’dan aldıkları destekler konusunda kendilerine bu desteklerle ilgili üzüntümüzü, bu desteklere yönelik NATO üyesi ülkeler olarak bunun bizde meydana getirdiği üzüntüleri ifade ettik. Bu konularda bizim dayanışmamızı zedeleyecek adımlar olduğunu da söyledik. Bunlarla ilgili olarak da özellikle Dışişleri Bakanlarımızın karşılıklı olarak çok daha sıkı irtibat hâlinde olmaları gerektiğini vurguladık. Savunma Bakanlarımızın bu noktadaki ilişkilerini gündeme getirdik. Bundan sonraki süreçte inanıyorum ki bugüne kadar olan süreç herhâlde böyle devam etmeyecektir.

“Sayın Biden ile son 5 ayda ikinci görüşmeyi gerçekleştirdiniz. Taliban yönetimi altındaki Afganistan konusu gündeme geldi mi?” sorusuna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afganistan konusunun gündeme geldiğini, Brüksel görüşmesinde de Afganistan Karzai Havalimanı’nın gündemlerinde olduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti: “Fakat öyle gelişmeler oldu ki biz Afganistan’dan özellikle askerimizi çekmek durumunda kaldık. Bu, orada yaptığımız görüşmenin aynı minval üzere devam etmediğinin bir ifadesiydi. Fakat biz kendilerine şunu da söyledik, şu anda işte Katar ile Türkiye arasındaki görüşmeler, bundan sonraki süreçte yol haritamız ne olacak? Bunların değerlendirmesini yaptık. Fakat bundan sonraki süreci biraz da gelişmeler belirleyecek, bu gelişmelerin içerisinde daha aktif şu anda yol haritasının içerisinde bulunan Türkiye-Katar gibi… Ama bunun yanında, Taliban nasıl bir tavır ortaya koyacak onu da zaman içesinde göreceğiz. Şu anda Taliban gerek bizlerle gerek Afganistan’daki büyükelçiliğimizle görüşmelerini yapıyorlar. Bu görüşmeler esnasında ne gibi adımlar atacağız bunu da zaman gösterecek. Afganistan’daki yeni yapılanmada kucaklayıcı yapı nasıl oluşacak? Kadınlara yönelik eğitim anlayışı nasıl gelişecek? Bizim sosyolojik yaklaşımımız ile Taliban’ın sosyolojik yaklaşımı ne kadar birbiriyle örtüşecek, bunu zaman gösterecek. Buna göre de adımlarımızı atmış olacağız.

“ABD Başkanı Biden ile görüşmenizden sonra yapılan açıklamada, iki ülke ilişkilerini daha da güçlendirip geliştirmek için bir müşterek irade beyanında bulunduğunuz vurgulandı ve bu çerçevede bir ortak mekanizma kurulmasında mutabık kalındığına dikkat çekildi. Bu ortak mekanizma nasıl çalışacak?” sorusuna Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu ortak mekanizmadan ifade edilen, özellikle şu anda ekonomik, ticari ilişkilerde gerek bizim Hazine ve Maliye Bakanlığımız gerekse Amerika’nın Hazine Maliye Bakanlığı çok daha sıkı bir araya gelmek, bunu kendilerine biz teklif olarak da yaptık. Bunun dışında da aynı şekilde dışişleri bakanlarımızın da daha sıkı birbirleriyle görüşmelerinin gereğini vurguladık” cevabını verdi.

“ABD Başkanı Biden ile ikili görüşmeniz öncesinde ABD’li gazetecilerin Sayın Biden’a F-16 konusunda bir sorusu olmuştu. Biden’ın da ‘Umuyorum iyi bir görüşme gerçekleştiririz’ açıklaması oldu. Bu konuda bir gelişme kaydedildi mi?” sorusu üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti: “Sayın Biden ile bugün ikili görüşme olmadı. Biliyorsunuz dar kapsamlı bir görüşme yaptık. Bu dar kapsamlı görüşmede de F-35’ten kaynaklanan bildiğiniz gibi bizim 1 milyar 400 milyon dolar bir ödememiz vardı. Bu ödemeden hareketle biz bu süreci nasıl iyi bir konuma taşırız, bunun üzerinde durduk. Bunun üzerinde de daha çok F-16’lar gündeme geldi. F-16’ların elimizdekilerin modernizasyonu veyahut da yeni F-16’lar verilmesi konusu gündemimize geldi. Bununla ilgili de şu anda zaten savunma bakanlarımız süreci takip ediyorlar. Bu konuyla ilgili de Sayın Biden’ın olumlu yaklaşımını gördüğüm gibi, olayın bir diğer boyutu da malum, Temsilciler Meclisi olsun, senato olsun dedik ki artık her iki tarafta da sizin ağırlığınız var, biz sizden gerekli bu noktada ihtimamı bekliyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile görüşmenizde hangi konular gündeme geldi?” sorusu üzerine, şöyle konuştu: “Sayın Macron ile olan görüşmemiz ağırlıklı olarak Afganistan’dan başlayalım Libya, Suriye. Bunun yanında özellikle üzerinde durduğumuz konu, şu anda Libya’ya yönelik Sayın Macro’nun bir zirve gayreti var. Bu zirveye ilgili olarak da daveti var. Bu davetle ilgili biz düşüncelerimizi kendisine ifade ettik, anlattık. Bu konuda da yine Dışişleri Bakanlarımız veya özel temsilciler vasıtasıyla bir adımın atılması gündeme geldi. Yani adeta Berlin Konferansı’nın muadili bir konferansı yapmak gibi bir gayret söz konusu. Berlin Konferansı yapıldı. Dolayısıyla şimdi burada yeniden benzer bir buluşmanın yapılması çok da isabetli olmayabilir ama dışişleri bakanlarımız, özel temsilciler bir çalışma yapsınlar, bunu kısa zamanda yapıp önümüze getirsinler. Gerekli olan adımı ondan sonra da atarız. Bir diğer adım da özellikle Yunanistan’a yönelik silah satışları vesaire, bunlar da gündemimize geldi. Bu konudaki endişelerimizi de yine kendileriyle paylaştık, çok açıkça bunları da söyledik. Çünkü bizim gizli ajandamız yok. Her şeyi açık konuşmanın faydalı olduğuna inanıyoruz. Güney Kafkasya, oradaki gelişmeler üzerinde de durduk. Oradaki atılan adımları kendileriyle yine ayrıca paylaşmış olduk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Dağlık Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılmasının ardından Türkiye’nin Ermenistan’ı da kapsayan bölgede barışı tesis etme çabaları ve ABD Başkanı Biden ile Güney Kafkasya’ya ilişkin bir değerlendirmesinin olup olmadığı sorusu yöneltildi.

Özellikle üzerinde durdukları bu bölgede altılı bir yapılanmanın isabetli olacağı konusunu devamlı işlediklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kapsamda “Rusya, Azerbaycan, Türkiye, İran, Ermenistan ve Gürcistan, altılı olarak böyle bir adımı atalım ve bu bölgeye barışı getirelim” dediklerini aktardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ve bu konuda Sayın İlham Aliyev, zaten Ermenistan’la görüşmeyi yapıp onlara böyle bir barış teklifini yaptı bölge barışı ile ilgili. Tabii, Gürcistan’ın biraz olumsuz yaklaşımı var ama burada eğer hepsinde de bir olumlu hava eserse yani burada böyle bir platform oluşturulabilir. Bu platform oluştuğu anda da çok seri bir şekilde bir barış havzasına burası dönüşür ve biz de Türkiye olarak bu konuda Ermenistan’la ilgili ilişkileri çok daha net, açık ortaya koyarız ama bu arada tabii Gürcistan-Rusya arasındaki ilişkileri de çok daha farklı bir hâle getirmek yani olumlu istikamette söylüyorum, o da işimizi kolaylaştıracaktır” değerlendirmesinde bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, AB’nin kendi ordusunu kurma konusunda üye ülkelerin Genelkurmay Başkanlarının geçen hafta Belçika’nın başkenti Brüksel’de bir taslak metin hazırladığı hatırlatılarak “Birçok AB üyesi NATO’ya üye. AB, bu adımla bir bütünlük içinde daha fazla bağımsızlık hedefini ortaya koydu. Türkiye de NATO’nun bir üyesi. Sizin düşünceniz nedir bu fikre karşı?” sorusu yöneltildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu soruya, “Yani bu olabilecek bir proje değil, mümkün değil. Çünkü sizin de ifade ettiğiniz gibi yani şu anda Avrupa Birliği üyesi ülkeler de dâhil NATO ülkesi ağırlıklı ve bunların da hemen hemen kahir ekseriyeti zaten böyle bir yapılanmaya sıcak bakmıyor. Başka bir şeye gerek var mı?” cevabını verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Afganistan’dan yeni bir göç dalgası bekliyor musunuz Türkiye üzerinden Avrupa’ya? Eğer bekliyorsanız bunu nasıl yönetirsiniz?” sorusuna karşılık, “Afganistan’dan çok böyle yüklü bir göç dalgası Türkiye için şu anda görünmüyor. Yani bizim resmî rakamlara baktığımız zaman şu an itibarıyla 300 bin gibi bir rakam söz konusu. Bunlar resmî rakamlardır fakat farklı bazı kesimler sanki çok daha büyük rakamlar varmış gibi konuşuyorlar. İçişleri Bakanlığı’mızın resmî olarak rakamı 300 bindir. Tedbirlerimizi alıyoruz ve bu noktada da böyle bir yüklü göçe kapılarımızı açma niyetinde değiliz” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İtalya Başbakanı Mario Draghi ile görüşmesi sonrasında İtalya ile ilişkilerinin geleceği hakkındaki düşüncesinin sorulması üzerine, “Bugün yaptığımız görüşmelerden sonra da şunu gördüm; Yani İtalya ile iyi şeyler düşünüyorum. Bundan sonraki süreçte de başta savunma sanayi olmak üzere SAMP-T konusunda Fransa, İtalya, Türkiye üçlüsü olarak bu konuda olumlu adımlar atacağız ve bu olumlu adımlarla birlikte de aramızda şu andaki ticaret hacmini çok daha yukarılara çıkartmak durumundayız. En az bir 30 milyar dolar gibi bir rakama ulaştırmayı hedefliyoruz” dedi. “Draghi ile kişisel ilişkiniz nasıl, en son ikili görüşmenizin sonrasında ne diyebilirsiniz?” sorusu üzerine de Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Gayet iyi” cevabını verdi.

“ABD Başkanı Biden, herhangi tansiyon düşürme girişiminde bulunacak mı Doğu Akdeniz havzasında?” sorusu üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bugünkü görüşmemizde Doğu Akdeniz hiç gündemimize gelmedi. Gelmediğine göre demek ki Sayın Biden’ın da şu anda gündeminde değil, benim de gündemimde değil” cevabını verdi.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

1 Kasım 2021/

Kırılma-25

Cumhurbaşkanı Erdoğan Glasgow’a gitmedi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Roma’da yaptığı görüşmelerle ilgili gazetecilere yaptığı açıklamalar

ABD tarafının Roma’daki Erdoğan görüşmesine ilişkin açıklaması

Roma’de İkili Görüşmelerin Sonuçları

Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Glasgow’a gitmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması şöyle: “Glasgow’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği konulu Liderler Zirvesi için talep ettiğimiz güvenlik protokolü standartları vardı. Bunlar uluslararası bütün ziyaretlerimizde bize ve diğer bütün liderlere her zaman uygulanan protokoldeki standartlardı. Ancak bize bunların son anda karşılanamayacağı söylendi. Daha sonra bizim geri çevrilen talebimizdeki standartların başka bir ülke için istisnai olarak sağlanabildiğini öğrendik. Bu diplomatik teamüllere de uymuyordu. Bunu kabul edemezdik. İlgili birimlerimiz net bir duruşla görüşmelerini sürdürdü. Sağ olsun Boris Johnson da süreçle ilgilendi. İlk başta sorununun çözüldüğünü ifade etti. Fakat son anda bize geri dönüp İskoçya tarafının zorluk çıkardığını söyledi Taleplerimiz yerine getirilmeyince biz de Glasgow’a gitmekten vazgeçtik. Nihayetinde bu sadece kendi güvenliğimizle ilgili değil, ülkemizin itibarıyla da ilgili bir meseleydi. Biz milletimizin itibarını korumakla mükellefiz. Hiçbir yerde ülkemizin saygınlığına, izzetine halel gelmesine müsaade etmeyiz. Daha adil bir dünyayı ancak eşitlikçi bir yaklaşımla kurabileceğimizi de böylece bir kez daha göstermiş olduk.

Türkiye’ye dönüşte Cumhurbaşkanı Erdoğan yine gündemle ilgili gazetecilerin sorularını cevapladı. Önemli gördüğüm konuları aşağıya listeleyeceğim.

Biden ile görüşme, ABD ile ilişkiler: ”Sayın Biden ile samimi ve yapıcı havada bir toplantı yaptık… Afganistan, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz konularında iş birliğimizi güçlendirmenin yanı sıra özellikle de ekonomik ilişkilerimizi çok daha yoğun bir şekilde devam ettirme kararı aldık. Bunun için de arkadaşlarımıza gerekli talimatları verdik. Hemen Hazine ve Maliye Bakanlarımıza muhataplarıyla çok daha sık görüşmelerini söyledik. Böylece inşallah ekonomide ikili ticaret hacminde 100 milyar dolar hedefimize ulaşırız ve bu yolda yürürüz. Tabi NATO ittifakı ve stratejik ortaklık bağlamında atılacak adımları da istişare etme fırsatını bulduk. Hepsinden öte tabi bizim bu F-35 konumuz var. Malum bizim 1 milyar 400 milyon dolarlık yaptığımız bir ödeme var. Bununla ilgili olarak da F-16 tedarikini müzakere ettik. Bu konuda da kendilerinden olumsuz bir yaklaşım görmedim. Tam aksine yine bununla ilgili de Savunma Bakanlarımız birbiriyle görüşecekleri gibi Dışişleri Bakanlarımız da muhataplarıyla görüşerek inşallah iki ülke ilişkilerini ilgilendiren bu hassas konuyu da neticelendirmeyi umuyoruz. Biden ‘Çok kısa zamanda netice alamayabiliriz. Biliyorsunuz iki farklı bölümden, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan geçiyor. Malum, durum 50-50 ama ben elimden geleni yapacağım’ dedi. Ben de kendisine ‘Bunu başarabileceğinize inanıyorum ve bu konuda şu anda ağırlığın sizde olduğunu görüyorum’ dedim. İnşallah Savunma Bakanlarımız da birbirleriyle görüşmeleri devam ettirecekler. Bugünkü toplantıya katılan arkadaşlarımızın bu işi yakın markajda tutmasıyla inşallah bunu nihayetlendirirsek, burada iki tane önemli başlığımız olacak; biri tedarik, biri de elimizdeki F-16’ların modernizasyonu. Bunların da o arada inşallah yapılma durumu söz konusu olacak.

Biden ile görüşme, PKK/YPG: ”Operasyonun yapılması gerektiği zamanda tabi ki operasyon yapılır. Ondan geri adım atılmaz. Bir defa terör örgütleriyle olan mücadelemizden bizim asla sarfınazar etmemiz mümkün değildir. Eğer karşımızda bir terör örgütü olan PKK/PYD/YPG varsa, ne gerekiyorsa biz bunu yaparız. Bundan da taviz vermeyiz. Bunu zaten biz kendilerine her zaman söyledik ve söylüyoruz. Bundan sonraki süreçte de NATO’da müttefiksek, NATO müttefiki olarak bizim ittifak halinde olduğumuz ortağımızın böyle bir şeye tevessül etmemesi gerekir. Yine aynı şekilde bundan sonraki süreçte de Türkiye’nin temel önceliklerinden olan bu meselede beraber çalışmamız gerektiği hususunda bugün de mutabakata vardık. Orada da kendilerinin olumsuz bir yaklaşımı olmadı.

İtalya Başbakanı ve Savunma Sanayii konusu: ”Biz İtalya ile Berlusconi döneminden itibaren çok güzel, başarılı işler yaptık. Savunma sanayiinde de o dönemde çok ciddi bir adım atarak bu Atak helikopterlerimizi biz İtalya ile anlaşarak aldık. Onlarla buna başladık. Özellikle Atak helikopterlerinde müşteri çok ama bizim tek sıkıntımız, bu Rolls-Royce noktasında gerekli olan motoru istediğimiz miktarda temin edemediğimiz için ihracatında maalesef çok çok başarılı olamıyoruz. Atak helikopterlerinde elimizde bol miktarda Rolls-Royce motor olsa biz ciddi manada ihracat yaparız. Bu dönemde inşallah burayla adımları yeniden başlatıp atarken, onların motor teminini sağlamalarıyla biz Atak helikopter talebini karşıladığımız zaman savunma sanayiinde ciddi manada bir sıçrama daha yapmış oluruz. Olay sadece İHA, SİHA, Akıncı’da kalmaz. Aynı zamanda Atak helikopterleriyle de dünyada farklı bir yere geliriz. Bunun dışında da ben Biden’ın buraya farklı yaklaşım göstermediğini, onun da olumlu bir yaklaşım veya beklenti içerisinde olduğunu görüyorum. Temennim odur ki inşallah en kısa zamanda bu süreci başarılı bir şekilde sürdürürüz.

Macron ile görüşme: ”Macron ile olan görüşmemizde 5-6 ana başlık vardı. Bunların merkezinde tabi Libya vardı. Libya ile ilgili Berlin Konferansının bir benzerini Paris’te yapmak istiyor. Bu bir yerde durumdan vazife çıkarmak gibi oluyor. Bizim oraya ısrarla eş başkan olarak gelmemizi istiyor. Dedim ki ‘Berlin’de zaten biz bu konferansı yaptık. Kaldı ki buraya bazı davetleriniz var; mesela Yunanistan, mesela İsrail, mesela Kıbrıs Rum kesimi… Bunların katılacağı bir Paris Konferansına biz katılamayız.’ Durdu ve ‘Bir çalışma yaptırsak bunun üzerinde, özel temsilciler belirlesek’ dedi. Ben de ‘Şartımız bu, bir defa bunlar olmayacak. Eğer Yunanistan buraya gelecekse özel temsilci falan da göndermeye gerek yok. Burada çok ısrarcı durumundaysanız özel temsilcileriniz kim, bunları da görelim ama burada Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs Rum kesimi olacak olursa bunu zaten yapamayız’ dedim. Birincisi bu. Şimdi o da isimler verecek, biz de isimler vereceğiz, arkadaşlar aralarında görüşme yapacaklar. Fakat tabi bu şartlarımız yerine gelmedikten sonra olmaz. Bir diğer konu Afganistan meselesi. Afganistan ile ilgili de malum, askerimizi çektik, askerimiz artık orada yok. Tabi bunların sıkıntıları var; orada zaman zaman Fransızlar olabilir, bunların oradan alınması gibi… Dedik ki biz şu anda Katar’la çalışıyoruz, bir gayretimiz var ve bizim Afganistan’da Afganistan halkını yalnız bırakmak gibi bir düşüncemiz yok. Ondan sonra güney Kafkasları gündeme getirdi. Dedik ki biz geçen hafta oradaydık ve güney Kafkaslar’da da şu anda atılan olumlu adımlar var ve bu olumlu adımları da Sayın İlham Aliyev kardeşimiz kararlı bir şekilde sürdürmek istiyor. Hatta Paşinyan’la da görüşmesi oldu. Bu görüşmede de bölgede 6’lı bir platform oluşturalım konusu gündeme geldi. Rusya, Azerbaycan, Türkiye, İran, Gürcistan ve bunun yanında bir de Ermenistan, eğer hepsi de kabul ederse burada bir barış platformu oluşturmuş oluruz. Bizim derdimiz, bu da olursa isabetli olur. Macron’la görüşmemizde Libya ile ilgili konuda bizim askerlerimizin eğitmen olarak ve Libya’nın milli hükümeti ile anlaşmalı şekilde orada bulunduğunu da bir kez daha ifade ettim.

Yunanistan konusu: ”Sayın Biden’a da Macron’a da bu konuyu söyledik. Dedik ki bu Dedeağaç olayı nedir? Burada böyle bir üssün kurulması bizi, halkımızı ciddi manada rahatsız ediyor. Bununla ilgili olarak da Macron sahiplenemedi ve Rafale ile ilgili de ‘Onların parası var’ dedi. Dedim ki ‘Bak seni aldatıyorlar. Bunların parası falan yok. Sadece Batı’ya 400 milyar avro borcu olduğunu biliyorum.’ ‘Paraları var’ dedi. Her şey para! Tabi bir de üs meselesi var. Ama bu gelişmelerle ilgili bizim bütün derdimiz Türkiye olarak biz güçlü olacağız.

S-400 konusundaki soru şöyle, dünyada tek S-400’ü olan ülke biz değiliz. Hindistan da aldı. Aralık ayında da teslim alacaklar. Fakat Amerika’nın bütün etkili dergileri, Amerikan senatosundan üyeler, “Aman Hindistan’a S-400 yaptırımı uygulamayalım” diyorlar. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı da “Dışişleri ile Başkan Biden karar verir, yaptırım uygulanmayabilir Hindistan’a” diyor. Bir de F-16’nın en üst modelinin bir benzeri F-21 diye bir fabrika kurdu Lockheed Martin Hindistan’da. S-400 yüzünden Türkiye’ye F-16’yı verip vermemeyi kongrede tartışırken, Hindistan’a yaklaşımları bu şekilde. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan’ın cevabı: ”Ben Roma’daki görüşmemizden sonra böyle bir şeyin olmadığını görüyorum. Şu anda gerek Dışişleri Bakanımız gerek Savunma Bakanımız muhataplarıyla yapacakları görüşmelerle bu işi neticelendirirler ve biz de kendisiyle ayrıca yapacağımız görüşmelerle işi yakın takibe alırız. Tabi Hindistan meselesi önemli. Çünkü Hindistan NATO’da değil ama Türkiye NATO’da, senin ortağın. Dolayısıyla NATO’daki ortağınla böyle bir şeye girmiyorsun, NATO’da olmayan Hindistan’la böyle bir adım atmaya kalkıyorsun. Bu tabi bizi üzer.

Almanya, SPD-Yeşiller iktidarı konusu: ”Sayın Laschet, bana göre sempatik biri. Şunu da unutmayalım ki Alman yönetiminde bakanlık yaptı. Yani dışarıdan gelen birisi değil. Aslında bize de yabancı değil. Yani SPD’nin içinde olan birisi ve ortak dostlarımız var. Zannediyorum biz çok fazla yabancılık çekmeyeceğiz. O da yabancılık çekmeyecek. İnşallah Kasım-Aralık gibi de hükümeti kuracaklarını söylüyor. Ben güveniyorum.

Balkanlar konusu: ”Balkanlarda, Bosna-Hersek’te zorluklarla tesis edilen barış ve huzur ortamını muhafaza etmek çok önemli. Türk halkının gönlünde de ikili ilişkilerimizde de burasının ayrı bir yeri vardır. Biz her zaman buradaki kardeş ülkelerin yanındayız. Temenni ederiz ki bundan sonra da barış, huzur ve güven ortamının devamı istikametinde hareket edilir. Biz bundan sonra da bu sürece destek olmayı sürdüreceğiz.

ABD kanadından Roma görüşmesi için ne bilgi geldi? Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan yayımladı: ”Toplantı yapıcıydı ve bir dizi bölgesel ve küresel meseleyi, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularını kapsıyordu.”

Toplantının uzun süreli olmasına çoğu uzman gerekçe bulamadı, konu çok dendi. Ancak Sullivan’ın bu açıklamasına bakılırsa durum farklı!

Şimdi değerlendirelim.

Bir defa ABD ile ilişkilerde değerlendirme yaparken en temel bakış açısı açılan alanda ne kadar ilerlendiğini bulmak olmalıdır. Örneğin Biden, rakibi Rusya ile Türkiye’nin ilişkilerini geliştirmek istemesi konusu için alanını açmasına ne denli müsaade etti, şeklinde sorarsak, bu noktada Biden’ın geri adım atmadığını görmekle beraber, Türkiye’nin egemen bir ülke olarak Biden’a nasıl yaklaştığını da ifade etmemiz gerekir. Benzer biçimde ABD, Türkiye’yi F-35 projesinden çıkardı, Suriye’de PKK/YPG üzerinden bir özerk yönetim kurma projesine devam ediyor ve bu tip konularda geri adım atmış değildir. Türkiye ise F-16 satın almak ve modernizasyon yapmak için ilerleme kaydetmeyi istemekte, Suriye’de ise kendisi için hayati olan terör ve sığınmacı konusundan dolayı sahaya inmek istemektedir. Ticaret başka bir konudur, burada ilerlemek herkesin işine gelir. Ancak Türkiye bu konuda küresel çapta ticaret ürünü geliştirme kapasitesinde halen gayret göstermektedir, bu bakışla yüksek hacimlere ulaşmak için henüz işin başlarındadır.

Roma zirvesinde Türkiye’yi ilgilendiren en önemli gündem Erdoğan-Biden dar kapsamlı görüşmesi üzerine odaklanmıştı. Bunun yanısıra ikili görüşemeler de yapıldı. En öne çıkanlardan birisi Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile olandı. Şimdi savunma, kriz bölgesi, silah sistemi bağlamında neler ortaya çıktı başlıklarla bakalım.

Aşağıda özetle ifade edilen hususlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği bilgilere istinaden derlendi. Ancak her ülkenin veya gücün kendi içinde çalışma mekanizmaları, sistemleri ve kültürleri olduğuna göre şu an doğrudan sonuç alındı denemez. Türkiye özellikle Suriye ve F-16 üzerine odaklanmış görünüyor, diğer alanlardaki düşüncelerini “olumlu ortak” bağlamında açıklamış şeklinde değerlendirebiliriz.

Savunma, kriz bölgesi, silah sistemi:

F-35: Türkiye projeden çıkarıldı. (F-35 sadece bir uçak değildir, ABD’nin küresel networku ile ilgili savunma konulu projesidir. AUKUS, QUAD, Derin Ortaklık gibi yeni oluşumları konuşurken F-35 ve daha sonra gelecek silah sistemlerinin ne olduğunu bu çerçevede değerlendirmek icap eder.)

F-16: Türkiye’nin bu talebine Biden olumlu bakıyor. İç politik alanda Biden’ın Türkiye lehine çaba sarf edilmesinin beklendiği bir aşamaya gelindi. Demek ki Senato, Temsilciler Meclisi, vs. direnç noktaları var, olacaksa da süreç gecikmeli gelişebilir. Ayrıca bana göre bu kurumların adının öne sürülmesi gerekli miydi, düşünülmelidir.

S-400: İfade edilmedi ancak sistem aktif kullanılmayabilir. Bu konu ABD-Rusya ve NATO kapsamında önemseniyor. Sayın Erdoğan’ın uçakta verdiği Hindistan bilgileri doğru, çifte standart hususu var, ancak ABD’de geniş bir kesimde (Kongre, temsilciler Meclisi, Lobiler…) Türkiye konusunda bakış açılarını değiştirmediler.

SAM-T: Fransa ve İtalya odaklı proje görüşmeleri ilerleyecek. Burada Savunma Sanayii çerçevesinde ortak üretim projesi geliştirilebilir.

Atak Helikopter: Rolls-Royce motor konusu bir engeldir.

Suriye: ABD’den Türkiye’nin terör örgütlerine yapacağı harekat için müdahil olmamasının beklendiği ifade edildi. Süreç bu yönde gelişebilir. Macron’a Suriye’de teröre destek verme mesajı iletildi.

Göç: Türkiye özellikle Afganistan’dan göçü ünleyecek şekilde kapıları kapalı tutacak.

Afganistan: Türkiye Taliban’ın tutumunu ve uluslararası konjonktürü bekleyecek. Biden’a ve Macron’a Türkiye’nin tutumu ifade edildi.

Libya: Fransa’nın Paris Konferansı girişimi yarar sağlamayacak görünüyor. Fransa, Paris Konferansı düşüncesine, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’i ilave etmek istiyor. (Bu konuyu çokça işaret ettim, karşımıza yine çıktı.)

Güney Kafkasya: Altılı girişimin önemi anlatıldı. Burada beklenti Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın tutumlarıyla alakalı. Biden’a altılı girişimin yararı özellikle anlatıldı.

Doğu Akdeniz: Konu edilmedi. Bu kapsamda İsrail dahi önemsenmesi gereken bir güç. Nitekim Macron ile görüşmede bir nebze yer almış. Her ne kadar Doğu Akdeniz bahsi Macron ile Libya üzerinden görüşüldüyse de esasen Biden’ın görüşü de aynı şekildedir; yani İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs politikası geniş şekilde ele alınmalıdır. Buna ABD ve Fransa (ama aslen AB) aynı açıdan bakıyorlar, bunu not etmek gerekir.

Yunanistan: Silahlanıyor, Lozan Andlaşması hilafına faaliyetleri var, ancak konusu edilmedi. Macron’un Rafale konusundaki sözleri samimiyetten uzak.

AB Ordusu fikri: Olabilecek bir proje değil.

Ukrayna: Değinilmedi, ancak NATO programı uygulanıyor. Bu esasen Putin’in G20’ye katılmama nedenlerinden ilkidir. (İkinci neden Biden-Putin Cenevre’de anlaşamadı, halen “55 Rus Diplomat” krizi önemli bir konu.)

İklim: Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in zirveye kartılmamasının ana sebebidir.

Bu başlıklardan Batı dünyasının Türkiye’den beklentisi; daha fazla silah sistemi satın al, göçü önle, Rusya’ya karşı duruşumuzda yanımızda ol, şeklindedir.

Türkiye ve kendi ifadesiyle, üzerinde durduğu, “iktidara yönelik” düşüncesine bir anlam verebilmek adına Biden’ın Aralık ayında gerçekleştireceği “demokrasi konferansına” bakacağız.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

2 Kasım 2021/

Kırılma-26

Afganistan’da terör

Mossad, Sudan darbecileriyle

PKK terör örgütünden CHP’ye tezkere teşekkürü

CHP Genel Başkanı Kavala ve Demirtaş hakkında konuştu

Karadeniz’de ABD Savaş Gemisi

CIA ve FSB Direktörleri Moskova’da görüştü

ABD’den Türkiye’ye F-16 vermeyin genişletilmiş mektubu

ABD’den, S-400 alımından dolayı Hindistan’a CAATSA uygulanmasın konulu yasa teklifi

Afganistan’ın başkenti Kabil’de ülkenin en büyük askeri hastanesine bombalı saldırı düzenlendi. Olay yerinden silah sesleri duyulduğu belirtildi. Olayın ardından kısa bir süre sonra ikinci patlama meydana geldiği duyuruldu. Taliban, olayda en az 25 kişinin hayatını kaybettiği, 50’den fazla kişinin ise yaralandığını bildirdi. Terör eylemini IŞİD üstlendi.

İsrail basınından (Walla News) bir haber: İsrail dış istihbarat servisi Mossad üyelerinin de aralarında yer aldığı bir heyetin Sudan’a giderek 25 Ekim’de darbe girişiminde bulunan askeri yetkililerle bir araya geldiği bildirildi.

Bugün haberlerde PKK’dan CHP’ye tezkere övgüsü şeklinde bir açıklama var. Terör örgütü PKK elebaşlarından Mustafa Karasu şöyle bir açıklama yaptı: “CHP baktı ki eğer savaş tezkeresine oy verirse iktidar olma iddiasını sürdüremez. Böyle düşünüyorlarsa doğrudur. Hayırlı bir iş yapmıştır.

Bugün Parti Meclisi’nde konuşan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu: “Açıkça söylüyorum, haksız yere içeride tutulan Demirtaş ve Kavala var, benim vicdanım kabul etmiyor,” dedi.

Daha önce 10 Büyükelçi konusu gündemdeydi, özellikle ABD’den ve Avrupa’dan Kavala ve Demirtaş’ın salıverilmesi konusunda Türkiye’de bir gündem vardı, Kılıçdaroğlu’nun bu konuyu tekrar ele alması hususu hep birlikte değerlendirilmelidir.

ABD’ye ait LCC-20 borda numaralı USS Mount Whitney adlı amfibi komuta kontrol savaş gemisi Karadeniz’e geçmek üzere İstanbul Boğazı’nda.

ABD Merkezi Haber alma Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns bugün Moskova’ya ilk ziyaretini yaparak Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri (FSB) Nikolay Patruşev ile görüştü. Hatırlanacağı üzere Biden-Putin zirvesi sonucunda yetkililerin teknik düzeyde görüşme yapmaları kararı alınmış idi. Daha önce Savunma Bakanlıkları görüşmüştü. Bu gelişmeleri tetikleyen bir önemli konu da ABD ile Rusya arasında son günlerde casus diplomat krizi var. Halen ABD’de görev yapan 55 Rus diplomatın istenmeyen adam ilanı söz konusudur.

ABD Kongresi’nden “Genişletilmiş Türkiye’ye F-16 vermeyin” mektubu yayımlandı. Daha önce bu mektup vardı, yeni ilaveler oldu. İki Yunan kökenli olmak üzere 3 Temsilciler Meclisi Üyesi’nin Dışişleri Bakanı Blinken’e önceden yolladığı mektup genişletildi, 38 ilave imza ile dün yeniden yollandı. Bazı Türk Dostluk Grubu üyelerinin de imzası var. Mektup aşağıda:

Senatör Ted Cruz, ABD’nin S-400 aldığı nedenle CAATSA uygulanması söz konusu olan Hindistan’ı bu yasa uygulamasından muaf tutması için yasa teklifinde bulundu. Teklifte, “ABD’nin Güvenlik Diyaloğu içinde Hindistan, Avusturalya, Japonya bulunduğunu ve Hindistan’a yaptırım uygulanırsa ABD’nin Çin ile mücadelesine darbe vurulacağı,” belirtildi.[1] 

Senatör Cruz böyle dedi: “Hindistan, Donald Trump Yönetimi zamanında Çin’e karşı birleşen güvenlik mimarisinin kritik bir parçası oldu. Çin’in saldırgan davranışına karşı koymak için Hint-Asya ilişkisi çok taraflı çabalarımızın temel taşı haline geldi. Çin küresel egemenliğini genişletmeye çalışırken, Hindistan onların sömürülmesine direndi ve savunma yeteneklerini desteklemek için başka alanlara baktı. Şimdi Başkan Joe Biden Rusya’yı caydırmayı amaçlayan bu yatırımların uygulanması yoluyla tüm bu ilerlemeyi geri alması için uygulama yaparsa tam olarak yanlış zaman olur. Bunu yapmak Çin’in saldırganlığına karşı savaşmak ve Hindistan’ı Rusya’ya bağımlı olmaya zorlamak gibi ortak güvenlik hedeflerimizi baltalamaktan başka bir işe yaramaz.


[1] https://www.cruz.senate.gov/newsroom/press-releases/sens-cruz-young-marshall-introduce-bill-to-prevent-sanctions-from-undermining-quad-unity-against-china

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

3 Kasım 2021/

Kırılma-27

ABD ve Rusya Gerginliği

ABD ve Rusya’nin Ukrayna’ya bölgesine yönelik karşılıklı askeri yığınaklanması

ABD ve İsrail askeri tatbikatı

Biden Doktrini” diyoruz ama Amerika Birleşik Devletleri müesses nizamının politik anlatımının özü nedir? “Amerikan halkı ve dünyadaki insanlar için ortak değerlerimizi savunmak, ortak çıkarlarımızı geliştirmek ve yeni ve hızlanan küresel zorluklar karşısında bile demokrasinin gerçekleştirebileceğini göstermek için ortaklar ve müttefiklerle birlikte çalışan güçlü bir Amerika!” Dönemsel Başkan Biden bunu ifade etti ve son olarak Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan da tekrarladı. Burada iki tema var: Birincisi demokrasi, ikincisi ise ortaklar ve müttefikler.

Demokrasi bağlamında ABD’nin rakip/hasım gördüğü; Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran. Bunlarla işbirliği halinde olan ve Batı tipi demokrasi kültüründen taviz verenleri ABD karşısına aldı. Kimlerle beraber? Küresel bir sistemle, yani networkle. Ortaklar ve müttefikler kimler? Küresel ABD sistemi şöyle kuruldu: G7 (ABD yanı sıra Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Kanada); AB (27 ülke); NATO (30 ülke); buna NATO 2030 vizyonunda Derin Ortaklar’ı ekledi (Kanada, İngiltere, Hollanda, İtalya, Norveç, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore); QUAD, Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (ABD, Japonya, Hindistan, Avustralya), AUKUS ve Stratejik Ortak (İsrail). Her ne kadar ABD müesses nizamı odaklı olunsa da Batı tipi kültüre dayalı liberal demokrasi fikriyle hareket eden ülkelerin küresel bir kapsama oturduğu Atlantik, Pasifik ve Hint-Asya’yı kapsadığı görülmektedir.

Bu bağlamda Türkiye nerede, hangi yolu seçti, iyi tespit etmek gerekir. Üç strateji var: Birincisi, “ABD ve birlikte hareket eden çoğunluğu gelişmiş 50 civarı ülkeden beklentim az, ben yeni bir vizyonla ve hedefle hareket edeceğim…” denebilir. İkincisi, “Dünya yeniden kuruluyor, ben de aralardan çıkarak genişler ve güçlenirim, riske girerim ama en sonunda kazanan olurum, ben bu vizyonla ve hedefle hareket edeceğim,” denebilir. Üçüncüsü ise “Bu Batı tipi kültüre dayalı liberal demokrasi fikriyle hareket eden 50 kadar ülkenin yanında olmaya devam edeyim,” şeklindedir. Bunlar birer politik seçimdir. Ancak neden bahsediyorum farkındayızdır, dünyada belirgin tarihi bir büyük kutuplaşma başladı, tam da bu noktada seçim yapılması gerekiyor.

Gündeme gelelim. Olay şu, Joe Biden henüz Türkiye’de “iktidarı değiştirme” ve “Rusya ile ilişkilerinin önüne geçme” fikrinden vazgeçmiş değildir. Bilindiği gibi bu iki nokta bizatihi Biden’ın, Beyaz Saray’ın ve Kongre üyelerinin beyanlarıdır. Bir kaçtır her iki Başkan, Sn. Erdoğan ve Sn. Biden karşılıklı görüşüyorlar ve sonuçta bir şey yokmuş gibi davranıyorlarsa da durum görünüyor; ABD, Türkiye’yi bahse konu iki noktadan dolayı yoğun eleştirmektedir ve bu yönde bizatihi kendisi sorunu çözmek için çaba içerisindedir.

Bu arada, Biden, Putin için rahatlıkla “katil“ diyor, ama esasen “otokrasi“ eleştirisi yapıyor.

Obama dönemi malum, Trump döneminde her ne kadar Başkan’ın kendisi olmasa da müesses nizamın bakış da belliydi, ama açıkça Biden Başkan olduktan sonra görünür oldu: Batı tipi liberal demokrasi esas politikadır ve küresel bir ortaklık modeli ile akıllı güç uygulayarak hareket edilecektir.

Bu bağlamda Biden, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin ile ilk yüz yüze temaslarını Haziran ayında gerçekleştirdi. Bu iki görüşme Biden için önemliydi, ama asıl önemlisi onun Başkanlık döneminde tutunacağı tavrın netlik kazanmasıydı. Biden muhatabı her iki lidere de ne yapmak ve ne görmek istediğini Haziran’da ifade etti. 

Bugün Batı liberal demokrasi ideasının temsilcisi Biden Yönetimi hangi politikayı güdüyor? Bütünüyle; Çin’e karşı net tavır içinde bu konuyu başka bir zaman ele alalım, bu noktada konumuzla alakalı olarak, NATO’yu da arkasına alarak planlı bir biçimde Rusya’ya karşı stratejik baskı uygulamakta, jeopolitik durumu neredeyse Soğuk Savaş dönemine yakın bir hale getirmektedir. Bu ifadeleri özellikle kullanıyorum, anlaşılacağı üzere hem rakipler hem de ilgili diğer ülkeler açısından bu denli önemsenmesi gereken küresel kapsamlı her yönüyle savaşı çağrıştıran rekabet ortamının faturası ağır olur!

Benim yaklaşık bir aydır ifade ettiğim “Kırılma” perspektifinin özünde bölgemizde bu iki başat gücün, ABD ve Rusya’nın, yeniden tırmandırmaya başladığı jeopolitik gerçeklik vardır ve bunun etkisiyle Türkiye’ye bağlı öteden beri gündeme getirilmeye çalışılan meselelerin gün yüzüne çıkarılıp tekrar yöneltildiği bir durumu değerlendirmek gerekir.

Ukrayna’ya yönelik Rusya yığınaklanması uydu görüntüleriyle ortaya çıktı. Bu ABD ve NATO kapsamında Ukrayna’nın bir karşı operasyonu veya stratejik baskısı ile Ukrayna’nın NATO’ya girmesi sürecinde tırmanan durumu göstermektedir. Sadece Dedeağaç’a yığınak yapan ABD askeri malzemesine bakılmaması, karşılıklı değerlendirmek gerekiyor.

Ayrıca Karadeniz’de ABD varlığını sadece karada (Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Ukrayna’ya Dedeağaç’tan kuvvet aktarımı yapılıyor, esasen Dedeağaç’ta tatbikat ve yığınaklanma var) ve denizde değil (dün USS Mount Whitney Boğazlar’dan Karadeniz’e geçiş yaptı), havada da gözlemlemek gerekiyor. Bu kapsamda ara sıra ABD av-bombardıman ve stratejik bombardıman uçaklarıyla Karadeniz’de eğitim ve gösteri uçuşu gerçekleştiriyor. Son olarak Romanya kalkışlı F-16’lara KC-135 tanker uçaklarıyla yakıt ikmali eğitimi verildi. (ABD’nin Yunanistan ile yaptığı anlaşma bağlamındaki detayları daha öncesinde vermiştim.)

Burada ABD kaynakları Türkiye’ye, “Rus işgali altındaki Kırım konusunda ne kadar samimisiniz, NATO’da mısınız değil misiniz?“ diye sorarlarken; Rusya ise Türkiye’ye, “Suriye’de ABD’ye rağmen sınırlarınızı nasıl koruyacaksız,“ ayrıca, “Güney Kafkasya’da Azerbaycan-Ermenistan denklemi var, o yolda ilerlemeyi Amerika ile mi yoka Rusya ile mi yapacaksınız?“ diye sormaktadır.

Roma’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşme yapan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na bir Rus gazeteci, Donbass’ta operasyonda kullanılan Ukrayna ve SİHA konusu sorulmuştu. Çavuşoğlu buna sert bir cevap verdi, haklı olarak, SİHA’lar Ukrayna’nındır, dedi. Fakat Rus medyası kendi arasında, Azerbaycan’ın kullandığı SİHA’lar için benzer türden yaklaşımınız olmadı, şekilde düşündü. Bunu şunun için ifade ediyorum, ABD, Rusya, bölge ülkeleri ve hatta Türkiye’deki siyasi taraflar her ifade edilene dikkatle bakmakta, devamında kendi bakış açılarıyla bir fikir ileri sürmektedirler.

ABD ve İsrail olası İran çatışması için ortak askeri tatbikat yapıyor. Amaç ABD-İsrail işbirliği ve İran’ı caydırmak. Her ne kadar bu ABD-İsrail işbirliği gösterisinin hedefi İran ise de Doğu Akdeniz bağlamında konuyu Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail ile ABD’nin bölgesel askeri faaliyetleri olarak da bakmak gerekir.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

4 Kasım 2021/

Kırılma-28

Doğu Akdeniz’de Nemesis-2021 Tatbikatı

Ukrayna Donbass bölgesine yönelik asker yığıyor

ABD Savunma Bakanlığı Çin Raporu

Suriye konusunda ABD ve Rusya Çatışmayı Önleme Girişimi

ABD’nin Suriye’de askeri sevkiyatı

Rusya’nın Irak Büyükelçisinden Suriye-Türkiye konusunda açıklama

Putin’den İHA açıklaması

ABD’den İsrailli casusu yazılım şirketlerine yasak

Afganista’da Taliban zamanı IŞİD’in terör eylemleri

Umman Körfezi’nde ABD-İran gerilimi

DİB Çavuşoğlu’nun Bütçe Komisyonu konuşması ve detaylı Dış Politika açıklamaları

Doğu Akdeniz’de (onların ifadesiyle) 8 ülke Nemesis-2021 tatbikatı yapıyor. Tatbikata Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır, ABD, İngiltere, İtalya, Fransa ve İsrail katılıyor. Petrol platformuna yapılan bir saldırıya karşı kurtarma operasyonun yapılması şeklinde bir senaryoya dayalı yapılan tatbikat, bugünün şartlarında gerekli olmadığı halde böyle kurgulandı ve sadece politik amaçlı olduğu şeklinde değerlendirildi.

Ukrayna ordusu Donbass bölgesine zırhlı vasıtalar intikal ettirmeye devam ediyor.

ABD Savunma Bakanlığı’nın yayımladığı raporda, Çin’in 2030’a kadar nükleer savaş başlığı sayısını 1000’e çıkarmayı ve 2027’ye kadar tüm askeri gücünü yeni yapılandırılmış bir ağ altında toplamayı planladığını açıklandı. Pentagon raporunda ABD’nin “ada zincirleri” olarak adlandırdığı ve Çin’in kendisini çevreleyen Guam Adası’nın da bulunduğu ikinci ada zincirini aşacak seviyede yeni füze sistemleri geliştirdiği belirtildi. Çin’in bölgede askeri etkisini daha da artıracağına işaret edilen raporda, Çin Komünist Partisi’nin 2027’ye kadar Çin ordusunu sistemsel bir ağ altında toplayacak şekilde yeniden modernize etmeyi hedeflediği ifade edildi. Pentagon’un 2021 Çin raporunu geniş biçimde daha sonra ele alacağız.[1]

Pentagon Basın Sekreteri John Kirby, Washington’un Suriye’de Moskova ile “çatışmayı önleme kanalını” sürdürmek istediğini yineledi.

ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, Haseke kırsalındaki Tel Baydar’da bulunan üssüne dün silah ve mühimmat yüklü 25 tır sevk etti.

Rusya’nın Irak büyükelçisi Elbrus Kutrashev şöyle dedi: “Suriye’nin Afrin kentindeki Kürt sakinleri hedef alan demografik değişiklikler bir felaket olarak nitelendiriyorum. Afrin’den raporlar alıyoruz. Türklerin Suriye’de [kendi] gündemleri var. Onu anlıyoruz. Rusya-Türkiye, Suriye’de askeri, siyasi ve istihbarat açısından iyi bir anlayışa sahipler. Orada birçok konuda anlaşamıyoruz, ana konuda, işbirliği konusunda anlaşıyoruz.

Putin bir toplantıda Rusya’nın 2.000 adet kullanıma hazır S/İHA sahibi olduğunu ifade etti.

ABD, 2’si İsrailli 4 şirketi kara listeye aldı. ABD yönetimi, aralarında İsrail merkezli teknoloji firmaları NSO Group ve Candiru’nun da olduğu 4 şirketi, yabancı ülkelere casus yazılım sattıkları gerekçesiyle kara listeye aldı.

AFP, Afganistan’da Taliban yönetimi zamanında IŞİD’in gerçekleştirdiği 26 Ağustos – 2 Kasım arasında terör eylemleri listesini (7 adet) özet halinde yayımladı, şöyle:

Umman Körfezi’nde İran ve ABD tanker savaşı yalandı. Askeri gemiler ve helikopterler sivil bir petrol tankerinin İran tarafından alıkonması çabası üzerine başlayan çatışmada birbirlerine çok yakın ve tehlikeli davranışlarda bulundular. Sonunda ABD durumu kontrol etti.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlarının 2022 yılı bütçesinin sunumunu yaptı. Türkiye’nin ABD yönetimiyle temaslarını sürdürdüğünü ifade eden Çavuşoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Joe Biden ile geçen pazar yaptığı görüşmenin yapıcı bir atmosferde geçtiğini belirtti. ABD’nin PKK/PYD/YPG’yle iş birliği, FETÖ’nün ABD’deki varlığı ve S-400 bağlantılı yaptırımlara ilişkin tutumunun müttefiklik ruhuyla bağdaşmadığını dile getiren Çavuşoğlu, “Sayın Cumhurbaşkanı’mız bunları açıklıkla bu görüşmede vurguladı. Bu konuları ele alacak bir çalışma grubu kuracağız. Daha önce de ABD’ye böyle bir teklifte bulunduğumuzu söylemiştik, şimdi de bu teklif ABD tarafından, Biden tarafından geldi.” dedi. Çavuşoğlu, çalışma grubunun oluşturulması ve ele alınacak konularla ilgili kurum ve bakanlıkların çalışmaları yürüttüğünü de belirtti.

2021’in uluslararası siyasi konjonktür bakımından yoğun gündemli bir yıl olduğuna dikkati çeken Çavuşoğlu, Afganistan, Orta Doğu, Balkanlar, Afrika ve Asya’da önemli gelişmeler yaşandığını ifade etti. Çavuşoğlu, küresel manzaraya güvensizlik ortamının hakim olmaya devam ettiğini söyleyerek, artan güç mücadelesi ve rekabetin kurallara dayalı ilişkiler düzenini tehdit ettiğini dile getirdi. Kısa vadeli çıkarlara dayalı yaklaşımın yaygınlık kazandığına işaret eden Çavuşoğlu, yeni tip koronavirüs salgınının da mevcut zaafları, adaletsizlikleri, iş birliği konusundaki eksiklikleri iyice belirginleştirdiğini vurguladı. Çavuşoğlu, tüm ülkelerin dış politikalarını çok kutuplu ve değişken dünya düzenine uyarlamaya çalıştığına dikkati çekti.

G20 zirvesinde de bu eğilimleri gördüklerini ve bunlara ortak çözümler bulma imkanlarını değerlendirdiklerini anlatan Çavuşoğlu, Türkiye’nin girişimci ve insani dış politikasıyla adımlarını sağlam attığını belirtti. Çavuşoğlu, Türkiye’nin farklı güç merkezleriyle aynı masada, eşit koşullarda, çok boyutlu ilişkiler kurduğunu dile getirerek, diğer yandan düşkün ve muhtaçlara el uzattığını, güçlü ve adil bir diplomasi izlediğini ve “daha adil bir dünya” için çalıştığını kaydetti. Türkiye’nin istikametini kendinin belirlediğini belirten Çavuşoğlu, “Yurtta barışın dünyada barıştan geçtiğinin farkındayız. Diyalog ve iş birliği önceliğimiz. Ancak, gerektiğinde sert güç unsurlarını da diplomasiye alan açmak amacıyla kullanmaya devam ediyoruz.” diye konuştu.

Bakan Çavuşoğlu, Türkiye’nin özellikle savunma sanayinde kat ettiği mesafenin gurur verici olduğunu belirterek, en son Güney Kore ziyaretlerinde Altay Milli Tank projesinin güç grubuna ilişkin niyet mektubunun imzalandığını hatırlattı.

Çavuşoğlu, bu yıl haziran ayında ilk kez “yenilikçi diplomasi” temasıyla Antalya Diplomasi Forumu’nu fiziki olarak gerçekleştirdiklerini anımsatarak, salgına rağmen 11 devlet ve hükümet başkanı, 45 bakan, 60’tan fazla uluslararası örgüt temsilcisinin Türkiye’de buluşmasının, “Türkiye’nin yumuşak gücünü” gösterdiğini vurguladı. Bakan Çavuşoğlu, “Türkiye, sert ve yumuşak güç unsurlarını bir arada kullanan küresel bir akıllı güçtür. Kültür ve Turizm Bakanlığımızla birlikte kültür diplomasisiyle yumuşak gücümüzü artırıyoruz.” dedi.

Çavuşoğlu, Afganistan’ın 2021’de uluslararası gündemde ön sıralara çıktığına işaret ederek, “Afganistan’da yaşanan krizde girişimci ve insani dış politikamıza uygun biçimde çoğunluğu vatandaşımız olmak üzere, 1502 kişinin güvenle tahliye edilmesini sağladık. 28 dost ve müttefik ülkeye, 14 uluslararası örgüte ve 17 uluslararası basın kuruluşuna destek verdik.” açıklamasında bulundu. Afganistan’a insani yardım faaliyetlerinin devam ettiğine de dikkati çeken Çavuşoğlu, “Bu kapsamda Afganistan’a 33 tonluk gıda yardımı yaptık. İlave yardımlar için hazırlık yapıyoruz. Kabil’de Büyükelçiliğini kapatmayan tek NATO ülkesi olduk.” görüşünü paylaştı.

Türkiye’nin Afganistan’a ilgisiz kalamayacağına işaret eden Çavuşoğlu, “Tarihi bağlarımızın yanı sıra soydaşlarımız, yatırımlarımız ve birçok alanda mevcudiyetimiz var. Terör, göç ve uyuşturucu tehditlerinin kaynağında bertaraf edilmesi, ekonomik çöküşün ve insani krizin önlenmesi gerekiyor.” ifadesini kullandı. Krizlerin bulunduğu yerde yönetilmezse, sonuçlarına herkesi doğrudan etkileyeceğine dikkati çeken Çavuşoğlu, “İşte bu nedenlerle, Taliban’la aşamalı angajman, insani konularda destek ve uluslararası alanda aktif diplomasi izliyoruz. Kaldı ki uluslararası toplumun geneli de Taliban’la aşamalı bir angajman politikası uyguluyor. Tanıma konusunda ise aceleci değiliz, sahadaki uygulamaları takip ediyoruz.” dedi. Çavuşoğlu, Afganistan’daki geçici hükümetin Dışişleri Bakan Vekiliyle görüştüğünü de hatırlatarak, kendisine kalıcı istikrar için kapsayıcı ve tüm kesimlerin temsil edildiği bir hükümet kurulmasının önemini vurguladığını anlattı. Kadınların durumu ve kız çocuklarının eğitimi başta olmak üzere, insan haklarına riayet telkininde bulunduklarının da altını çizen Çavuşoğlu, “Bu konularda sadece telkinde bulunmak yetmez. Türkiye Maarif Vakfı’nın (TMV) okullarından bahsetmiştim. TMV’nin 80 okulu var, 14 tanesi kızlar içindi. Bu 14 okuldan 10 tanesi tekrar eğitime başladı. O anlamda da sahada da destek veriyoruz.” diye konuştu.

Suriye’de atılan adımlarla Türkiye sınırında bir terör koridoru oluşmasının engellendiğini kaydeden Çavuşoğlu, siyasi sürecin de önünün bu şekilde açıldığını belirtti. Son gelişmeler karşısında da Türkiye’nin ne yaptıysa aynısını yapmaya kararlı ve muktedir olduğunu dile getiren Çavuşoğlu, “İdlib’teki varlığımızla sivilleri koruyoruz. İlave göç riskini engelliyoruz. Siyasi çözüm temel hedefimiz. Bunun için temaslarımızı sürdürüyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Çavuşoğlu, Libya’da da TBMM’nin verdiği yetki sayesinde tesis edilen dengenin siyasi sürecin önünün açılması açısından önemli olduğunu vurgulayarak, “Diyalog süreci başladı ve Milli Birlik Hükümeti kuruldu. Milli Birlik Hükümetiyle her düzeyde yakın temas halindeyiz. Libya halkının farklı kesimleriyle de temaslarımız sürüyor.” sözlerini sarf etti.

Orta Doğu’da da Mısır ve Körfez ülkeleriyle yaşanan olumlu ivmeyi sürdürmek için her adımın atılacağını belirten Çavuşoğlu, Orta Doğu’daki istikrarın önündeki engelin ise İsrail-Filistin ihtilafı olduğunu söyledi.

Türkiye’nin uluslararası alanda Filistin davasının bayraktarlığını yapmaya devam ettiğini kaydeden Çavuşoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mayıs ayında Mescid-i Aksa ve Gazze’ye yönelik saldırıların meclisimizdeki tüm siyasi partilerin katıldığı bir bildiriyle kınanmış olması anlamlıdır. Gazi meclisimizin bu desteği, Filistinlilere yönelik şiddet ve baskı karşısında başta Birleşmiş Milletler (BM) ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) olmak üzere uluslararası platformları harekete geçirmeye dönük çalışmalarımıza güç kattı. Mescid-i Aksa saldırılarının ardından İİT Dışişleri Bakanları Temas Grubu’nu toplantıya çağırdık. BM Genel Kurulunda bir oturum yapılmasını sağladık.

Çavuşoğlu, Doğu Akdeniz ve Ege’de uluslararası hukuk temelinde Türkiye’nin ve Kıbrıs Türkleri’nin meşru hak ve çıkarlarının savunulduğunu belirterek, “Yunan-Rum ikilisinin aleyhimizdeki adımlarına sahada tereddütsüz cevap verdik, veriyoruz. Öte yandan diyalog çağrımız her zaman geçerli. Sayın Cumhurbaşkanımızın kapsayıcı bir Doğu Akdeniz konferansı önerisi masada. Yunanistan’la aramızdaki sorunları yapıcı diyalog yoluyla çözebileceğimiz inancıyla istişari temaslara yeniden başladık. Üçüncü tur görüşme yaptık.” dedi.

Kıbrıs meselesinde artık egemen eşitlik ve eşit uluslararası statünün, çözümün ön şartı olduğuna vurgu yapan Çavuşoğlu, Cenevre’de bu yıl düzenlenen gayriresmi toplantıda bu tutumun tüm dünyaya duyurulduğunu da anımsattı.

Çavuşoğlu, KKTC’nin Maraş açılımı gibi adımlarının da desteklenmeye devam edileceğini aktardı.

Türkiye’nin, Balkanlar’da her kesimin güvendiği bir ülke olmaya devam ettiğini kaydeden Çavuşoğlu, Türkiye’nin son dönemde Sırbistan’ın Sancak bölgesinde Yeni Pazar Başkonsolosluğu açtığını hatırlattı.

Haziran ayında Antalya Zirvesi’nde, Güney Doğu Avrupa İşbirliği Süreci Dönem Başkanlığının devredildiğini anımsatan Çavuşoğlu, “Balkanlar’daki soydaşlarımız göz bebeğimiz. Keza, Batı Trakya Türkleri, Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri, Uygur Türkleri, Gagavuz Türkleri, Irak ve Suriye Türkmenleri gibi dünyanın farklı bölgelerindeki soydaşlarımızın yanında durmaya devam ediyoruz.” diye konuştu.

Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerinin gelişmeye devam ettiğini kaydeden Çavuşoğlu, “Suriye’den Libya’ya ve Karabağ’a kadar birçok alanda iletişim halindeyiz. Görüş ayrılıklarımız var ancak karşılıklı hassasiyetleri gözeterek yapıcı diyaloğu sürdürüyoruz. Ukrayna konusu bunlardan biri. Kırım’ın yasa dışı ilhakını tanımadık, tanımayacağız. Kırım Tatarı soydaşlarımızın güvenlik ve refahı için çabalarımızı sürdüreceğiz.” değerlendirmesini yaptı.

Çavuşoğlu, Orta Asya’daki ülkelerle yüksek düzeyli stratejik iş birliği ve istişare mekanizmalarının canlandırıldığını, bu yıl Semerkant’ta başkonsolosluk açıldığını anımsattı.

Ahmet Yesevi’nin memleketi Türkistan’da inşa edilen havaalanına, Türk Hava Yolları (THY) seferlerinin başladığına işaret eden Çavuşoğlu, “Türk Konseyi’nin profilini yükseltiyor, uluslararası teşkilat statüsü kazandırıyoruz. Eylül sonunda İstanbul’da, Afganistan’ı da ele aldığımız Dışişleri Bakanları Toplantısı’na ev sahipliği yaptık.” ifadelerini kullandı.

Çin’le ilişkilerin karşılıklı saygı ve çıkarlar temelinde yürütüldüğünü kaydeden Çavuşoğlu, “Bunu yaparken Uygur Türkü soydaşlarımızın Çin’in eşit vatandaşları olarak temel hak ve özgürlüklerinin korunması gerektiğini hem ikili düzeyde hem uluslararası platformlarda vurgulamayı sürdürüyoruz. Son olarak, BM’de bir bildiriyle 42 ülkeyle birlikte Çin’i Uygur Türklerinin haklarına saygılı olmaya çağırdık.” ifadelerini kullandı.

Diğer Asya ülkeleriyle ilişkilerin de “Yeniden Asya” açılımı çerçevesinde ivme kazandığına dikkati çeken Çavuşoğlu, şöyle devam etti: “Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) ülkeleriyle ekonomi ve savunma sanayii alanında ilişkilerimiz güçleniyor. Endonezya ile bu yıl çok sayıda temasımız oldu. En son cumhurbaşkanlarımız Roma’da bir araya geldiler. Japonya ve Güney Kore’yle ticaretimizi dengeli hale getirip, savunma sanayi ile teknoloji alanlarında iş birliğimizi geliştirmek için çalışıyoruz. Geçen ayki Seul ziyaretimde, ilişkilerimizi derinleştirmek amacıyla önemli kararlar aldık.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Türkiye’nin Afrika’da önemi artan bir ülke olduğunu, birçok üçüncü ülkenin Afrika konusunda Türkiye’yle istişare edip ortaklık yapmak istediğini anlattı.

Türkiye’nin uluslararası örgütlerdeki yükselen profili ve artan etkisiyle küresel ağırlığının pekiştiğini dile getiren Çavuşoğlu, “Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘Dünya 5’ten büyüktür’ ifadesi etrafında, etkin çok taraflılığı savunuyoruz. Bu bakımdan Yeni Türkevi’nin açılışı ses getiren, sembolik önemi de bulunan bir etkinlik oldu. Eylüldeki açılışı Sayın Cumhurbaşkanı’mızın teşrifleriyle yaptık. BM Genel Sekreteri ve çok sayıda lider ve dışişleri bakanı da bu açılışa katıldı.” dedi.

Çavuşoğlu, Türkiye’de devam eden bir yargı süreciyle ilgili olarak geçen ay 10 Büyükelçinin ortak açıklamasının, toplumun her kesiminde haklı bir hassasiyet yarattığını belirterek, bu hadsiz girişime hemen tepki gösterdiklerini anımsattı. Büyükelçilerin, bakanlığa çağırılarak, Bakan Yardımcısı tarafından sert şekilde uyarıldığını kaydeden Çavuşoğlu, “Sayın Cumhurbaşkanı’mızın kararlı duruşu sayesinde, büyükelçiler yanlışlarını düzeltmek için bir açıklama yaptılar. Bu tür hadsiz çıkışlara müsamaha göstermeyeceğimizi bir kez daha herkes gördü.” dedi.

Terörle mücadelenin küresel bir tehdit olduğunu ve uluslararası işbirliği gerektirdiğini her vesileyle gündeme getirdiğini söyleyen Çavuşoğlu, “PKK ve YPG’nin aynı terör örgütü olduğu gerçeğini anlatmaya devam ediyoruz. FETÖ’yle mücadelemiz aynı kararlılıkla devam ediyor. DEAŞ’la göğüs göğüse çarpışan tek NATO ülkesi olarak bu terör örgütüyle mücadelemizi de taviz vermeden sürdürüyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’nin, dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke olarak, tüm uluslararası platformlarda öncü rol oynadığının altını çizen Çavuşoğlu, “Bu konuda daha fazla sorumluluk üstlenemeyeceğimizi vurguluyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı’mız, G20 bünyesinde bir ‘göç çalışma grubu’ kurulmasını önerdi. Böylece adil paylaşıma yönelik somut sonuçlar alabilmeyi hedefliyoruz.” diye konuştu.

Suriyelilerin gönüllü geri dönüşleri konusunda, 4 komşu ülkeyle birlikte başlatılması kararlaştırılan girişimin, Lübnan’daki hükümetin geç kurulması nedeniyle ertelendiğini anımsatan Çavuşoğlu, şöyle devam etti: “Bu projeyi hayata geçireceğiz. Her halükarda, Suriyelilerin gönüllü geri dönüşleri meselesini uluslararası kamuoyunun gündemine sokmayı başardık. G20 Zirvesi marjında Sayın Cumhurbaşkanı’mız, muhataplarıyla görüşmede bu konuyu da gündeme getirdi. En son, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi de bu amaçla ülkemize geldi.”


[1] https://media.defense.gov/2021/Nov/03/2002885874/-1/-1/0/2021-CMPR-FINAL.PDF

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

5 Kasım 2021/

Kırılma-29

Yeni Jeopolitik Durum

Biden Demokrasi Zirvesi’ne Türkiye’yi davet etmedi

ABD Türk drone’ları bağlamında 2022 bütçesine ek bütçe koyuyor

ABD’den yine IŞİD vurgusu, Türkiye’nin olası operasyonunu görmezden geliyor

PKK terör örgütüne Tel Rıfat’ta Rusya mayın verdi iddiası

Miçotakis’in Türkiye ve Doğu Akdeniz açıklamaları

Öyle düşünüyorum ki çevremizde jeopolitik okumayı bilmeyenler, bunun yeni olanını değerlendiremeyenler var. O halde bir kez daha hatırlatalım, 2021 itibariyle, yani ABD’de Joe Biden Yönetimi işbaşına geldikten sonra, küresel bakışla, yeni coğrafi durum ana hatlarıyla nasıldır?

Biden ile birlikte belirgin üç kavram seti üzerinden doktrin ve buna bağlı strateji ortaya kondu. Ne bunlar? 1) Hasmı belirleyen kavram, “demokrasi”, 2) Kurulacak ve onarılacak “İttifak ve Ortaklıklar” ile beraber güç birliği oluşturmak, 3) Bu gücü hasma yönelik “Akıllı Güç” şeklinde kullanmak.

Kurulacak ve onarılacak ittifak ve ortaklıklar neler? Angloshpere, bunun bağlamında yeni AUKUS, NATO, bunun bağlamında yeni Derin Ortaklık Ülkeleri, Avrupa Birliği, Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD), İsrail ve halen çalışılmakta olan Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP). 

Bu birliktelik içinde küresel çapta yaklaşık 50 ülke var ve bunların önemli bölümü çok güçlü ülkeler. Sizler bu cümleden hareketle bu bloğun ekonomik, politik, teknolojik, stratejik ve savunma kapasitelerinin ve yıllara sâri gelişimlerinin ve etkileşimlerinin hesabını yapın. Burada koronavirüs salgını sonrası ve iklim krizi çerçevesinde geliştirilen yeni işletilen ekonomiyi ve teknolojileri çok iyi hesaplamanız gerekir. En azından duruma beşer yıllık dilimlerle bakın, 2050’lere kadar. ABD’nin, bugün, şu alanda Çin bizi geçti, geçecek, gibisinden ifadelerine pek bakmayın. Askeri, savunma ve güvenlik bahislerinde kitle imha silahları (nükleer, biyolojik, kimyasal), atma vasıtaları (güdümlü, balistik, hipersonik, kıtalararası) ve Elektromanyetik Savaş gereçleri (EMD), siber savaş gibi çok çeşitli ve yeni teknolojik alanlar var. Hatta silah sistemleri bile ağ (network) içinde hareket etmekte, yarı ve tam otonom, robotik sistemler devrededir. Bugün kullanılıyor, beş sene sonra bir üst network sistemler devrede olacak, yani önde gidiyorlar. Henüz prototiplerle yürüyen diğer başat güçlerin kapasite mukayesesinde bu durumları göz ününe alın. Gelişmelere tek noktadan bakmamak gerekir. 

Diğer açıdan, sibernetik konusu öne çıkmıştır, nöro-bilim üzerinden çok hesap yapılmaktadır. Siber-uzay ve beşer ilişkisinde sürdürülen çalışmalar sonuç verdi bile, bu işi yönetenlerin düşündükleri noktalar neler biliyor musunuz; insanlık (sosyo-kültürel evren) henüz tam uyarlamaya hazır değil, şimdi bunu hazırlamakla meşguller. Bir büyük değişim üzerindeyiz, küçük akıllarla asla büyük okumalar yapılamaz! Burada atılan adımların her biri belli bir stratejiye karşılık gelmektedir.

ABD bloğu tarafından, böyle diyelim artık, bu kapsamda hedef alınan alanlar çok boyutlu ve kapsamlıdır. Hasım ülkelere, siber-uzaya, uzaya, Arktik bölgeye, gri bölgelere, Hint-Pasifik’e göre çoklu stratejik planlar vardır.

Bu noktada özür dileyerek ifade etmem gerekiyor, bu tür çalışmalar için bir ülkede sadece kurumsal çerçevede çalışan uzman sayısı on binlerle ifade ediliyor, buna küresel şirketlerinkini de siz ekleyin. Ne var bunda, demeyin! Bizde iki, bilemedin beş doktora öğrencisi ve bir hoca dünyayı hesaplarmışçasına çıkıp stratejide sonuç ifade ediyor. Olmaz! Bu işler çok ciddi hesaplarla sürdürülür ve dinamiktir, yani sürekli değişir. Küresel stratejik plan yapmakla cümlenin içinde strateji kelimesini kullanmak hiç aynı olur mu? Hayatında stratejik plan çalışmasına dahil olmamış, sahada verilen emirleri uygumanın ötesinde olmamış, birkaç kitap okuyup üstüne gündemi takip edip sonra bülbülleşen birileri çıkıp bugün televizyonlarda ahkam kesebiliyor. Eğer bu bile bile yapılıyor ise çok kötü! Bir adım daha ileriye gideyim, buradan yola çıkarak bu türden eksik çalışma yapan kesimlerin ciddi kurumlara akıl hocalığı yapmasını, medyada insanları meşgul etmesini nasıl değerlendirirsiniz? 

Soru şu: (En az) Elli yıllık dökümlü stratejik planınız nerede? Zaten planları varsa şimdiki gibi çıkıp konuşulmaz. Dahası önemli şahsiyetler görüşme yaparlarken burada konuşulanlar şimdiki gibi olmaz. (Örneğin şu silah, şu miktar para…) Masaya bir harita açılır, şurada sen varsın, burada ben, vs. şeklinde konuşulur. Bakın Cenevre’de 4 kusur saat süren ve sonuçta önemli jeopolitik ve stratejik konular üzerinde anlaşma yoluna varılamayan Putin-Biden zirvesine! Bu tip paylaşım müzakerelerinde zaten anlaşma hemen olursa bunun anlamı, biri diğerinden zayıf, kuyruğunu kaptırmış, demektir.

ABD’nin hasımları Çin, Rusya, Kuzey Kore, İran. Yeni, İran ile nükleer konuları görüşmeye oturuyorlar. Kuzey Kore Başkanı sanki bir maskot gibi, ama başat güçlerin bölgedeki var olma veya meşruiyet sebeplerinde bu ülkenin durumunu kullandıklarını da bilelim. Çin’i 2040’lara göre hedefine aldı ve ABD, Akıllı Güç ile hasmını kendi istediği duruma getirecek aksiyona başladı. (Burada derin ekonomik ilişkiler var, bunlar ancak çok uzun anlatılarak açıklanabilir.) Rusya’ya oldukça sert bir yaklaşım var, neredeyse Soğuk Savaş günlerini çağrıştıran diplomatik, askeri ve istihbari faaliyetler oluyor. Rusya etki alanını bir hayli geliştirdi ve bu ABD’yi endişelendiriyor. Rusya değişik sahalarda asker ve silah kullandığı için ABD de sert gücünü öne aldı. Rusya ile işbirliği içinde olanlara karşı ABD gayet hassas planlar yapmış durumdadır. Komünist Çin her ne kadar yer küreye ekonomik kondisyonla yayılmasını sürdürüyorsa ve teknolojik olarak önemli yatırımları ateşlediyse de sonuçta ABD’nin kurduğu blok ile çok yönlü işbirliği yapmak zorunda kalabilir. ABD, Çin’i bölgesinde tutmak istiyor. Avrupa boyutundaki Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI) görüşmeleri şimdiden beklemeye alındı. Avrupa Çin’e şartlar koştu, koşulan şartlar ABD’nin tezlerine çok yakın. Diğer yandan ABD uzunca süre Afrika’yı ihmal etmişti, Obama döneminde planlamalar yapıldı, yine de hız kazanılamadı ama Biden ile birlikte (elbette bahse konu ortaklar ve müttefikler var) bir ivme yakalandı, bölgede çok eksenli çalışılıyor. Çin şimdiden Afrika’da gerilemeye başladı bile. Afrika gibi Orta Asya ve Hint-Pasifik’te projeler yapıldı. Afrika’da Rusya askeri yönden varlık gösteriyor, tıpkı korsanlar gibi. Ha, ABD de gerektiğinde karşılığını korsanlıkla verme yolunu seçti.

O halde rekabette gri alanlar öne çıkıyor. Halen Türkiye bölgesinde bir gri alan içindedir. Bunu ilgililerin ve yetkililerin tersten okumayla, pozitif yönde çıkarımda bulunması dolayısıyla bir hatırlatma olarak işaret ediyorum: Türkiye’yi stratejik gri alan yıpratır, bu bir stratejik avantaj durumu yaratmaz.

Diğer bir konu, Türkiye’nin faaliyetlerini anlatanlara karşı sadece şu gelişmeleri hatırlatayım: ABD; 1) Afganistan’dan askeri varlığını çekti, Hindistan ile çok taraflı anlaşmalara vardı; 2) Orta Asya ve Pakistan’ı terörle istediğinde manipüle edebiliyor, terörü Hint-Pasifik düzleminde Müslüman ülkelerin olduğu ülkelere yaydı bile; 3) Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile hareket ediyor; 4) Balkanlar’da İsrail’den Romanya-Macaristan’a çok yönlü işbirliği hattı oluşturuyor; 5) Ukrayna NATO’ya alındığında, ki yakındır, Karadeniz’de ABD ve İngiltere üs kuracaklar; 6) Buradan Gürcistan (ve daha sonra Ermenistan) ile beraber Güney Kafkasya’ya açılacak; 7) Güney Kafkasya demek Hazar ve tarihi İpek Yolu’nun bir aksı demek; 8) Afrika’da (sıcak Libya bunun içinde) İsrail, Fransa, İtalya, Almanya ve İngiltere ile beraber hareket ediyor; 9) İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) ve Normalleşme süreci ile Körfez Bölgesi’nden Afrika’ya (daha çok MENA’da kalarak) yeni bir anlayış geliştiriliyor… Bakın bu anlatımda Türkiye by-pass edilmiş ve bazı noktalarda grilikte görülüyor haldedir.

ABD Bloğu hasımlarını sınırlandırmak için çaba sarf ediyor. Aynı anda ise gri alanlarda ellerini zayıflatma ilgileniyor. Planları bu şekildedir. Akıllı Güç ile bu stratejinin günümüze yansımasının örneklerini siz düşünün.

Sonuçta şunu ifade etmem gerekiyor, çok kritik bir zaman diliminde olduğumuzu bilelim ve hep birlikte ciddiyetle çalışmamız gerektiğini hatırlatırım.

Yukarıda ABD için demokrasi sözcüğünün ne anlama geldiğini stratejik bağlamda açıkladım. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan ve Biden arasındaki Roma görüşmesinin sonucunu ifade ederken, eğer Biden Demokrasi Zirvesi’ne Türkiye’yi davet ederse işler işi olacaktır, değilse gerginlik bir biçimde devam edecektir, konusunu ima eden bir ifadem oldu. Bugün Joe Biden hangi ülkeleri bu zirveye davet etti, bakalım:

Sonuçta Biden Türkiye’yi Demokrasi Zirvesi’ne davet etmedi. Bunun yanı sıra Kıbrıs diyerek Rum kesimini davet etti. Sanırım bu konularda Dışişleri Bakanlığı’nın tepkilerinin ileriki günlerde görebiliriz.

ABD 2022 yılı Ulusal Savunma Bütçesi’ne Senatör Menendez Türkiye’nin drone konusundaki gelişmelere bakarak bir aleyhine ek madde ekletti.

ABD Savunma Bakanlığı yaptığı bir açıklamada, Türkiye’nin olası operasyonu için, kendi önceliklerinin IŞİD olduğunu işaret etti.

Suriye’nin kuzeyindeki Tel Rıfat bölgesinde yuvalanan terör örgütü YPG/PKK’ya Rus yapımı ZİL model 4 askeri araçtan, çok sayıda mayın teslim edildi. Teröristler, teslim aldıkları mayınları cephe hatlarına döşemeye başladılar. Bu iddia doğrulanırsa Rusya’nın Türkiye aleyhine bu tutumu çok dikkat çekicidir.

İki günlük resmi ziyaret için Paris’te bulunan Miçotakis, Yunan Devlet Televizyonu ERT’e verdiği özel röportajda, Atina-Paris yakınlaşması, Türkiye-Yunanistan ilişkileri, sığınmacı sorunu ve Avrupa’nın güvenlik perspektifine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Miçotakis, Türk-Yunan ilişkilerini değerlendirirken, “Sakin bir yaz geçireceğimizi öngörmüştüm, neden sakin bir sonbahar, sakin bir güz de geçirmeyelim? Doğu Akdeniz’deki gerginliğin sonuçta kimseye faydası olmayacağını Türkiye’nin anladığına inanıyorum.” diye konuştu. İklim krizi, sığınmacı sorunu gibi ortak sorunlarda Türkiye ile iş birliği yapılabileceğini belirten Miçotakis, ekonomik iş birliğinin de iyi komşuluk ilişkileri ve saygı çerçevesinde mümkün olduğunu kaydetti.

Miçotakis, Doğu Akdeniz’deki ve Ege’deki sorunların çözümü için tek yolun uluslararası hukuk olduğunu dile getirerek, “Biz İtalya ve Mısır örneğinde, bu tür anlaşmalar yapılabileceğini gösterdik. Açıkça söyleyeceğim, sonuçta herkesin faydasına olacak çözümleri başarabilmemiz için bazı konularda karşılıklı geri adım atılmasını gerektiren anlaşmalar yapılabilir.” diye konuştu. Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin modernleşmesi gerekliliğini vurgulayan Miçotakis, “Türkiye ile bir silahlanma yarışına girme niyetim hiç yok.” ifadesini kullandı. Miçotakis, Avrupa Birliği (AB) Konseyi’nin, Doğu Akdeniz’e ilişkin aldığı kararların, Doğu Akdeniz’deki ilişki çerçevesini Avrupa prizması içerisine soktuğunu ve Türk-Yunan ilişkilerinin Türkiye-AB ilişkisine dönüştüğünü öne sürdü.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

6-7 Kasım 2021/

Kırılma-30

Dibeybe Türkiye’de. Libya Dışişleri Bakanı Menguş görevden alındı.

ABD ve Rusya Suriye’de askeri hareketliliklerini sürdürüyorlar.

Irak Başbakanı Kazimi’ye suikast girişimi

ABD ve Rusya yetkilileri Karadeniz’de tırmanan askeri hareketlenme hakkında beyanatta bulunuyorlar

Sırp liderin Bosna Hersek’i hedef alan konuşması

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe’yi kabul etti. Bu ziyaretle ilgili detaylar henüz ortaya çıkmadı. peşinden önemli gelişmeler yaşandı. Libya’da Menfi ve Dabaiba arasında daha önce Dışişleri Bakanı’nın davranışları nedeniyle oluşan anlaşmazlık görevden alınmayla sonuçlandı. Libya Cumhurbaşkanlığı Konseyi, Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş’yu görevden aldı. Menguş, Yunanistan’a sıkça gitmesiyle tanındı.

ABD’nin Suriye, Haseke bölgesine uzun kuyruklarla görüntülenen askeri desteği devam etmektedir. Irak’tan giriş yapan tırlar PKK’YPG terör örgütüne teslim edilmektedir.

Rusya’nın Suriye’deki faaliyetlerine bakıldığında Türkiye’nin sınırlarına yakın alanlarda bazı tertiplenmelere gittiği gözlenmektedir. Rusya, Suriye’nin kuzeyinde Kamışlı havalimanına Ka-52 ve Mi-8 helikopterleri konuşlandırdı. Rus ordusu ve Esad güçleri, Türkiye’nin operasyonuna karşı Ayn-İsa bölgesine takviye güçler gönderdiler. Rus ordusu, Halep eyaletinin kuzeydoğu eteklerinde Türkiye sınırında Menbiç kenti yakınlarında yeni bir üs inşa etmeye hazırlanıyor. Üs, M4 karayolu boyunca Türk kontrolü altındaki bölgelerden 20 km uzaklıkta bulunuyor. Rus askeri aracı bir süredir üste konuşlanmış durumdadır. Ayrıca Rusya, Suriye’de Türkiye’nin kontrolündeki İdlib’de yoğun bombardımanına devam etti. Rusya karşıtı güçlerin bombalandığı bildirildi.

Rakka’da terör örgütü YPG/PKK ile rejim arasında toplantı yapıldı, Toplantıya örgüt adına Salih Müslim, Aldar Halil ve Ferdat Şami katıldı.

Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’ye suikast düzenlendi. Irak Başbakanı’nın Yeşil Bölge’deki evine bombalı drone saldırısı düzenlendi. Saldırı sonrası yaralananlar olduğu bildiriliyor. İran yanlısı milisler dün el-Kazımi’yi tehdit etmişlerdi. Kazımi, “Halkımın arasında iyiyim ve herkesi Irak için sükunete ve itidal etmeye çağırıyorum,” açıklaması yaptı.

ABD Başkanı Joe Biden, Irak Başbakanı Kazımi’nin konutuna insansız hava aracıyla düzenlenen saldırıyı kınadı. İran’ın, Irak Başbakanı Kazımi’nin evine bombalı İHA’larla saldırdığı ifade edildi. İran Devrim Muhafızları’na bağla Kudüs Ordusu Komutanı General İsmail Kaani Irak Başbakanı Kazımi’ye düzenlenen suikastten hemen sonra Bağdat’ta. Kaani Şii milis gücü gruplarıyla görüştü.

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Sözcüsü John Kirby, Rus askerlerin Ukrayna sınırı yakınındaki ‘olağan dışı’ eylemlerini izlemeye devam ettiklerini belirtti. Kirby, Rusya’nın her türlü gerilimi tırmandıran veya saldırgan eylemleri ABD’yi çok rahatsız edecek dedi.

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Karadeniz’e giren ABD, NATO ve diğer bölge dışı ülkelere ait uzun menzilli, yüksek hassasiyetli silahla donatılmış gemilerin Rusya’nın Karadeniz ve güney kıyılarının korunma düzeyini denetlemeye çalıştığını söyledi. Rossiya-1 televizyonuna demeç veren Şoygu, “Biliyorsunuz, Karadeniz’e bölge dışı bir ülkenin gemisi girdiğini, güvertesinde uzun menzilli, yüksek hassasiyetli silah bulunduğunu gördüğümüzde, onun turistik gezinti yapmak için gelmediğini anlıyoruz. Doğal olarak, onu takibe alıyoruz, ona eşlik ediyoruz ve kısa süre önce İngiliz gemisinin yaptığı gibi, her an provokasyonlar olabileceğini anlıyoruz ve elbette bu tür şeylere izin vermememiz gerekiyor” dedi. Şoygu, “Daha açık konuşmam gerekirse, elbette bu, bizi denetlemeye, ne kadar hazır olduğumuzu görmeye, Karadeniz kıyısındaki, ülkemizin güneyindeki tüm sistemin ne kadar iyi inşa edildiğini kontrol etmeye yönelik sürekli bir girişim” ifadelerini kullandı. Batılı ülkelerin bu denetimlerde yalnız olmadığını kaydeden Şoygu, bu gemilerin Rusya’nın komşularıyla, Gürcistan filosuyla ve Ukrayna filosuyla tatbikatlar yapacağının altını çizdi. Şoygu, Rusya’nın da bölgede tatbikatlar yaptığını ve yapmaya devam edeceğini vurguladı. Şu anda Karadeniz’de ABD Donanması’na ait USS Mount Whitney amfibi komuta kontrol gemisi ve USS Porter destroyeri bulunuyor. Rusya Savunma Bakanlığı, tatbikatlar için bölgeye gelen bu gemilerin Rus filosu tarafından takibe alındığını duyurmuştu.

Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik, uluslararası denetimin sona ermesinden ve kendi ordusundan bahsederek tehdit etti. Dodik, “Bosna Hersek’in artık yüksek bir temsilcisi yok,” iddiasında bulundu.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

8 Kasım 2021/

Kırılma-31

Azerbaycan’da Karabağ Zaferi kutlanıyor.

Hafter’in oğlu Israil’e gitti

İsrail ile Mısır Refah bölgesi hakkında anlaşma imzaladı

Dedeağaç’a ABD’nin ilave askeri sevkiyatı gündemde

İsrail, Suriye Humus’a hava harekatı yaptı

Karadeniz’deki ABD savaş gemisi Gürcistan açıklarında

İran ve ABD Umman açıklarında birbirlerini engellemeye devam ediyor

Belarus’tan Polonya’ya düzensiz göçmen krizi gelişiyor

Kazimi’ye saldırıda İran parmağı

Azerbaycan ve Ermenistan arasında 44 gün süren ve Karabağ’ın işgaline son verilen zaferin birinci yıldönümü kutlanıyor.

İsrail, Libya’da Hafter’den yana duruyor. Hafter’in oğlu İsrail’i ziyaret ederek hem para hem de silah istedi. Seçimlerde aşiretlerin oylarını değiştirmek adına gerekli bütçe için maddi yardım talebinde bulundu. Daha önceden Halife Hafter farklı ülkelerde İsrail dış istihbarat servisi Mossad yetkilileriyle çeşitli görüşmeler yapmıştı.

İsrail ordusu, Mısır’ın kuzeydoğusundaki Refah bölgesinde Mısır askeri varlığının güçlendirilmesine yönelik anlaşmaya varıldığını duyurdu. İsrail ordusundan yapılan yazılı açıklamada, İsrail ve Mısır ordularına bağlı Ortak Askeri Komitenin dün ikili konuların ele alındığı bir toplantı gerçekleştirdiği belirtildi. Açıklamaya göre da, “Toplantıda, Mısır güvenlik güçlerinin bu bölgedeki varlığının güçlendirilmesine ilişkin Refah bölgesinde güvenlik güçlerinin mevcudiyetini düzenleyen anlaşmada bir değişiklik yapıldı” ifadeleri kullanıldı.

İsrail ile Mısır arasında yaşanan 3 savaştan sonra Kahire ve Tel Aviv yönetimleri 26 Mart 1979’da Washington’da Camp David Barış Anlaşması’nı imzalamıştı. Anlaşmanın ana metnine göre “Mısır veya İsrail topraklarındaki sınırlı silahlanma alanları ile Birleşmiş Milletler (BM) güçleri ile BM gözlemcileri dahil olmak üzere, üzerinde anlaşmaya varılmış güvenlik düzenlemeleri oluşturulacağı” öngörülüyor. Anlaşma, taraflardan birinin talebi ve iki tarafın anlaşması üzerine, anlaşılan güvenlik düzenlemelerinin değiştirilmesine de izin veriyor.

Yunanistan ile 5 yıllık savunma anlaşması imzalayan ABD ordusunun bu ayın ortalarında Batı Trakya’daki Dedeağaç (Evros) Limanı’na bin askeri araç ile 120 yeni saldırı helikopteri indireceği belirtildi.

İsrail savaş uçakları Suriye’nin Humus bölgesindeki İranlı mislileri vurdu. Hava savunma sistemleri karşılık verdi. SANA Ajansı, İsrail uçaklarının orta ve sahil bölgesine saldırıda bulunduğunu açıkladı.

Geçtiğimiz günlerde Karadeniz’e geçen USS Mount Whitney Bulgaristan ile tatbikat yapmıştı. Şimdi de Gürcistan bölgesine uğradı.

İran, Umman Denizi’nde hava savunma tanımlama bölgesine giren ABD Hava Kuvvetleri’ne ait RQ4 ve MQ-9 tipi 2 insansız hava aracını engellediğini ve uyardığını açıkladı.

8 Kasım Pazartesi günü Belarus topraklarından Polonya sınırına doğru yürüyüşe geçen ve sayısı binlere ulaşan göçmen kafilesi, Polonya sınır bölgelerinde olağanüstü önlemlerin alınmasına neden oldu. Belarus sınırındaki Bruzgi sınır kapısına doğru dört şeritli otoban üzerinde trafiği de engelleyerek hareket eden kaçak göçmenlerin sınıra yaklaşmaları üzerine Polonya sınır güvenlik kuvvetleri alarma geçirildi. Polonya hükümeti 30 bin kişilik bir özel kuvveti de Belarus sınırına yönlendirdi. Öğle saatlerinde olağanüstü göçmen kriz toplantısı sonrası yapılan hükümet açıklamasında Polonya’nın sınırlarını korumaya kararlı olduğu; göçmenlerin sınır kapılarını zorlaması durumunda olayların büyüyeceği ve istenmeyen gelişmelerin meydana gelebileceği vurgulandı.

Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, “Polonya sınırı sadece haritada bir çizgi değildir, bu sınırı korumak için milyonlarca Polonyalı hayatını vermiştir. Bu kararlılığı sürdüreceğiz, sınırdan kimse izinsiz geçemeyecek,” dedi. 

Polonya’nın yanı sıra Litvanya hükümeti de kaçak göçmenlerin ülkeye girişini engellemek için alınması gereken önlemlerin masaya yatırıldığı olağanüstü bir toplantı yaptı.

Reuters yazdı, özetle: Irak Başbakanı Kazımi’ye saldırı İran drone ve patlayıcısını kullanan Haşdi Şabi ile irtibatlı intikam tugayı. Sebep, genel seçimlerde alınan sonuçtan memnun olmamak.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

Exit mobile version