asil-ve-gerekli-milliyetcilik
Asıl ve Gerekli Milliyetçilik

Asıl ve Gerekli Milliyetçilik

19 Mart 2015
Okuyucu

Dönüşümler ve Sancılar

Dönüşüm ve sonrasındaki kapitalist atmosferde öne çıkanlar kendiliğinden (hazmedilmiş veya) meydana gelmiş kurumlar ve anlayışlar mıdır, yoksa güdümlü hale getirilmiş, öğretilmiş ve kontrol edilmiş bir yapıya mı sahiptir? Bu ara dönem ve devamındaki her türlü algı mekanizması iyi analiz edilmelidir?

Yaşıtlarımın şahit olduğu dönemde neler yaşandı? Dışarıdaki dönüşümlere bakalım; Doğu-Batı Paktı, Soğuk Savaş, SSCB’nin dağılması ve komünizmin başarısızlığı, Almanya’nın birleşmesi, Avrupa Birliği bütünleşmesi, Çin’in hem Maoist hem de sonrasında gelişen komünist-kapitalist yönetimi, çeşitli çatışmalar ve ayaklanmalar, Afganistan ve Körfez Savaşları, 11 Eylül, teröre karşı küresel savaş, aya ayak basma, uzay programları, kitle imha silahları, medya üzerinden yapılan savaşlar, siber saldırılar, ekonomik savaşlar, yumuşak güçle ikna, pembe-turuncu devrimler, Arap Baharı… Ülkemizdekiler; her on yılda bir gerçekleşen politik kesintiler ve bunlara ait yazılan anayasal düzenlerin dikte ettirdiği eğrelti politik düzenler.

Türkiye Açısından Süreçler

Önce Osmanlı’nın belirtilen anlamda sömürgeci bir devlet olmadığını, fakat kendi nizamı içindeki uygulamalarında sömürüden bahsedilebileceğini vurgulamak gerekmektedir. Çünkü Osmanlı nizamında resmi açıdan toprak devletin mülkiyetindeydi ve özel mülkiyet söz konusu değildi. Devlet gelirleri çoğunlukla savaş ganimetleri, topraktan alınan paydan oluşmaktaydı. Tebasından vergileri mültezimler topluyordu. Mültezimler köylünün ürettiğinin üçte ikisi ila yarısı arasındaki payları vergi olarak toplamaktaydı. Merkezin aldığı pay bunun içinde belli bir kısımdı. Dolayısıyla güçlenen mültezimlerin, başkalarının da etkisinde kalarak, arada bir ayaklanmalarına şahit olunmaktaydı. Kırsalda eşkıya hareketleri yaygındı.

Kırsala benzer şekilde kentlerde ticaretin asıl kontrolü devletteydi. Kendine imtiyaz verilen ticaretle ilgilenmekteydi. Ticaretle ilgilenenler genelde azınlıklar ve yabancılardı. Örneğin, 1793 yılında “imtiyazlı iş belgesi” alan Avrupalı tacir sayısı 9 ayrı uyruktan 247 idi. Büyük oranda dış ticareti bunlar yürütüyordu. Meslek grupları lonca sistemiyle kontrol edilmekteydi. Başlangıçta iyi çalışan lonca sistemi giderek dış etkilerle değişime ayak uydurmak zorunda kalmıştı. Genel olarak sistem içinde bir sorun çıkarmama tavrı gelişmekteydi.

Buradan hareketle kapitülasyonlar yabancıların ticari imtiyazını daha da sistemleştirdi. İlk kapitülasyon devresi Kanuni dönemiyle başlayan politik amaçlı dönemi kapsar. İkinci devre 1740’ta Fransa ile imzalanan “ticari sözleşme” mahiyetindeki başka bir periyotu başlatır. Üçüncü devre ise Sanayi Devrimi sonrası gelişen atmosferde “eşitsiz mübadele” konusunu gündeme taşımıştır ve bütünüyle bu Avrupa’nın sömürgeci bir hareketidir. Evet, Osmanlı uzunca bir süre eşitsiz mübadeleyle birlikte sömürülmüştür. Emperyalist tutumun ağır şekilde hissedildiği dönem böylelikle başlamıştır.

Olgun sömürgecilik döneminde dünya karalarının neredeyse yarısı sömürge idi. Osmanlı toprakları da emperyalistlerin bireysel ve müşterek çabalarla sömürülmekteydi. Örneğin Osmanlı toprakları içinde o vakit yeni sayılabilecek bir bilim alanı olan jeolojik araştırmalarını kendisi yapamadan Avrupa, Osmanlı topraklarının neresinde ne yeraltı zenginliği var, tümünün haritasını çıkarmıştı bile. Bir bakış açısıyla savaşlar buna benzer zenginlikleri paylaşım için yapılıyordu. Hatta saraydaki birçok politik çalkantı ve haneden sorunları buna göre değişkenlik gösteriyordu.

Osmanlı’ya Kırım Savaşı döneminde verilen borç ile (ilk kurumsal büyük borçlanma olarak bilinir) bu dönem perçinleşmiş oldu. “Borcunu ödemezsen şunu yaparız… Ben daha az faizle borç vereceğim, benden yana ol…” benzeri basit teklifler kapalı kapılar arkasında baskı aracı olarak kullanılır olmuştu. Halk savaşlarla ve bu tür ekonomik eksikliklerle giderek fakirleşmekteydi. Ve nihayet başka birçok etkiyle birlikte Devlet-i Ậli büyük kayıplar vermeye zorlandı. Balkan Savaşı ile gelişen sürecin devamında Sevr ile Vatan işgal altına girmişti.

Avrupa’da hanedanlıkların bitirilmesi sürecine bakıldığında, özellikle kendi coğrafyamızda isyanların yeri her dönem önemli olmuştur. Osmanlı’nın politik ve ekonomik kurumlarını yeterince erken oluşturup çalıştıramaması kritik edilen bir husustur. Ulusçuluk kavramıyla esmeye başlayan rüzgarların etkisiyle başta Balkanlar’daki ayrılıkçılık hareketlerinin çabucak gelişmesi söz konusudur. Diğer tarafta Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki toplumların yabancılarla işbirliğine girişmeleri, özellikle sömürgeciliği sistemleştirenler açısından çok zor olmamıştır.

Türkiye’de durum nedir? Evvela Türkiye, Osmanlı’nın devamı bir devlettir. Neden böyle demek durumundayız? Lozan ile Türkiye, Osmanlı borçlarını devralmıştır. Ayrıca politik sistemlerde asıl olan insan yapısıdır. Adı ve şekli ne olursa olsun bir dönem kapatılmış ve (çoğunluğu) Türklere ait başka bir dönem başlatılmıştır. Bu, Batı’nın bakış açısında da böyle ifade bulan husustur.

Gelişen kapitalizm, demokrasi ve küreselleşme çizgisinde Batı’nın özellikle ilgilendiği coğrafyalarda bir dönüşüm öngörülmüştür. Toplum uzun zaman aralığında kendi refleksleriyle bunu hazmetme sürecinde kalmıştır. Etkileri bugün bile devam eden değişik perspektiflerdeki dönüşüm süreçlerinde ülkeler veya toplumlar bir noktadan sonra istese de istemese de Batı’nın sömürgeciliğiyle veya sömürgeci ruhunu içselleştirmiş kapitalist yöntemleriyle eklemlenmiştir.

Bütün bu süreçlerin negatif etkileri Türkiye’nin potansiyeli ile eritilmeye çalışıldı ise de asıl problem şu olmuştur. Batılı gözüyle Türkiye geç sömürgecilik döneminin etkisi altında, Şark Meselesi ve Hasta Adam gibi yakıştırmalarla birlikte, kolay yönetilebilir bir ülke gibi görülmüştür. Çünkü, kim nereye yatırım yapacak, kim teşvik ve kredi alacak, hangi politik akım iktidar olacak, anayasalar hangi şartlarda yazılacak, gibi sorularda belirleyici olanlar paktların, işbirliği yapılan güçlerin ve ekonomik partnerlerin etkisine göre gelişmiştir. Ya da bütün bunlar hep bir soru işareti olarak kalmaya devam etmiştir.

Yumuşak Gücün Etkisi

Şartların üstü kapalı şekilde yansıyanlarını ve dolayısıyla bunların yaptırımlarını basit olarak açıklayalım: Bir iş yapacaksınız. Bunun için bir sözleşme imzalayacaksınız. Her iki taraf şartlarını masaya yatırır. Güçlü olanın şartları daha belirgin şekilde uygulanır. Altına imzasını attığınız her bir işbirliği konusu aslında taahhüttür. Ben şunu yapmayı kabul ettim, demektir. Anlatmak istediğim geç sömürge döneminin etkilerinin yansımasındaki yumuşak etki bu türdendir.

Asıl önemli etkiler Dünya Ticaret Örgütü’nün sistemleşmesi ile olmuştur. Çünkü piyasada pazarlık gücü ve ticari ilişkiler belirlenen standartlar ve hukuki prosedürlerle hayat bulmaya başlamıştır. Standartlarını geliştiren, hukuki kavramlar meydana getiren, dokümantasyonu sağlam, bütün bunlara ilişkin köklü araştırma ve geliştirme çabası olan devletler elbette güç odağı halinde gelişmiştir. Diğerlerine yansıyan tarafları ise masada kimin bilgisi daha çok şekline dönüşmüş ve bu nedenle bilgi üzerine bir yumuşak güç gösterisi etkisi ortaya çıkmıştır.

Bir de bunların toplumları hazırlama bağlamındaki çalışmaları vardır ki işin bu kısmı tamamen bilgiye hükmetmek ve eser vermekle bağdaşan konular olarak somutlaşmış görülmektedir.

Bir diğer konu da özellikle günümüzde bilgi ile meydana getirilen ürünlerin telif haklarının hukuki prosedürlerini kayıt altına alma becerisi kazanmış olanların güçlerinin diğerlerine oranla daha önemli bir fark ortaya çıkarmaları gerçeğidir. İngilizler bu işi James Watt zamanında bile hukuki yöntemle yapabiliyordu. Patent verme ve fikri koruyup sonra satma becerisi çok önemli bir güç unsuru olarak küresel sistemin hukuken sert ama uygulamada yumuşak bir yüzünü ortaya çıkarmıştır.

Ders Çıkaran Kültür

Osmanlı birtakım ıslahatlara kalkışmıştı. Ama gerekli yapısal düzenlemeleri yapmada hem geç kaldı hem de konuları yeterince derinleştirecek vakit bulamadı. Yapısal düzenlemelerin özünde politik ve ekonomik kurumsallaşma vardı ve bunları yeterince gerçekleştiremedi.

Böyle bakıldığında, eğer somut biçimde gereken tam ve zamanında yapabilseydi, tarihte biz bunu ne şekilde görebilecektik? Bakın burası dikkat çekicidir. Osmanlı’nın kuruluşuyla çelişir bir durum içerir. Bu nedir? Bugün diyecektik ki; mutlakıyet döneminin güçlü idaresinden vazgeçildi, yani saltanatın sahip olduğu güç, doğru biçimde halka dağıtılabildi. Bu mümkün olamadığı için çöküş kaçınılmaz oldu ve İstanbul İngilizlerin yönetimine geçti, I. Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak Sevr’i imzaladı ve topraklar kaybedildi.

Bazı kültürler bir şeyi “düzenleyelim” deyince, gerekli olanları “kısıtlamayı” anlarlar. Kısıtlamak çözüm müdür? Tekrar düzenlerken eskileri yenileriyle değiştirmek mi gerekir? Ders çıkarmakla ilgili süreçlerde kültürel yapının belli bir darboğaz ile kendini onarması beklenebilir. Örneğin Avrupa bu tür bir süreçte veba salgınlarını, iç kargaşa ve savaşları yaşadı. Düşünelim, bazı Avrupalı devletler sistemini nasıl onarma başarısı gösterdi?

Örneğin başkalarına göre daha çok altın ve gümüşü olan mutlakıyet sistemine sahip İspanyol Kralı Felipe saltanatını düşündüğü için gerekli düzenlemeleri zamanında yapamadı, İspanya giderek zayıflarken, tam da o zamanlarda İngiliz Kraliçesi Elizabeth özelleşmeyi başlattı ve giderek zenginledi, üstüne Sanayi Devrimi’ni yapabilecek kurumları ve kuralları kabul etti ve dünya ticaretini yönlendirdi, denizlere hükmetti ve Güneş Batmaz bir imparatorluk kurdu. Hatta bunu demokrasiyi ilk yerleştiren bir millet olarak gerçekleştirdi. Bir zamanlar sömürgeci İngiltere serbest piyasa ekonomisinin, demokrasinin ve özgürlüklerin en büyük savunucusu oldu.

Osmanlı’nın darboğazı çöküşle başlayan ve Sevr’e kadar süren uzunca bir süre oldu. Kurtuluş Savaşı sonrası, Atatürk’ün liderliğinde, bütün kurumlarını tekrar düzenledi, eksik olup olmamaları bir tarafa, yeni kurumlar ihdas etti. Belki bu her milletin yaşaması gereken bir tür deneyim idi.

Örneğin demokrasi konusunda henüz atılmayan adımlar var ise, henüz ders çıkarma süreci devam ediyor demektir, değil mi? Bu, bir türlü ilerleyemediği eleştirisi yapılan, özellikle politik adımların tamamlanabilmesi için şartların zorlanması anlamına gelebilir. Gecikmeler varsa iki sebeptendir. İlki mevcut güç dengelerini devam ettirmek isteyenlerin mukavemeti, ikincisi ise toplumun gereğince hazmetme sürecini tamamlamamış olması.

Nasıl ve ne zaman olursa olsun, neticede çözümlerin dinamiği bir sistem geliştirmeli, işletmeli ve başka açılımlara kaynak oluşturmalıdır. Kısıtlayıcı aklın çözümü başka bir eksikliğin kaynağıdır. Bir şeyin sadece adının olması başka, içinin dolu olması başkadır.

Görünürdeki kurum ve kuruluşların gerçekten işlevsel olmalarını veya olmamalarını düzenleyenler o toplumun fertleridir. O halde sisteme ve düzenlemelere bakıldığı kadar, (daha çok) insan yapısındaki olgunlaşmaya bakmak gerekmektedir.

Ders çıkarmanın tek yolu salt tarihçi olmak değildir. Çarpıtılmış, bilimsel verilere dayanmayan, zamanın ihtiyaç duyduğu sorulara cevap vermeyen türden bir hamasi tarih algısı, toplumların tüm derslerini unutmaları için belki de bir tuzaktır. Ders çıkarmanın yolu, bilimsel çabaların, şeffaflığın önünü açan ve sorumluluk duygusu yüksek karakterlerden geçer.

Bilimsel düşünebilmek için rasyonel düşünebilme yöntemlerini geliştirmek şarttır. Ders çıkarmak için en iyi yöntem rasyonel analizlerin ve sentezlerin alındığı o gerekli kayıtların tutabilmesi ve ortaya konabilmesi açısından cesaret gösterilmesidir. Neden cesaret dedim? Çünkü gelir-geçer yöneticilerin şeffaflık takıntıları vardır. Bir sebepten dolayı kayıtları gelişigüzel tuttururlar ve bir dönem sonra belli kısımları bile olsa, bazılarını imha ettirirler.

Eğer bu tür iç disiplin anlayışları politik yelpazeye taşındı ise bir şeffaflıktan söz edilebilir. Sistemli olmaya isteklilik artar ve başkalarının rehberliğine ihtiyaç duymadan kurumsal yapılar kendi bilgi kütüklerine güvenerek yeni işleri yapmaya cesaretlenebilirler. Asıl büyük cesaret yeniyi bulabilmek için verilen savaştadır. Bu savaş eksikleri olan karakterlerin kendi eksiklerini kapatmak için uyguladıkları türlü oyunlarla kazanılamaz.

(Devamı diğer sayfada)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

politik-gravitasyon
ÖNCEKİ YAZI

Politik Gravitasyon

kolay-lokma-misali
DİĞER YAZI

Kolay Lokma Misali

Kültür 'ın son yazıları

387 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
382 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
584 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
532 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2.1K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme