dogru-yol-tutmak
Doğru Yol Tutmak

Doğru Yol Tutmak

18 Mayıs 2014
Okuyucu

Sorun

Son dönemde yaşananlara karşın milletin verdiği reflekslere bakarak bir hayli karamsarlık yaşadım. Çünkü doğru düşünme, yorumlama ve karar verme, ileri görme, planlama, sağlam iş üretme ve sorumluluk duyma gibi konularda derin sorunların varlığı gün yüzüne çıktı. Doğru konuşmasını, tartışmasını, aklı kullanmayı ve ilerlemeyi esas almayan ve işin kötüsü bu işin önemini fark edemeyen bir sorun sahası, beni oldukça rahatsız etti.

Böyle olduğunu düşünmeyenler ise temelde ayrışmacılığı isteyenlerdir ve sonuç daha karamsar bir mecraya kayar; anlayışlarda bölünme ve davranışlarda çatışma!..

Kendime göre bir plan yaptım. Bazı temel konuları tekrar edeceğim ama en baştan irdelemekte yarar gördüm. Bu kapsamda ilk olarak kültürde ve temel eğitimde altı çizilecek noktaları bir daha gözden geçirelim. Daha sonra bilgi ve bilim gibi kavramların uzantılarındaki yanlış bilinenlere diğer yazılarda tartışacağım.

Sorunun özünde ezber sistemi var. Bundan kurtulamayan milletler değil bu günün, yarının efendileri olamayacaklar, çözülüp dağılacaklar, değilse bile kullanılıyor durumda kalacaklar.

Ne demek efendi? Özeleştiriyi, teşhisi doğru ve cesurca yapalım ki, doğru ve bizi güçlü kılacak sonuçlara varabilelim. Küresel piyasada genel manada toplum fertlerinin çalıştığı iş kolları bunu bize az da olsa örneklemektedir. Çok gururlu bir milletiz ama o zaman gereğini yapalım, değil mi? Gururumuzu evvela kendimiz ezdirmeyelim. Para kazanmaktan bahsetmiyorum, değer üretmekten bahsediyorum; küresel sistemde nerede duracağız, buna doğru ve gerçekçi bir yol üzerine karar verelim.

Küresel piyasada daha çok hangi alanlarda çalışıyoruz: Irgatlık, işçilik, fasonculuk, taşeronluk, hizmet sektörü… İnanmazsanız inşaattan sanayiye, turizmden tarıma her sektörü gözden geçirin. Burada sektörlerin yanlışlarını, zafiyetlerini tartışmaya kalkarsak yazımız bir türlü bitmez. Onun için bu kısmı size bırakıyorum.

Bu yazıda konuya çok boyutlu baktığımın farkına varacaksınız. Kültürel ve toplumsal farklılıklar, İslam’ın gereklilikleri, küresel kapitalist sistemin getirdikleri, eğitimciliğin mecburiyetleri, insanı temel değerleri gibi değişik olguları birlikte ele alarak bir anlatım yapacağım. Bu yöntem sorunu ve öneriyi uygun şekilde betimlemede gerekli olacaktır.

Hedef Saptırma

Geleceği göremeyenler, hesap edemeyenler, üstelik hedef saptıranlar; güçsüz düşmeye, yıkılmaya veya yok olmaya mahkumdurlar. Ben “gelecek” dedikçe, “falcı mısın?” şeklinde karşılık veren bağnaz bir neslin hakikatin üstüne yürüdüğünü, değilse bile örtmek istediğini (küfür) fark ettim.

Buna rağmen tekrar edeceğim: Amaç Allah’ın (CC) işine (haşa) karışmak değildir, zaten bunu kim başarabilir ki? Amaç Hz. Adem’e (AS) verilen vazifedeki gibi; bir insan (Halife) olarak sorumlulukların idrakinde (Muttaki) olmak, bilinçle hareket etmektir, körlükten kurtulmak ve (insanın tek düşmanı) şeytanın çelmesini boşa çıkarmaktır. Kim Muttaki olmayı, Halife olma hedefini küçük görür?

Neden bunu söylediğimi bazıları gereksiz bulabilir. Yok, gerekli! Hem, bir türlü anlamak istemeyenler, anlamak istemeyenler toplumu yaratmayı hedefleyenler için bu çok gerekli!

Kur’an İsra-13’te, “Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık!” demektedir. Çabamızla geleceğimiz şekilleniyor. Buradan kendimize bir hedef çıkaramadık mı?

Ben burada anlayışsızlıktan bir hedef saptırma sorunsalı okuyorum. Anlayışsızlık, tahammülsüzlük ise yanlışların pekişeceği ortamlarda daralmaktan meydana gelir. Sapılan yanlıştan kurtulabilmek için önce bulunulan ortamdan çıkmaya cesaret etmek gerekir. Eğer siz yarınınızı başkasına inşa ettirirseniz, en azından birlikte inşa etmekten kaçınırsanız, sonra hiç “İntikam!” diye bağırmayın. Çünkü bugün ne yapmanız gerektiği belliyken, yapmıyorsunuz, yapmak istemiyorsunuz.

Liderlik, iş sahaları, değerleme sistemleri, insanların yaşam alanları ve alışkanlıkları, standartlar, eğlence şekilleri değişiyor… Yakın gelecek daha entelektüel yaşam sistemleri gerektirecek. Okuyan, anlayan, araştıran, bilen, tasarlayan, kural koyan, tartışan… Ortak akla daha çok ihtiyaç olacak, buna bağlananlar üstlerde hakim konumda olacak.

Bu değişimin motoru teknoloji; yakıtı, enerjisi, tasarlayıcısı, birleştiricisi, geliştiricisi, değiştiricisi ise bilimdir. Bilim teknolojiyi, teknoloji yaşam standartlarını ve tarzlarını belirler. Bilimden kopan zavallılaşır, kullanılır kılınır, kandırılır ve; ya aynılaştırılır, ya da sapkınlaştırılır. Hakim gücün düşüncesiyle, aynılaşandan sorun kalkar. Ancak, sapkınların durumundan politik kazanç elde ederler ve kendi yollarında ilerlerler. Kayıp söz konusudur.

Bu dünyadayken şunu demeyin: “Biz onların gittiği yere gitmek istemiyoruz!” Eğer düzeltebileceğiniz bir yön var da bunu yapmaktan kaçınıyorsanız, işte o zaman acizliğinizi kendiniz kabul etmiş olursunuz, kaybınız buradan meydana gelir. Acizliğinize, zayıflığınıza mazeret bulmayın; bunun da gideceği yer, belirlediğiniz kaderle ulaşacağınız yer, hiç de hoş değildir. Sapmanın iki boyutu budur; ya öyle saparsınız, ya da böyle… Merkezde durun ve yapmanız gerekeni yapın!

Açık fikirli olun, çalışın, bilim yapın, teknoloji üretin, belirleyici olun, standart, değer, usul, yöntem koyun, ihmaliniz olmasın!.. Aklınız ve referanslarınız bunu yapmaya yeter.

Gelelim Kültür ve Eğitime

Doğru yolun tarifi nedir? “Yaratıcı Eğitim!” metodunu inşa edip uygulayanlar kazananlardır. Biçilen vadeye kadar insanın dünyasında yaratıcı elbette insandır, insan aklıdır. Çünkü insan yapıp ettiklerinden dolayı sınav verecektir. Yaratmayan ise yaratmadığının hesabından sorumludur.

Eğer siz yaratmazsanız, diğer toplumlar yaratır; ama bu dünya ölçeğinde insan eliyle, hatta istemediğiniz türden bir yaratma devam eder. O halde kendinizi eğitmelisiniz, toplumuna bu yönde gerekenleri kazandırmalısınız!

Çok da bilinmeyen şeyler değil bunlar. Ama önemlisi disipline olmak, disiplin geliştirmektir.

İnsanın aklıyla doğru olanı yaratabilmesi için yaratıcı formatı kazandıracak olan eğitim metodundaki adımlar neler?

Önce kültürel farklılıklara bakalım. Asyalılar ile Batılılar arasında belirgin farklar vardır. Bu temel farklar derinlemesine araştırıldığında, neyin, neden olduğu rahatlıkla anlaşılabilecektir. Kısaca göz atalım.

Bir Batılı için nesnesel ve tümevarımsal değerler ön plandadır. Sınıflandırmacıdır, modelleyicidir, şemalar yaratır, biçimleyicidir, istatiksel verileri kullanır, tartışarak sonuç bulmayı hedefler.

Batı’da çocuk doğar, ayrı odada büyür. Bebek kaygıyı, yalnızlığı ve bireyciliği bebekken öğrenir. Çocuklara yürümeye başlama zamanıyla birlikte nesneler öğretilir ve yaşam nesnesel gelişir. Öyküler, kitaplar, filmler, çizgi filmler, bilgisayar oyunları bilince zor durumdan kurtulmayı, öldürmeyi ve nesneleri eşleştirmeyi pekiştirir. Çocuk her zaman daha çok istemeyi öğrenir. Peşinen güven yoktur ve tesis edilmesi öğretilir.

Asya’da büyük aileler vardır, 2-3 nesil birlikte yaşanır. Çocuk genellikle annesiyle büyür, yaklaşık 2 yıl anne sütü emer. Çocuk doğal ortamda gelişir. Çocuğa fiiller ve ilişkilerin yararı öğretilir. Bebek sevgiyi, uyumu, sabretmesini, ayıbı, kolektif yaşamı ve paylaşmayı ailede öğrenir. Pekiştireçler sözel anlatımlardan oluşur. Azla yetinme öğretilir. Güven ortamda vardır ve insan güvenilirdir.

Asya kültüründe nesnenin ilk görüldüğü andan itibaren çevresine bağlı hale geldiği ve bellekte o şekilde yer ettiği görülür. Buna karşılık Batı’da nesne tümüyle çevresinden ayrı algılanır. Bir Asyalı içinde olduğu ortamı, ortamdaki görünür görünmez şeylerin ilişkilerini kurmakla ilgilenir. Nesnelerin ortamıyla birlikte genelini görme veya algılama eğilimindedirler. Örneğin Amerikalı ise değişik ortamlar içinde gördüğü nesneye doğrudan odaklanır. Bu aynı zamanda arka planın anlaşılmasına da etki eder. Arka plandakilerden dolayı yargılamaya doğrudan gitme güdüsü Batılı’da Asyalı’ya göre fazladır. Çünkü Asyalı konuyu yayar.

Asyalı için arka plan “resim” temelde doğa temalıdır. Batılı için arka planın ilişkisinden çok ön planda belirgin bir nesne vardır. Bu temel bakış açısı her bir duruma yansır. Örneğin bir Amerikalı gördüğü nesneleri eşleştirmede ve değişimleri denetlemede etkin karar verirler.

Nesneler hiyerarşisi içindeki yargı ve denetim de bu bakış açısıyla, “bu önemli, bu önemsiz…” diye toplumlar arasında değişiklik gösterir. Batılı her gördüğünden dolayı bir kural arar ve kuralcılık üzerine yargıda bulunma, düzen sağlama hükmü gelişir. Bu kendine çeki düzen verme, evine, iş yerine ve kentine kadar işler. Modanın sürekliliğini, teknolojik yenilemenin planlı şekilde nesneye işlenmesini buna göre düzenler.[1]

Davranışlarda nedenleri analiz ederken Batılı “ya/ya da” derken, Asyalı “hem/hem de” der. Belli bir düşünce farkı yaratan bu bakış açısı sonuçta dünyanın zenginliğini tarif eder. İnsanlar birbirlerini tamamlamaktadırlar.

İşte bu kültürel farkları iyi analiz eden Batı önce kendi eğitim modelini ortay koyarken, istediği doğrultudaki güçlü olma ve öne geçmeyle ilgi sorunları önemli ölçüde 15. YY’dan itibaren çözebilmiştir. Hatta her geçen gün daha yenilikçi bir modelle insanın entelektüel yapısındaki gelişimine uygun disiplini uygulamaya koyabilmektedir. Öncülük ettiği yer de buradadır. Çünkü kazandırmaktadır.

Süreçlere kısaca değinelim. Çocuk için en başta, iyi ve dengeli bir aileden yetişmek şüphesiz çok önemlidir. Doğrunun ve yanlışın temelde seçenek olarak özümsendiği ilk yer evdir. Ailelerin standartları maddi açıdan sınırlı bile olsa kültürel yapının çocuğa getireceklerini tartışmak gerekir.

Örneğin bir yöremizde aileler çocukları kendi hallerine bırakmakta; bu hem iyi olmakta, hem de genel sisteme zararlı olmaktadır. Sisteme zarar veren protest bir toplum daha fazla çıkarcılığa yönelmekte, çıkarlarını verecek olana bir yönelim olduğundan, rahatlıkla davranışları hakim güç tarafından kontrol edilebilmektedir. Diğer taraftan çocuğun kişisel gelişimi için kendi başına bırakılması sürekli sorun çözmek zorunda olmasını sağladığından yararlı görülmektedir.

Eğitimin yapılandırılmasında sosyal standartların devlet tarafından eşitlikçi bir şekilde sağlanması giderek güçleşmektedir. Çünkü kapitalizmin bu süreçte bize gösterdiği odur ki, toplumlar arasındaki uçurumlar giderek derinleşecektir. Devlet üzerine düşeni yapmalı, toplum buna, yani çözüme uyumlu ve katılımcı yaklaşmalıdır. Hazırcılık değil, inşa edici olmak gerekir. Zira her toplumun ayrı kültürü vardır. Çıkar için bir aynılaşmaya veya sapkınlığa kapılmak da söz konusu olabilir.

Kreş, eğitim-öğretime ve sosyal yaşama hazırlayıcı temel safhasıdır. Eğer çocukların süreçte bir kreş eğitimleri olacaksa (ki yaşam şartları bunu gerekli kılmakta) ailelerin doğru seçim yapmaları gerekmektedir. Bunun için öne çıkan kriter çocuğun aklını kullanabildiğini ve geliştirebileceğini hissettirecek değerdeki bir kurumun ve modelin tercih edilmesidir. Kreşin yapısı, programı ve kadrosu önem taşır.

Bireye, ölçülü olabilmesi, nazik davranabilmesi, bir sırasını bekleyebilmesi, düzgün ve yerinde kendini ifade edebilmesi, serbestçe meramını anlatabilecek cümleler kurabilmesi, gerektiğinde yardım isteyebilmesi, kent yaşamının kurallarını uygulayabilmesi gibi temel alışkanlıklar daha ağaç yaşken kazandırılır.

İlkokuldan itibaren üniversiteye kadar çocuk ezber sistemiyle değil, yaratıcılığıyla farklılık yaratabilecek yönlerde yetenek kazanmasını pekiştirmelidir. Maalesef uygulanan milli eğitim modelinin mevcut yapısı buna uygun değildir. Hatta seçme ve yerleştirme sınav sistemli eğitim modeli baştan aşağı tartışılması gereken bir konudur.

Ne yapılmalıdır? İlk olarak sınav işi gözden geçirilmeli, bunu belli bir yere koyalım. Öğrencilerin sürekli ve korkmadan okuma, araştırma, tartışma, disiplinlerin içinde gelişme, yeni fikirler yaratma, sorgulayıcı olduğu kadar sonuca varıcı olma, gelişmeyi kabullenme kabiliyetiyle donanmalı, analitik düşünen bir üniversite öncesi yeterliliğe kavuşturulmalıdır.

Eğer üniversite okunmayacak, meslek okuluna yönelim tercih edilecekse yukarıda saydıklarım, yine bir eğitimlide olması gerekenlerdir. Amaç teknisyen veya ustalık ise bu alanlarda da insanın kafa yapısı ezberci değil, bilimsel mantıkla çalışan olmalıdır.

Üniversiteler sanatsal, sosyal, idari, doğa bilimleri, mühendislikler gibi değişik alanları içerir ve her birinin ihtiyacı olan yaratıcı ve uygulayıcı beyin farklılık gösterir.

Üniversite ise kaynakları doğru okumaya, yaratmaya, araştırmaya, geliştirmeye, çözmeye yönelmelidir. Eğer mısır patlağı gibi inşaatçıdan (veya benzer mantıkla iş yapanlardan, aslında eğitimci olmayanlardan) üniversiteci olunacaksa, bu kömür madenindeki çökme gibi milleti toprak altına alır, soluyacak oksijen kalmaz, boğuluruz.

Dört duvardan bir şey çıkmaz. Önce dört duvar ör, içine yetişmemiş ve çaresiz bir öğretim görevlisi bırak, program deneme aşamasında, ne doğru düzgün olması gereken bir araştırma yeri var, dersliğin gerisinde en çok kazanç sağlayacak alan olarak sosyal tesislerin önemsendiği bir yerden bir şey çıkmaz. Bir üniversitenin zenginliği bilim ve eğitimle ilgili kaynakların, materyalin araştırmanın, dokümanın çokluğudur.

Çünkü artık vida sıkma işin bir robot yapabilmektedir. Çok tezgah değişmiş yerine robotlar getirilmiştir. İnsan yaratıcılığıyla değerli yerine ulaşacak ortama henüz gelebilmiştir. İşte bu ortamda insanını robotların yaptığı işlere göre eğiten zihniyetin bir çıkış kapısı olamayacaktır.

Ne olur? Zamanın icaplarına göre insanların ihtiyaçları nerede karşılanıyorsa o tarafa doğru akışkanlık gösterir. İşte bu nedenden dolayı, yeterli ve gerekli tedbirler alınmaz ise eskiden olduğundan daha fazla oranda gelecekte yurt dışına çıkıp eğitim alacaklar artacaktır. Hatta işe yarayan eğitilmiş kitle yurt dışında çalışacak, oralarda istihdam ve gelişme imkanını sürdürecektir. Yani gençlerin ülkesine yararlı olacak etkisi belki de; devletin, kurumları ve ailelerin ihmali sebebiyle, hedeflenen düşüncelerin ötesinde gerçekleşecektir. Bu toplumdaki değişik kesimlerin uçurumunu, diyalog bozukluğunu derinleştirir, standart ve yaşam şekli koymayı daha da güçleştirir. Bir kısmıyla şu an bile olan bu değil mi?

Okullar, üniversiteler fikirlerin yeşerdiği yerlerdir. Her türlü tartışma söz konusudur. Yanlış olanı koşullamak, aklı dar kalıplara sokmaktır. Örneğin politika ve ideolojiler tartışılır ama bir ideolojinin değişmez elemanı olunmaz.

Son zamanlarda bir akım ortaya çıktı; “Çocukları daha 3-5 yaşından itibaren alıp bir iş yerine yerleşene kadar elinden tutalım ve her türlü düşünce ve davranışını formatlayalım,” diyerek yatırım yapıyorlar. Ben buna tamamen karşı değilim, neticede yatırım insan üzerinedir. Benim itirazım ezbercilikten kaçınılması ve yaratıcı akla imkan verilmesi, bilimselliğin yolunun tıkanmaması, sonuçta milletin fertlerinin kendinin efendisi olmasının garanti edilmesidir.

“Benim örneklerim geçmişin örnekleridir, ben onları idrak etsem bana yeter,” düşüncesinde olanlar da vardır. Doğrudur. Ancak her dönemin kendi özelliklerine uygun bir gelişim seyri olur ve paralelinde bilinçte de gelişme söz konusudur. Gelişme nasıl kainatın kendisinde söz konusuysa bilinçte de olur. Bilinç başat bir konudur.

Ahlak mı? Ahlaklı olmak için bu sözcüğü sürekli tekrarlamak daha çok ahlaksızlık yaratır. Güçlü mü? Güçlü olmak için sorgulamayan bir toplumdan sonuç gelmez; kendiyle ve çevresiyle barışık, bilinçli ve çalışkan olmak gerekir. Eğer ahlaklı ve güçlü bir toplum inşasını öngörüyorsanız, ilk adımınız aklı kullanmayı bilenleri ön plana çıkarmak olmalıdır.

Bu bakımdan akılla ilgili gelişime önem verelim. Dinimiz İslam da aklı ön plana çıkarmıyor mu? “Bizim aklımız bize yeter,” demeyin, bu cehaletin kanıtıdır. “İlim Çin’deyse, gidin alın!” Sözylediğiniz gibiyse, aklınız yetiyorsa, neden başkalarının yaptıklarına muhtaçsınız? Dolayısıyla etrafımıza bakıp iyi yönleri almaktan başka uygulanacak yöntem yoktur.

Bir görüşe göre Amerika’nın 21. YY’da en iyi yaptığı iş eğitimdir ve bilim ve teknolojide öncü sistemi doğru kurmasıdır. Tartışan ve değer üreten, üretilen değerleri standarda kavuşturan bir sistemden söz etmekteyiz. Yani bizim bugün öyle veya böyle içinde olduğumuzu yaşam şekillerinin kökeni yaratılıyor ve bunlar uygulanıyor. Amerika için söylenen ve yazılan çok, önemli ölçüde bilmekteyiz.

Yakın zamanlı, basit bir örnek daha var; Singapur. Burada iyi bir lider çıkıyor ve eğitimi ön planda tutuyor. Şimdi Singapur dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri. Nasıl mı? 1959-1990 arasında yaklaşık 30 yıl devleti yöneten bir zat (Lee Kuan Yew) çok ince bir sosyal mühendislik yapıyor, eğitime ve aklın toplumdaki inşasına önem veriyor, yetişecek insanların hemen üretecekleri ileri-teknolojik sanayiyi kuruyor. Elektronik, kimya, biyo-medikal alanlarına yatırım yapıyor. Daha sonra Singapur, dijital alanda, Silikon Vadisi dahil, dünyanın ihtiyaç duyduğu devre plakalarının önemli bir miktarının geliştirildiği ve üretildiği merkez oluyor.

Ama benim ilgimi çeken bir konu da şu: Önceleri Singapur’a değerli bilim insanları gelip kalmayı tercih etmiyorlar. Yew, kültürel çekim alanları inşa ediyor, düzenliyor ve gelecek olanlara bazı avantajlar veriyor. Bununla birlikte bir elit zümrenin çekirdeğini kuruyor. Sürekli kültürel etkinliklerle yaşamı canlı tutuyor.

Yew eğitime bakıp şunu tespit etmiş: Öğrenciler körü körüne öğretmenlerinin söylediklerini tekrar ediyor, yeni fikirler meydana getiremiyorlar. Uzak Doğu’nun diğer ülkelerini inceliyor ve o zamanlarda genellikle taklitçilikle iş yapıldığını fark ediyor. Aynı şeyi yapmanın uzun soluklu bir yarar sağlamayacağını düşünüyor. Yaratıcı öğrencilerin kendiliğinden ayrılıp ilerlemelerine, onların kendi alanlarında serbestçe koşuşturmalarına kaynak ve imkan sağlıyor. Öğretmenlerden, bilimsel hayalleri ile ekonomiyi yeniden canlandırabilecek geleceğin dâhilerini sistematik olarak belirlemesini istiyor.[2]

Asyalı Singapur bunu odaklanması gereken yeri doğru tercih ederek, disiplinli bir şekilde yapıyor.

Sonuç

Genel kanıdır; Asyalılar meyve veren ağacı taşlarlar. Ağacı taşlamayın, meyveleri yetiştirin ve sonra toplayın.

Gelişmek için ezbercilik ve taklitçilik bir yere kadar yarar sağlar; ama bütünüyle güçlü, egemen ve özgür yapmaz. Eğitimde ezbercilik insanın aklına zulmüdür.

Kültürel değerlerimizi korumak ve yaymak istiyorsak, açık fikirli, bilimsel yaklaşımla düşünebilen ve tartışmaktan korkmayan entelektüelleri çoğaltmalıyız.

[1] Gürsel Tokmakoğlu, Teşhirin Yönetimi ve Aynılaşmanın Küresel Yöntemi, Muttakilik, 27 Kasım 2013, https://muttakilik.com/teshirin-yonetimi-ve-aynilasmanin-kuresel-yontemi/

[2] Michio Kaku, Geleceğin Fiziği, ODTÜ Yayıncılık, 2014, s. 365.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

maden-ve-enerji-uzerine-sorular
ÖNCEKİ YAZI

Maden ve Enerji Üzerine Sorular

gunumuzde-amatorluk
DİĞER YAZI

Günümüzde Amatörlük

Kültür 'ın son yazıları

387 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
382 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
584 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
532 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2.1K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme